Bende-i Şah-ı Merdan Bediüzzaman
Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul’dan ayrılacağı zaman, yeni bir vazife ile vazifelendirilmişçesine kendisinin unvanını beyân eden bir mühür yaptırır. Bu yeni vazifenin başına geçişinin ma’nâsını simgeleyen hakikatin bir işâreti olarak da, bu tarihten çok zaman sonra, Barla’da te’lif ettiği bazı eserlerinde, bu tarihten itibaren manen vazifelendirilip başına geçtiği hizmetin o tarihini “Asıl hizmetlerinin başlangıcı”[1] şeklinde nitelemektedir.
Kahramanların ve yiğitlerin Şahı Hz. Ali’nin hizmetçisi
Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul’dan ayrılacağı günlerde kendisine yaptırdığı bu mührün üzerine “Bende-i Şah-ı Merdan Bediüzzaman” yazısını yazdırır. Bunun anlamı, “Kahramanların ve yiğitlerin Şahı Hz. Ali’nin hizmetçisi, kölesi Bediüzzaman” mânâsını ifade eder. Bu mühür, sanki yeni bir başlangıca ve vazifeye adım atma zamanının geldiğine işaret eder durumdadır. İkinci Meşrutiyet’in ilânının ikinci ve üçüncü senelerine bakan bir işaret-i gaybîyeye, On Sekizinci Lem’a’nın bir Haşiye’sinde yer verilir. Şöyle ki: “Yamüdriken” tenvin nun sayılmak şartıyla bin üç yüz yirmi beş(1325) tarihi olan Hürriyet’in ikinci ve üçüncü(1910/1911) senelerinde hilâfet-i İslâmiyeyi kaldırmaya teşebbüsle o hilâfetin kırılmasından fitnelerin kapısı açıldığının zamanıdır. Hazret-i Ali (ra) o zamânâ dehşetli bakıyor….”[2] tespiti yapılır. Bediüzzaman, bu tarihlerde malûm mührü yaptırır ve yaptırdığı mührün üzerinde “Bende-i Şâh-ı Merdan, Bediüzzaman” idafesi yer alır. Bu mührü inceleyip üzerindeki yazıları çözdüğünü söyleyen Van Edremit’ten Ata Beyaz Hoca’nın ifadeleri mührün üzerindeki yazıları daha net olarak açıklığa kavuşturur. Mührün üzerinde şu ifadeler yer alır: “Mirza, Nuriye, Şâh-ı Merdân, Hazret-i Bediüzzaman” Mühürde yazılı Mirza Bediüzzaman’ın babasının, Nuriye annesinin ismi, Şâh-ı Merdân ünvanı ise, Hz. Ali (kv) için kullanıldığı”[3] görülmektedir.
Mufassal Tarihçe-i Hayat’ta Bediüzzaman Hazretleri’nin “Mührü” başlığı altında şu ifadeler yer almaktadır. “Bediüzzaman, Hoca-i Cinan, o günlerde İstanbul’dan ayrılacağı zaman, âdeta yepyeni bir vazife ile vazifelendirilmişçesine ve pek büyük bir hizmetin başına tayin edilmiş gibi, sultanlara, vazifedâr büyük memurlara mahsus yaptırılan mühür nev’inden, kendisinin unvanını beyan eden bir mühür yaptırır. Bu mühürün üzerine ‘Bende-i Şâh-ı Merdân Bediüzzaman’ yazısını yazdırır. Mânâsı, ’yiğitlerin, kahramanların Şâhı olan Hazret-i Ali’nin (ra) hizmetçisi, kölesi Bediüzzaman’ demektir.”[4] Nurun İlk Kapısı’nda Mehmed isminde bir talebesinin yazmış olduğu bir şiirde geçen “İltifât-ı Şâh-ı Merdân ile sensin mukteda”[5] ifadesi de manidardır. Burada Bediüzzaman’ın Hz. Ali Efendimiz’in (ra) iltifatına mazhar olduğu ifade edilmiştir.
