Eski,Yeni ve Üçüncü Saîd (Üç Saîd)

Bedîüzzamân’ın hayatına bir bütün olarak bakmak ve Risâle-i Nûr davasını hakikî manâda anlamak için Bedîüzzamân’ın hayat safhâlarının net olarak bilinmesi icap ediyor. Bu nedenle Üstad Bedîüzzamân Saîd Nursî’nin hayatını üç devreye ayırmak gerekiyor. Zaten Bedîüzzamân ‘da kendi hayatını üç devreye ayırmıştır. Bu devrelere Risâle-i Nûr’lardan gerekli bölümleri alacağız inşâallah.

Bedîüzzamân’ın Hayat Devreleri;

1.Eski Saîd Devresi(I.Saîd Dönemi)

2.Yeni Saîd Devresi(II. Saîd Dönemi)

3.Üçüncü Saîd Devresi.(Üçüncü Saîd Dönemi)

Bedîüzzamân’ın hayatının bu devreler ve dönemlerle ilgili açıklamalarını yine Risâle-i Nûrlardan alıntılar yaparak devam edelim.

Bedîüzzamân “İstanbul’daki bu çok ehemmiyetli ve muvaffakıyetli hizmetinden, Türk Milletine pek ziyade menfaatler husule geldiğini müşahede eden Ankara Hükûmeti; Bedîüzzamân’ın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek, Ankara’ya davet ederler. M. Kemal Paşa, şifre ile davet etmiş ise de, cevaben:

– Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum, demiştir.

Üç defa şifre ile davet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu Mebus Tahsin Bey vasıtasiyle davet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara’ya gelir. Ankara’da alkışlarla karşılanır. Fakat ümid ettiği muhiti bulamaz. Kendisi, Hacı Bayram civarında ikamet eder. Meclis-i Meb’usanda, dine karşı gördüğü lâkaydlık ve garblılaşmak bahanesi altında, Türk Milletinin kudsî mefahir-i tarihiyesi olan Şeair-i İslâmiyeden bir soğukluk gördüğü için, meb’usların ibadete, bilhassa namaza müdavim olmalarının lüzum ve ehemmiyetine dair bir beyanname neşreder ve meb’uslara dağıtır. Kâzım Karabekir Paşa da M. Kemal’e okur.[1]

***** ***** ***** *****

Bu parça; meb’uslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir. Bir gün divan-ı riyasette, elli altmış meb’us içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa:

– Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır; sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz, der. Bu söz üzerine; Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak:

– Paşa.. paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur, der. Fakat paşa tarziye verir, ilişemez.[2]

***** ***** ***** *****

Âlem-i İslâmı alâkadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allaha sığındığı) bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu. Bir gün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, Şeair-i İslâmiyeyi tahrip etmenin, bu millet ve vatan ve Âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlid edeceğini; eğer bir inkılâb yapmak icab ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyete müteveccihen Kur’anın kudsî kanun-u esasîsi noktasından yapmak lâzım geldiği mealinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili ders verir.[3]

***** ***** ***** *****

M. Kemal Paşa itiraz ile, içindeki niyet ve hâlet-i ruhiyesini ifade ile, Bediüzzaman’ı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman’a; meb’usluk, hem Darülhikmetteki eski vazifesini, hem Şarkda Şeyh Sünûsi’nin yerine vaiz-i umumî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul’da te’vilini söylediği Hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbül-Kur’an hakkında, “O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset cânibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’anın nurlariyle mukabele edilebilir.” tavsiyesine müraatla, Ankarada teşrik-i mesai edemiyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen meb’usluk, Dar-ül-Hikmet-il-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem Vilâyât-ı Şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankaradan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamıyacağını bildirerek Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkda idâme-i hayat etmeye başlar…[4]”

İşte yukarıdaki olaylar Üstad Bedîüzzamân’ın İkinci Saîd devresine geçişinin muharriki olmuştur.

***** ***** ***** *****

Bedîüzzamân Hazretlerinin Eski Saîd Dönemindeki vazîfesini belirten bir bölüm Mektubat’ta şöyle geçmektedir.

“Birinci Mes’ele: Şu âyet-i kerimenin ifade ettiği hakikat-ı âliye, hayat-ı içtimaiyeye ait olduğu için, hayat-ı içtimaiyeden çekilmek isteyen Yeni Saîd lisânıyla değil, belki İslâmın hayat-ı içtimaiyesiyle münasebetdar olan Eski Said lisanıyla, Kur’an-ı Azîmüşşan’a bir hizmet maksadıyla ve haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmağa mecbur oldum.[5]”

Üstad’ın Eski Saîd Dönemini atlamak olmaz ve bu vazîfeyle Nûr Talebeleri de vazîfelidir diye düşünüyoruz. Bunun için içtimaî hayata da gereği kadar bakmak ve Risâlelerin İçtimaî hayata derslerini nazarlara vermeyi bir görev ve vazîfe addediyoruz.

