Van Valisi Tahir Paşa Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatında önemli bir yere sahiptir. Bediüzzaman’ın ilmini, fazlını ve dehasını ilk önce tesbit ve teşhis eden devlet ricâlinden birisi Tahir Paşa olmuştur. Bediüzzaman, Tahir Paşa’nın davetlisi olarak Van’a gelmiş, uzun zaman Tahir Paşanın konağında kalmıştır. Tahir Paşa kendisini çok sever ve sayardı. Yüksek ilim meclisleri kurarlar, sohbetler tertip ederlerdi. Tahir Paşanın konağı bir ilim ve irfan yuvası olarak, her zaman misafir âlimlerle dolup taşardı.
Bediüzzaman hak bildiği dâvâdan asla taviz vermez ve her daim hakkın hatırını her hatırdan üstün tutardı. Tahakküme, tezellüle ve tagallübe fıtratı ve şehamet-i imaniyesi asla müsaade etmezdi. “Hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmazdı.”[1] İşte böyle bir özelliğe sahip olan Bediüzzaman ile Van valisi Tahir Paşa arasında şiddetli bir münâzara yaşanır. Hadise şöyle gerçekleşmiştir: “Bediüzzaman bir gün Tahir Paşa ile ilmî bir münâzaraya tutuşmuş, münâzara büyümüş ve araları açılmıştı. Orada bulunan “âlimler, aralarını yatıştırmaya çalışmışlar ise de muvaffak olamamışlardı. Bilâhare Bediüzzaman da konağı terk edip medresesine gitmişti.”[2] Burada bir süre kaldıktan sonra “Kendisini Bitlis’e gönderdiler. Bitlis’ten sonra Hizan’a, oradan da Bulanık taraflarına gidip, her gün bir köyde olmak üzere otuz köyde hocalarla münâzara ederek dolaşmıştı. Sonradan Tahir Paşa kendisini davet ederek gönlünü aldı. Böylece barışmış oldular. Vali konağında tekrar ilmî sohbetler, bütün hararetiyle devam ediyordu. Sohbetler, dinî mevzular yanında, müsbet ilimlerle de alâkalı oluyordu. Bediüzzaman müsbet ilimler sahasında da üstünlüğünü koruyordu. Bilhassa matematikteki üstünlüğü tartışılmaz idi. Bütün problemleri zihnen çözüyor çevresindekileri şaşkınlıktan şaşkınlığa uğratıyordu.”[3]
Bu yaşanan hadiseyi biraz daha detaylı takip edelim: “Bediüzzaman’ın, Van’daki hayatı bu yeni fasla, yani Kur’ân’ın hakîkatlerine geçiş devresine girerek, hayat seyri sürüp giderken, sene 1903 veya dört raddelerine gelmişti. Bu sıralarda[4] bir gün Tahir Paşa ile bir ilmî münâkaşada sert tartışmalara girerler. Tahir Paşa mütehakkim davranışlar içine girmeye başlayınca, Bediüzzaman da sert mukabelede bulunur. Hava birden elektriklenmeye başlar. İş tartışmadan geçerek, fiilî davranışa müncer olur. Bediüzzaman hemen rovelverine sarılır. Fakat meclistekiler araya girer, ayırırlar. Bu durum, Tahir Paşa’nın izzetine dokunarak, Valîlik makamının prestijini korumak maksadıyla Bediüzzaman’ı Van’dan uzaklaştırmak kararını tasarlar. Bediüzzaman ise, mezkûr münâkaşadan sonra, medresesine gidip; yaz olması dolayısıyla ta’tile gitmiş olan talebelerinden yalnız dört kişi ile medrese kapılarını kapatıp içeride tahassun etmeye başlar. Fakat Valî’nin adamları gelir, bir hile ile kapıları açtırırlar. Molla Said, bu gelen adamların niyetlerini anlayarak iki şartını söyler. Birincisi: “Sakın beni medresemde yakalayıp götürmek gibi bir davranışa teşebbüs etmeyiniz. Çünkü medresenin şeref ve haysiyeti haleldâr olacağından!.. Çarşıya çıktığım zaman beni orada yakalayınız:’
İkincisi: “Beni silâhımla beraber nefy ediniz!” şeklinde şart koşar. Vâlînin memurları, Valiye gidip, bu şartları söylerler. Vâli Paşa da kabul ederek, Bediüzzaman’ı Bitlis’e nefyeder. Fakat Bitlis Valisi, cereyan eden ahvale muttali’ olunca, evhamından onun Bitlis’e girmesine izin vermez. Bediüzzaman da Bitlis’ten Hizan’a geçer. Oradan da “Bulanık” tarafına geçer ve burada otuz köyün ulemasını, ilmî mübaheselerde bulunmak üzere davet eder. Hergün ayrı bir köyde, otuz gün devam eden münâzaralarda ulemanın sordukları bütün suallerine doğru cevaplar verdikten sonra, oradan ayrılıp, Erciş’e gider…Tahir Paşa’ya ulaşan bu haber üzerine, Bediüzzaman’ın gönlünü alarak Van’a davet eder. Bediüzzamanda bu barışmalı daveti kabul ederek tekrar Van’a avdet eder… Ve eski iki dost yine eski ilmî müsahabelerine devam ederler.[5]
BİR HATIRA
Burada, Bediüzzaman’ın Bulanık ve Malazgirt civarındaki ilmî münâzaraları sırasında cereyan eden bir iki hatırayı nakledelim: Birinci Cihan Harbi’nde muhaceretle gelip, Urfa’nın Badıllı köylerine yerleşen, Hasanan Aşireti’nin ileri gelenlerinden Abdülmecid isminde bir zat, şöyle bir iki hatıra anlatmakta idi:
Molla Said-i Meşhur Malazgird’e geldiği zaman, bizim eve misafir olurdu. Ağabeyim Acem Ağayı çok severdi. O zaman kıyafeti şallı şapikli, çizmeli, hançerli, tabancalı… Ayrıca mavzeri ve çapraz fişekliği de vardı. Bazen bizim misafir odamızda sırt üstü uzanır, ağabeyimle sohbet ederdi. Bir defasında yine sırt üstü uzanmış iken, ağabeyim Acem Ağa kendisine:
– “Kurban, nedir bu kıyafet! İlminize mütenasip kisveyi neden giymiyorsunuz? Bu kıyafetiniz bir ağa, bir reisin kıyafetidir. Biz bunu size uygun görmüyoruz” demiştir. Molla Said-i Meşhur doğrularak ağabeyime:
– “Bak Acem Ağa! dedi. Ben bu keyfimi, bu kıyafetimi Van Valisi Tahir Paşa’nın, bin altın ile hususi konak ve kızını teklif etmesi karşısında bile değiştirmedim” demişti.[6]
Abdülbâkî Çimiç
[1] İşarat-ul İ’caz, 2013, s.46
[2] Son Şahitler,1.Cild s. 40
[3] Son Şahitler,1.Cild s. 40
[4] Merhum Abdurrahman’ın yazdığı tarihçede bu tarih sıralaması böyle olduğu anlaşılmaktadır.( Bkz. Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı, s.34)
[5] Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-I, s.164
[6] Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-I, s.164