Hz. Ali(ra), Risâle-i Nur ve Bediüzzaman
Elbette Bediüzzaman’ın bu mührünün çok önemi, hikmet ve sebepleri vardır. Risale-i Nur’da bunun izini sürmek mümkündür. Hulefa-i Raşidin’in sonuncusu olan Hazret-i İmam-ı Ali’nin (r.a.) Bediüzzaman ve Risale-i Nur ile olan alâkası Celcelutiye ve Ercüze gibi eserlerinden bilinmektedir. Hazret-i Ali’nin (r.a.) üç keramet-i gaybiyesini gösteren risaleler bunun en açık delilidir. İlim şehrinin kapısı ve şah-ı evliya olan Hazret-i Ali Radıyallahu anh hakkında Peygamberimiz (a.s.m.) “Her nebinin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin (r.a.) neslidir.” Ve “Ben kimin dostuysam, Ali’de onun dostudur.”[6] gibi mühim hadislerle Hazret-i Ali’nin (r.a.) yüksek derecesini göstermiştir.
Risale-i Nur ve Âl-i Beyt
Bu hakikatler ışığında, “Bende-i Şah-ı Merdan Bediüzzaman” mührünün tasdik ve işaret ettiği birinci mânâ ve hakikat şu noktalar olabilir: “Hazret-i Ali’nin (ra) zatında temessül eden şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i mânevîyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecelli eden hakikat-i Muhammediye (asm) noktasında…”[7]; “Risale-i Nur Şakirtlerinin en büyük üstadı, Peygamberden (asm) sonra Celcelutiye’nin şahadetiyle İmam-ı Ali’dir(ra).”[8] Evet, Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle; “Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) ve Gavs-ı Azam’ın (k.s.) ihbarat-ı gaybiyeleriyle şakirtlerinin bu zamanda bir dairesidir.”[9] ve “Risale-i Nur, Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali’nin (r.a.) bir mânevî hediyesi ve eseridir.”[10] Bediüzzaman, “Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahu Vecheden aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü’l Kebirle daima onlara mânevî irtibatımda, Risale-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım.”[11] tespitleriyle vatan, millet ve İslâmiyet namına büyük bir vazifenin kendisine tevdi edildiğini ifade etmektedir.
Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve beşinci halife
Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Bende-i Şah-ı Merdan Bediüzzaman” mührünün bir diğer mânâsı da şu gelen ifadelerde yerini bulabilir: “Hazret-i Hasan’ın (r.a.) altı aylık hilafeti ile beraber Risale-i Nur’un Cevşenü’l Kebirden ve Celcelutiyeden aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i Hakaik-ı imaniye noktasında Hazret-i Hasan’ın (r.a.) kısacık müddetini uzun bir zamânâ çevirerek, tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mesut edebilir bir istidatta bulunan, Risale-i Nur’dur. Ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir.”[12]Bir başka açıdan bakıldığında; “Hazret-i Ali’nin (r.a.) Kaside-i Ercuze ve Celcelutiye’sinde şiddetli alakadarlığını murat ettiği bir varis-i nebi ve mukavvi-i din ve hamil-i ism-i azam olan Risale-i Nur ve müellifi olduğu; hak ve hakikatte yanılmayan ve Kur’ân’ın hukukunu, emrolunduğu gibi tevilsiz muhafazaya çalışan Risale-i Nur’dur diye şek ve şüphesiz olarak Hazret-i Ali’nin (r.a.) muhatabı o olduğunu kat’i ispat eder.”[13]
Abdülbâkî Çimiç
[email protected]
[1] Osmanlıca Lem’alar, s.127,421
[2] Lem’alar, 2013, s.364
[3] http://www.muhabbetfedaileri.com
[4] Mufassal Tarihçe-i Hayat, Nisan 1998 Basımı, 1.cilt s.327
[5] Nurun İlk Kapısı >Nurun İlk Kapısı,200 Baskısı, Beyaz Karton Kapak, s.144
[6] Lem’alar, s. 47
[7] Lem’alar,2013, s.50
[8] Emirdağ Lahikası-I, 2013, s. 149
[9] a.g.e.130
[10] a.g.e.283
[11] a.g.e.361
[12] a.g.e.139
[13] Lem’alar,2013, s. 1072