Miran Aşîreti, Mardin’in Cizre kazası civarında -o zaman- çoğu göçebe halinde yaşayan bir aşîretti. Bu aşîret Cizre’nin etrafının kadim yerlisi meşhur Buhti aşiretinin bir koludur. Mustafa Paşa da Hamidiye paşalarındandır. Bu aşiretin yayla hududu o zamanlarda Cizre’den ta Siirt’in Pervari ve hatta Bediüzzaman’ın doğduğu nahiyesi lsparit’e kadar uzadığını söylerler.[1]
Bediüzzamân’ın Mîrân aşîret reîsi Mustafa Paşa’ya gitmesi, 1893-94 yıllarında gerçekleşir. Mîrân aşîret reîsi Mustafa Paşa’ya gitmeden evvel Kubbe-i Hasiye’de ilginç bir rüyâ görür. Bu rüyâ keramet kudreti ile rüyâ haletinin birleştiği bir hâldir. Rüyâda Kutb-u Âzam Abdülkadir Geylâni Hazretleri kendisine bir emir verir. Bu bir rüyâdan daha çok Şeyh Abdülkādir-i Geylânî Hazretleri’nin kerâmet kudretiyle verdiği mânevî bir emirdi ve hemen yerine getirilmesi gerekiyordu. Bediüzzaman “Şeyh Abdülkādir-i Geylânî Hazretleri’nden rü’yâda aldığı emir üzerine Mîrân aşîreti reîsi Mustafa Paşa’ya gider. Mustafa Paşa’nın niçin geldiği sorusuna; “Sizi hidâyete getirmeye geldim. Yâ zulmü terkle namazını kılacaksın veyâhud seni öldüreceğim” cevâbında bulunur.[2] Bu hadisenin daha detaylı hâli şöyle cereyan etmiştir: ”Bir gece Şeyh Abdülkādir-i Geylanî Hazretleri’ni rü’yasında görür ve kendisine hitâben:
Şeyh Hazretleri: “Molla Saîd! Mîrân Aşîreti Reîsi Mustafa Paşa’ya gidiniz. Ve kendisini tarîk-ı hidâyete da‘vet ediniz. Ve kendisine, yaptığı zulümden vazgeçerek namâza, emr-i ma‘rûfa müdâvim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz!” Molla Saîd, şu rü’yâyı görür görmez hemen tedârikini yaparak Mîrân Aşîreti’ne doğru Tillo’dan hareket eder. Mumâileyhin[3] çadırına gider. Kendilerinin orada bulunmadığından biraz istirâhatdan sonra Mustafa Paşa içeri girer. Bütün hâzırûn kıyâm ettikleri hâlde, Molla Saîd yerinden bile kımıldanmaz. Kendisinin nazar-ı dikkatini celble, aşîret binbaşılarından Fettâh Bey’den kim olduğunu sorar. Fettâh Bey, Meşhûr Molla Saîd olduğunu bildirir. Hâlbuki, mumâileyh[4] ulemâdan fevkal‘âde müteneffir(nefret eden) idi. Şübhesiz bunun da üzerine dahâ fazla kızdıysa da izhâr etmemekde idi. Molla Saîd’e niçin buraya geldiğini sorunca, cevâbında Molla Saîd: “Sizi hidâyete getirmeğe geldim. Yâ zulmü terkle namâzını kılacaksın veyâhûd seni öldüreceğim.” demesinden hiddetlenerek dışarı çıkar. Biraz dolaştıktan sonra yine çadıra gider ve Molla Saîd’e niçin geldiğini tekrâr sorar. Molla Saîd: “Sana söyledim yâ! Onun için gelmişim.”
Mustafa Paşa: (Çadırın direğinde asılı bulunan kılınca işâret ederek) “Bu pis kılıçla mı?”
Bediüzzamân: “Kılınç kesmez, el keser.” cevâbında bulunmuş. Mustafa Paşa tekrâr dışarıya çıkarak biraz gezindikten sonra içeri gider.”[5]
Bediüzzamân’ın Cezîre (Cizre) âlimleriyle münâzarası 1894’te gerçekleşir.
