Bediüzzaman Hazretleri kendi ifadesiyle tımarhaneye kadar nasıl sürüklendiğini şöyle ifade ediyor: “Bitlis vilâyetine tâbi Nurs Köyü’nde doğan ben, talebe hayatımda, rastgelen âlimlerle mücadele ederek, ilmî münâkaşalarla karşıma çıkanları inâyet-i İlâhiye ile mağlûp ede ede İstanbul’a kadar geldim. İstanbul’da, bu afetli şöhret içinde mücadele ederek, nihayet rakiplerimin ifsadatıyla merhum Sultan Hamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim.”[1] Ayrıca “Kırk sene evvel ehl-i siyaset, bana bir cinnet-i muvakkate isnadıyla tımarhaneye sevkettiler. Ben onlara dedim: Sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum, o çeşit akıldan istifa ediyorum,” Herkes delidir. Fakat boş şeylerle meşgul olma nisbetinde delilik derecesi farklılık arz eder.” kaidesini sizlerde görüyorum demiştim.”[2] ifadeleriyle yapılan bu muamelenin ne kadar boş bir iş olduğunu ifade eder.
İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi olan Divan-ı Harb-i Örfî’ eserinin Naşiri Ahmet Ramiz hadiseyi şöyle anlatıyor: “Evet, Said Nursî İstanbul’a şûrezar(çorak) Vilâyat-ı Şarkiye’nin maarifsizlikle öldürülmek istenilen Yıldız siyasetlerine istikamet vermek azmiyle gelmişti. Daha İstanbul’a gelmeden Van’dan, Bitlis’ten, Mardin’den defaatle nefyolmasından, İstanbul’a gelmesiyle beraber merhum Sultan Abdülhamid tarafından suret-i ciddiyede tarassut altına aldırıldı; birkaç kere tevkif edildi. Nihayet bir gün geldi, Said Nursî’yi Üsküdar’a, Toptaşı’na yolladılar. Çünkü, hapishanede ikaz edilecek kimseler bulunmak muhtemeldi. Tımarhaneden ikide bir çıkartılıyor, maaş, rütbe tebşir ediliyor. Hazret-i Said, “Ben memleketimde mektep medrese açtırmak üzere geldim, başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim, başka bir şey istemem” diyordu. Tabir-i aher ile Bediüzzaman iki şey istiyordu: Vilâyat-ı Şarkiyenin her tarafında dinî mektepler, medreseler açtırmak istiyor ve başka bir şey almamak istiyordu.”[3]
Zamanın evhamlı hükümeti tarafından birkaç kere tutuklanan Bedîüzzamân, hukukî açıdan suç isnad edilemeyince, “İkinci Meşrûtiyet’in îlânına yakın serbest bırakıldı.”[4] Bedîüzzamân derki: “Vaktâ ki; hürriyet dîvânelikle yâd olunurdu, İstibdâd, tımarhâneyi mekteb eyledi.” [5] Ancak, suçsuzluğu onu Toptaşı Tımarhanesi’ne gönderilmekten kurtaramadı. Doktorların “sağlam” raporu vermesine rağmen, o gözetimde kalmaya devam etti, sadece yeri değişti; tımarhaneden tekrar hapishaneye gönderildi. Çünkü, hükümet ile uzlaşmamıştı. Meselenin ayrıntısı şöyledir: Bediüzzaman eğitim reformları hakkındaki fikirlerini içeren dilekçesini Saray’a sundu. Bu dilekçenin metni beş ay kadar sonra, (25 Şevval 1326; 6 Teşrînisâni 1324; 19 Teşrînisâni(19 Kasım) 1908)’de Şark ve Kürdistan gazetesinde yayınlandı. Fakat gazetenin giriş yazısında da ifade edildiği üzere, bu dilekçe hiç de hoş olmayan sonuçlar doğurdu. Bir yandan bazı âlimlerin hasımca tavır takınmaları ve diğer yandan, hürriyetin kısıtlandığı bir dönemde, Bediüzzaman’ın mevcut eğitim politikalarını tenkit etmeye kadar giden pervasız ve cesaret dolu konuşmaları, Saray’ın dikkatini çekmiş ve sıkı gözetim altına alınmıştı.
Bir süre sonra, “Her soruya cevap veren ve Saray’a karşı böyle
pervasız olup, eleştiriler getiren bir adam, olsa olsa deli
olabilir.” denilerek, Bediüzzaman akıl hastanesine sevk edilir. Hastanede onu muâyene etmek üzere Saray doktorlarından biri
görevlendirilir. Bediüzzaman doktora, neden ve nasıl buraya gönderildiğini dört
madde halinde anlatır ve doktor hayretler içinde kalır. Büyük bir deha ve
yüksek bir zekâ ile karşılaştığını fark eden doktor: “Şimdiye kadar İstanbul’a gelenlerin içerisinde zekâ
ve fetanetçe (aşırı zekâca) böyle bir nadire-i cihan bulunmuş değildir.”
şeklinde bir rapor hazırlar ve Saray’a gönderir. Bu raporu alan ve daha önce İkinci Abdülhamid’e Bediüzzaman hakkında
yalan yanlış bilgiler vererek onu yanıltan Saray paşaları telâşa düşerler ve
bir an önce onu İstanbul’dan uzaklaştırmanın yollarını ararlar.
İlk tedbir olarak Bediüzzaman’ı hemen bir hapishaneye naklettirirler ve orada da başlarına belâ olmaması karşılığında rüşvet teklif ederler; ancak bir netice elde edemezler. Ardından Padişah’ın iradesi ile Zaptiye Nazırı Şefik Paşa Bediüzzaman’a gönderilir. Zaptiye Nazırı, Padişah’ın selâmını kendisine ilettikten sonra, Doğu’ya tekrar dönmesi halinde kendisine otuz lira maaş bağlanacağını söyler ve bunun üzerine Bediüzzaman ile aralarında ciddî bir tartışma başlar.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Şuâ’lar, 2103, s.782
[2] Şuâ‘lar,2013, s.553
[3] Eski Said Dönemi Eserleri(İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi), 2013, s.114
[4] Mufassal Târihçe-i Hayât, Cilt-I, s.198
[5] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî)2013,s.117