Risale-i Nur’da 1316(Miladi 1900) târihi ve bu târihin son müceddid-i âhirzamânın hayatının önemli bir devresine baktığını biliyoruz. Aynı zamanda “Bin dokuz yüz târihi 1316 târihinin miladi karşılığı olup, Son İmam-ı Hidayete vazife-i memuriyetinin verilmesi başlamıştır.”[1]
Risale-i Nur Külliyatı Şualar eseri, Birinci Şua’da 1316 târihine işaret eden başka noktalar da vardır. Mesela: “De ki: Elbette Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.”[2]; “Allah da onu dos doğru bir yola iletti.”[3] Hem nasıl ki bu âyet Risalei’n-Nur’a ismiyle bakıyor; öyle de, onun istihzarat(hazırlık) zamanına da bakar. Çünkü ”Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi.”[4]nin makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316(1900)) ederek, Risaletü’n-Nur Müellifinin ihtiyarsız olarak istihzarat-ı Nuriyede (Risale-i Nur hizmetinin başlangıç, hazırlık devresinde)bulunduğu ve umûm malûmatını Kur’ân’ın fehmine basamaklar yaptığı en hararetli târihi olan bin üç yüz on altı (1316(1900)) adedine tam tamına tevafuku elbette evvelki işârâtı teyid ve onunla teeyyüd ederek(kuvvetlenerek) Risaletü’n-Nur’u daire-i harimine(hususi dairesine) remzen, belki işareten dahil ediyor. Câ-yı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki, Risaletü’n-Nur Müellifi bin üç on altı (1316(1900)) sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki: O târihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o târihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa’nın Kur’ân’a karşı müthiş bir suikastları var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz’in bir Müstemlekât Nâzırı demiş: “Bu Kur’ân, İslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız” dediğini işitti, gayrete geldi. Birden, makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan ”Artık sen onlara aldırma.”[5] fermanını mânen dinleyerek bir inkılâb‑ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur’ân’ın fehmine ve hakîkatlerinin ıspatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını yalnız Kur’ân bildi. Ve Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsi ona rehber ve mürşid ve üstâd oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı ârızalar yüzünden bilfiil o vazîfenin başına geçmedi. Bir zaman sonra Harb-i Umûmî’nin tarraka(gümbürtü) ve gürültüsüyle uyandı. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmaya başladı. İşte hem ona, hem Risaletü’n-Nur’a çok alâkası bulunan bu bin üç yüz on altı (1316) târihine çok âyetler[6] müttefikan bakarlar.”[7]
1316(1900) târihi yine “Resâili’n-Nur Müellifi bir inkılâb-ı fikrî ile ulûm-u mütenevviayı, Kur’ân’ın hakaikine çıkmak için basamaklar yaptığı bir târihe tam tamına tevafuku münasebet-i mâneviyesinin kuvvetine istinaden deriz: O tevafuk remzeder ki, “Bu asırda Resâili’n-Nur denilen otuz üç adet Söz ve otuz üç adet Mektup ve otuz bir adet Lem’alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübîn’deki âyetlerin âyetleridir.” Yani, hakaikinin alâmetleridir ve hak ve hakikat olduğunun burhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaik-ı imâniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir.”[8]
“Bununla beraber Hz. Bediüzzaman nesl-i pâk-i Muhammediye (asm) mensup bir hâdim-i din olduğu ona yakın olanlarca malum bir keyfiyettir. Bu cihet Mâidet-ül Fürkan’da delâil-i kaviyye ile isbat edilmiştir. Hatta bu mensubiyet aynen Gavs-ı Âzam gibi ceddinin birleştiği noktada vakidir Hz. Gavs-ı Âzam’ın Üstad ile bu derece alakadar olmasının ve onu mânen terbiye ve himayesine mazhar etmesinin bir sebebi de budur. Keza İmam-ı Ali (ra) Efendimiz bu mensubiyeti sarahat derecesinde ifâde buyurmuştur. Ercûzesindeki cihanşümul kerametini gösteren beyitlerin dalâlet ettiği târihte yani İslâmiyet’i yıkmak için devam eden müthiş tahribat hengâmında İslâm’ın müdafaasını deruhte eden zâtı kastederek “Feinnema nahnü alettahkiki Gavsün likülli gurbetin ve dıygi” buyurarak, yani “Biz Ehl-i Beyt-i Risalet, İslâmiyet’in başına bir felâket geldiğinde kendimizden bir Gavs ile imdad ederiz” buyurarak o târihte hizmet-i imâniyenin başında bulunan zâtı kendi Âl-i Beytine nisbet buyurmuştur. O takdirde madem ki nesl-i pâk-i Muhammedî’ye (asm) mensub ve 13.asrın başında hizmet-i İslâmiyeyi deruhte etmiş ve 1316 rakamıyla tam 1900 sene-i miladîsi başında vazifeye başlamış bir zât yani Hz.Peygamber(asm)’den sonra her asır başında geleceği bildirilen hizmetkârane ümmetten bir zât ve onların 12. yani son vazifedâr olduğunu ve 13. asrın içinde bulunmakla bilhesab ve bizzarure kabul ediyoruz.”[9]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Mâidet-ül Kur’ân, s.22,İttihad Yayınları
[2] En’âm Sûresi, 6:161
[3] Nahl Sûresi, 16:121
[4] En’âm Sûresi, 6:161
[5] Nisâ Suresi: 81; En’am Suresi: 68
[6] Birinci Şua, Yirmi birinci ayet ve ayetler buna işarettir.
[7] Şualar, s.1095,96
[8] Şualar, s.1099
[9] Mâidet-ül Kur’ân, s.164,65,İttihad Yayınları