“Mustafa Paşa: “Benim Cezîre’de âlimlerim var. Eğer hepsini ilzâm ettinse senin dediğini yaparım ve illâ seni nehre atarım.”
Molla Saîd: “Bütün ulemâyı ilzâm etmek benim haddim olmadığı gibi, beni de nehre atmak sizin haddiniz değildir. Fakat ulemâya cevâb verince sizden bir şey isterim. O da bir mavzer tüfengidir ki şâyet sözünden durmaz isen onunla seni öldüreceğim.”
Bu muhâvereden sonra atlarına binerek Cezîre’ye giderler. Yolda kat‘iyyen Molla Saîd’le konuşmaz. Bânî Hânı dedikleri mevkie gelince yorgunluğundan Molla Saîd orada biraz yatar. Uykudan uyanır uyanmaz etrâfında bütün âlimler kitâbları ellerinde beklediklerini görür. Biraz görüştükten sonra hâzırûna çay ikrâm edilir. Cezîre âlimleri ise Molla Saîd’in şöhretini işittikleri için mebhût(şaşkın) bir vaz‘iyyetde çaylarını bile unutarak Molla Saîd’in suâline intizâr etmekte idiler. Molla Saîd ise çayı içmekte iken dalgın dalgın karşısında bulunduğu bir-iki bardak çayı da içer.
Mustafa Paşa, hocalarına hitâben: Ben okumuş değilim, fakat Molla Saîd’in mücâdelesinde mağlub olacağınıza şimdi hükmettim. Zîrâ bakıyorum ki, siz düşünmekten çaylarınızı unuttuğunuz hâlde, Molla Saîd kendi bardağını içtikten başka diğer iki-üç bardağı da içti. Bunun üzerine biraz latîfe etdikden sonra Molla Saîd bu âlimlere karşı: “Efendiler! Bendeniz va‘d etmişim, hiç kimseye suâl sormam.[6] Binâen-aleyh cevâbınıza muntazırım.” der. Hâzır hocalar kırka karîb suâl sormuşlardır. Umûmuna cevâb verdikden sonra, bir suâlin cevâbını sehven yanlış söylediği hâlde karşısındakiler doğru telakkî ederek tasdîk etmişlerdi. Meclis dağılınca Molla Saîd derhâtır eder. Hemen kendilerinin arkası sıra giderek: “Afv edersiniz, bir suâlin cevâbını yanlış söylediğim hâlde farkına varmadınız.” Cevâblarını tashîh etmiştir. Ve dediler: “Hakkıyla şimdi bizi ilzâm ettiniz.” Sonra onlardan bir kısmı nezdlerinde ders okumaya başlamışlar. Bundan sonra Mustafa Paşa, ahdi mûcibince kendilerine bir mavzer tüfengi ihdâ eder ve sözlerinden çıkmaz oldular.”[7] Bediüzzaman bir seneye yakın Cezire ve civarında kalır.
Abdülbâkî Çimiç
[1] A.Badıllı; Bedîüzzaman Saîd-i Nursî, Mufassal Târihçe-i Hayâtı, 1998, Cilt-1, s.115
[2] Abdurrahman Nursî; Bedîüzzamân’ın Târihçe-i Hayâtı, Necm-i İstikbâl Matbaası, İstanbul, 1335, s.18
[3] Adı geçen yere. Kendisine işaret edilen, ismi evvelce geçen, ima edilen yere.
[4] Kendisine işaret edilen.
[5] Abdurrahman Nursî; Bedîüzzamân’ın Târihçe-i Hayâtı, Necm-i İstikbâl Matbaası, İstanbul, 1335,s.19,20
[6] Tarihçe-i Hayat’ında bahsedilen rüyâda Peygamber Efendimiz(asm)’i gördüğünde “Molla Saîd Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hazret-i Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmetinden sual sormamak şartıyla ilm-i Kur’ân’ın talim edileceğini tebşir etmişler.( Tarihçe-i Hayat, s.56)” sırrınca burada “Efendiler! Bendeniz va‘d etmişim, hiç kimseye suâl sormam.” Demiştir.
[7] Abdurrahman Nursî; Bedîüzzamân’ın Târihçe-i Hayâtı, Necm-i İstikbâl Matbaası, İstanbul, 1335, s.20