Aşağıdaki vazîfelerin de Üstadın Üç Hayat Dönemi ile bağlantılı olduğuna inanıyoruz.

” Ondokuzuncu Mes’ele: Rivayetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevî’den Hazret-i Mehdi’nin (Radıyallahü Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velayet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.

Allahu a’lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki: Büyük Mehdi’nin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi9]” hakîkati bizi tüm eserleri kabul etmemizi gerektirir diye inanıyoruz.

Üstadın hayatının Üçüncü Saîd Devresine geçişini ve bu devredeki içtimaî ve siyasî vazîfenin tamamlaması şeklinde olmasını belirten önemli bir mektup aşağıdadır.

“Afyon Mahkemesine ve Ağırceza Reisine beyan ediyorum ki: Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldırama-dığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar mânâsız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş, yaşayama-yacağım. Hapsin haricinde yüzler resmî adamların tahakkümlerini çekmeye iktidarım yok. Bu tarz hayattan bıktım. Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi talep ediyorum. Şimdi kabir elime geçmiyor. Hapiste kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak, vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasipse, sorunuz, cevap vereyim.

Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi. (On Dördüncü Şua )

Bu mektuptan ve tarihten sonra Üstad Hazretleri içtimaî ve siyasî vazîfesine tekrar bakma gereğini vazife-i hakikiye olarak görmüştür. Bu vazîfesinin yapılmamasını bir kusur telakki ediyor ve şöyle söylüyor.” Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine…” diyerek içtimaî ve siyasî vazîfesinden kaynaklanan kusurun bilinmemesini bir özür olarak görmüyor.

Bedîüzzamân özellikle 1950 yıllarından sonra Eski Saîd Dönemi eserlerini tekrar gözden geçirmiş, tashîhat, şerh ve izahları ile haşiyelerini yaparak tanzim etmiş ve Risâle-i Nûrlara dâhil etmiştir.

En önemli bir hadîse de Eski Saîd Eserlerinin Risâle-i Nûrlara yerleştirilmesi ihtârla olmuştur. İşte buna işaret eden mektup:

” Aziz, sıddık kardeşlerim,

İşarât-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviyede, “Altmış dörtte Risale-i Nur telifce tamam olur.” Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve haşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.

İhtar edilen ikinci nokta: Madem Arabîce altmış dörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumî tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazılmayan ve tehir edilen risaleler kalmış. Meselâ, Otuzuncu Mektup ve Otuz İkinci Mektup ve Otuz İkinci Lem’alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış. Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said’in en mühim eseri ve Risale-i Nur’un Fatihası, Arabî ve matbu olan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said’in en son telifi ve yirmi gün Ramazan’da telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lem’a olması ve Yeni Said’in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem’a olması ihtar edildi.

Hem Meyve, On Birinci Şuâ olduğu gibi, Denizli Müdafaanamesi de On İkinci Şuâ ve hapiste ve sonra Küçük Mektuplar Mecmuası On Üçüncü Şuâ olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiplerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır; bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir.[10]

***** ***** ***** *****

Bedîüzzamân’ın içtimaî ve siyasî vazîfesine bakmak ile ilgili bölüm şöyledir:”Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur’ân hakikatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu. Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler.[11]”

Siyasete bakışın ölçüsü ve siyasetin dost yapılması meselesi:”Evet, biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı, bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmaya sebep olsun.”(Elhasıl: Bize işkence edenlere, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil, biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saâdetine çalışmışız. Kardeşlerim, ben bunu böyle münasip gördüm, sizlerin meşveretine havale ediyorum.[12]”

Bedîüzzamân ‘ın vazîfeleri ise Şualar’da şu alanları kapsamaktadır ve çok yönlü ve şümûllüdür.

“Rivayetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevîden Hazret-i Mehdînin (Radıyallahu Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.

Allahu a’lem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki: Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi…[13]”

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Dipnotlar:

[1] Tarihçe-i Hyat-s:139

[2] Tarihçe-i Hyat-s:143

[3] Mektubat,s:413,T.H.-s:146

[4] Tarihçe-i Hayat-s:148

[5] Mektubat,26.Mektup,3.Mebhas

[6] Şualar,5.Şua

[7] Tarihçe-i Hayat-s:148

[8] Tarihçe-i Hayat-Isparta Hayatı

[9] Kastamonu Lahikası

[10] Emirdağ Lâhikası (1) -Mektup No: 20

[11] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No:128

[12] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No:13

[13] Beşinci Şua-19.Mesele

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir