Bedevî Arap çöllerinde seyahat etmek

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki…

“Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin-tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır.(Birinci Söz,2004,s:15)”

Bismillâh bir intisaptır, bir bağlanmadır. Düşünelim ki çölde seyahat eden iki adam biri padişahın ve reisin adını alsa, diğeri almasa. Padişahın adını almayan gururlu adam uzun seyahatinde ne tür sıkıntılar çekeceği, ne tür meşakkatlere gireceği herkesin mâlûmudur. Ancak bir padişahın ve reisin adını alan bahtiyar kişi her yerde O padişahın ünvanı ve ismi ile gezdiğinden tüm ihtiyaçları karşılanır ve bütün korkulardan kurtulmuş olur. Artık herkes O haşmetli padişahı tanıdığından onun adı ile hareket eden adamın ihtiyaçlarına cevap verecektir.

Sahra ve çöl, çaresizliğin ve meşakkatin temsilî izdüşümüdür. Zorluk ve çetin hayat şartlarının en zirve noktada yaşanan mekânıdır.

Üstadımız verdiği misallerde hakikate geçecek misalleri seçerken en güzeli ile Külliyata dâhil etmiştir. Bu misallerde çok ince sırlar ve nüanslar saklıdır. Muhataplar her okuduğunda o misallerden çok farklı mânâları terennüm eder ve fehmeder.

Çöl deyince öncelikle neler biliyoruz ve çöl kelimesi bizlere neler çağrıştırıyor. Üstad Birinci Sözde dağ, ova, orman, düzlük gibi kelimeleri kullanmıyor. “Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden…”cümlesi ile bu seyahatin çölde yapıldığını söylüyor. Bu sözü okuyan her muhatap öncelikle çölde neler yok onları düşünmeli.

Çölde;

—Su yok.

—Yiyecek yok.

—Gölge yok.

—Sığınılacak ve dinlenilecek ve ferahlanacak mekân yok.

—Yardım ümidi de yok çünkü yer ve yolculuk çölde devam ediyor.

Peki, çölde neler var?

—Meşakkat var.

—Susuzluk ve açlık var.

—Fırtına ve şiddetli sıcak var.

—Korku ve endişe var.

—Zorluk, haşarat-ı muzırra ve şakiler var.

İşte Birinci Söz’deki çöldeki seyahat başından muhataba sonsuz acizliğin, fakirliğin ve çaresizliğin zirvesini ihtar ediyor. Böylece muhatap sonsuz ihtiyaçlarını ve düşmanlarını def edebilecek bir halâskâra sığınma ve onun yardımını ve himayesini hissetmeye başlıyor. İşte bir kabîle reisinin ismini alma mecburiyeti çöl seyahati ile insana ihsas ettiriliyor. Çünkü bütün ihtiyaçları karşılansın ve acziyetine, fakirliğine ve korkularına medet olsun.

Şimdi bizlerde şu dünya çölünde seyahat eden insanlarız. Nasıl ki padişahın adını alan adam rahatla gezdi ise bizlerde bu Kâinatın sultanı olan Allah’ın adını almalı ve o ünvan ile hareket etmeliyiz. Çünkü aciz ve zayıf olduğumuzdan sonsuz bir kuvvete muhtacız.

“Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki, askere kaydolur, devlet namına hareket eder, hiçbir kimseden pervâsı kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır. ( Sözler,2004,s:16)”

Besmele ne mübarek bir kelimedir ki; bizi doğrudan doğruya kâinatın yaratıcısı olan Rabbimize bağlar. Allah’ın adıyla bir işe başlamak ve bütün sebeplerden sıyrılarak sadece ve sadece O’na yönelmek ve O’ndan güç almak. Bir asker askere kaydolduğu zaman devlet namına hareket ettiği ve kendi zayıf kuvvetine devletin gücünü kattığı için kendi gücünden ve kuvvetinden binlerce kat dahâ bir güce sahip olur. Bu kuvvet ve güçle çok işleri kolaylıkla yapabilir. Hatta bir köyün insanlarını bu kuvvetiyle devlet namına bir yere toplayabilir. Biliriz ki bu asker bu işleri kendi kuvveti ile yapmamıştır. Devletin adını alarak ve devletin kuvvetine dayanarak bu işleri başarmıştır.

Kâinatta çok zayıf şeyler vardır ki, kendi güçlerinden çok fazla işleri yaparlar. Tohumların ağaçları başlarında taşımaları, hayvanların süt, yumurta yapmaları da bu sırra işarettir. Onlarda Bir’isinin adını alarak kendi zayıf güç ve kuvvetlerinden daha fazla işleri yapmaktadırlar.

Demek hayvanlar ve bitkilerde “Bismillâh” demektedir. Bitkilerin o nazik ve yumuşak kökleri sert kayaları delip geçiyorsa bunu kendi güç ve kuvvetleriyle yaptığını söylemek cehaletle eşdeğer olmaz mı? Yazın o yakıcı sıcaklarında yemyeşil kalan yaprakları ne ile izah edeceğiz? Kâinattaki her şey kendi lisânı ve diliyle elbette ki “Bismillâh” diyorlar ve felsefecilerin bütün iddialarını tekzip ediyorlar.

Eğer kâinatta her şey “Bismillâh” diyorsa bizler bu mübârek kelimeyi nasıl ihmal ederiz? Nasıl bizi büyük bir hazineye sahip edecek ve Rabbimize bizi bağlayacak, bütün sıkıntı ve zorlukları aşacağımız güç ve kuvvetten kendimizi mahrum bırakırız? O zaman her hayırlı işin başında hep birlikte “Bismillâh” demeliyiz. Hiç bir şey kaybetmez çok büyük kazançlar elde ederiz.

Öyleyse Allah namına almalı, Allah namına vermeli ve Allah namına işlemeliyiz.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir