Bediüzzaman’ın makâle yazdığı gazeteler
Öncelikle Bediüzzaman Hazretleri’nin gazeteler ile ilgili tespitlerine bakalım. Çünkü bu konuda çok önemli tespitler ve prensipler ortaya koyuyor. Mesela “Volkan gibi cerâid-i diniye ile nesâyih-i diniyeyi, o mütehassis ve müteheyyiç vicdanlara yağdırmak istiyoruz.”[1] der. Böylece “dinî gazete”lere, “dinî nâsihât” noktasında müsbet bakar. Çünkü dinî gazeteler hisli ve heyecanlı vicdanlarda te’sirli nâsihat vazifesini görür. Bediüzzaman Hazretleri de bu vesileyle dinî gazetelerle nesâyih-i diniye vazifesini deruhte etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri gazetecileri “huteba-i umumî (umuma hitap eden hatipler, vaizler)”[2] olarak tavsif eder. Gazetelerin bedraka-i efkâr[3] (fikirlerin kılavuzu ve yol göstericisi) olmaları gerektiğini de ifade eder. Gazeteciler meslek-i aslî olarak böyle de olmalıdırlar. Müslümanların “Muvakkat naşir-i efkârı i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksâd eden umûm cerâiddir.”[4] tespitini de aktarır. Ayrıca “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onun sözleri kalb-i umûmî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnâmesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmeli”[5] şeklinde çok mühim bir prensibi gazetecilere serlevha olacak şekilde ilân etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri “Bildiğime göre, edipler edepli olurlar. Ve cerideler de terbiye-i efkâr ediyorlar. Şimdi bazı edipleri edepsiz ve bazı cerideleri de naşir-i ağraz görüyorum. Eğer edep böyle ise ve efkâr-ı umûmîye böyle karmakarışık olsa, şahit olunuz; böyle edebiyattan vazgeçtim. Bunda da dahil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında, yani Başid başında ecram ve elvah-ı âlemi, gazetelere bedel mütalâa edeceğim”[6] diyerek gazeteler ve gazetecilere yol gösteriyor; edepsiz ediplere ve ceridelere de dikkat çekerek onları düşmanlık ve kin yayan gazeteler ve gazeteciler olarak tarif ediyor.
Bediüzzaman Hazretleri ilk İstanbul hayatı sonrasında “İstanbul’un hava-yı gıll u gışından (karmakarışık havasından), tezviratından (yalan-dolanından), bedraka-i efkâr (fikirlerin kılavuzu, yol göstericisi) olmak lâzım gelen gazetecilerin bazılarının bütün fenalıklara badi (sebep olan), bütün felâketlerin müvellidi (meydana çıkaranı) olduklarını görerek bu derece açık cinayetlere tahammül edemeyerek meyus ve müteessir; vahşetzar, fakat munis, fakat vefakâr ve namusperver olan dağlarına döndü. İsabet etti. Kimbilir, belki en büyük icraatından biri de budur.”[7]
Yine Bediüzzaman Hazretleri’nin tespitleriyle “Gazeteler iki vazife-i mühimmeyi deruhte etmiştir. Çünkü iki rütbeye mazhar olmuş. Birincisi, dellâlü’l-mehasin ve’l-meâyib(ayıpları ve güzellikleri ilân eden). İkincisi, hatibü’l-umûmî veyahut mürebbiyü’l-efkâr. Evvelki unvan iktiza ediyor ki, hâkimiyet-i millet ve hakk-ı teftişin seyf-i katı olan lisân-ı matbuattaki tesiratı muhafaza etsin. İkinci unvan iktiza ediyor ki, efkârı terbiye ve talim etsin, sathi etmesin. Halbuki şimdi aksü’l-amel yapıyor. Zira bu kadar kesret ve karmakarışıklık, bu tesiratı inkısama vermekle kuvvetini kaybetmiş ve efkârı adeta sathi etmiş ve ehl-i sa’yin vaktini de imate ediyor. Hem de gazete sahibi zemin bulmak için, fikr-i intikamın maden-i habisi olan şahsiyatı karıştırıyor. Veyahut on para kazanmak için ahlâk-ı İslâmiyeyi esasıyla sarsan istihzaat(ateş yakıp alevlendirme) ve terzilât(rezil etme) ve müstehcenat ile ezhan-ı şûrede(verimsiz, çorak zihinlerde) ahlâk-ı rezilenin tohumunu ekiyorlar. Veyahut devletin en mühim, en nazik ve en hafi noktaları avamın ezhanına) arz ediyorlar ki, bizi bu hale düşüren malâyanilik ve mafevkinin(makam olarak üstün olanların) vazifesine karışmak gibi seyyiata meydân veriyorlar. Bu gazetelere ya tensikat veya taksimü’l-a’mâl kaidesinin icrası lâzımdır. (…) “Ey gazeteciler! Hedef-i maksadımız olan ittihadı, sizin cerbeze ile yaptığınız mugalâtalar ile inhilâl-i anâsırı (millî birliğin bozulmasını) netice vermekte olduğundan, bizim delil-i hayatımız olan mukaddemat-ı ittihadı akim bırakıyorsunuz. Hasıl-ı kelâm: Evvel ‘Haydar Ağa’lık vardı. Şimdi siz de ‘Haydo’ yaptınız. Halbuki bize lâzım ‘Haydar’dır. O elmas kılınca benzeyen lisân-ı matbuata itidal ile saykal vurun, tâ ki ifrat ve tefrit ile pas tutmasın.”[8]
Görüldüğü üzere Bediüzzaman Hazretleri gazeteleri tasnif ediyor. Vazifelerini tarif ve umuma yapacakları hizmetlerin ehemmiyetine dikkat çekiyor. Kendisi de özellikle Eski Said Devresi’nde cerâid-i diniye (dinî gazeteler) ile nesâyih-i diniyeyi (dinî nasihatları) deruhte etmeye çalışıyor. Çünkü kendi hizmetini şöyle ifade ediyor: “Hem de benim gibi bir adamın millete ve devlete hizmeti nasihatiyledir. O da hüsn-i tesir iledir. O da hasbîlikledir. Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık(bedelsiz), o da terk-i menafi-i şahsî iledir.”[9]
Bediüzzaman Hazretleri Eski Said döneminde şu gazetelerde makaleler neşrediyor: “Rehber-i Vatan, Tercümân-ı Efkâr, İttihâd ve Terakkî Gazetesi, Volkan, Serbestî, Mizan, Misbah, Şûra-yı Ümmet, Şark ve Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, İkdâm … gibi.” Tespit edebildiğimiz kadarıyla Bediüzzaman’ın bu gazetelerde mükerrer olmak üzere toplan 49 makalesi neşredilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu gazetelerdeki makaleleriyle, Kur’ân’ın kudsî kanun-u esasîsinin vaz’ ve tatbikinin millet-i İslâmiyeye iki cihanın saadetini kazandırıp hakikî kemalât ve terakkiye medar olacağını haykırıyordu. Üstadın “Ey paşalar, zabitler! Bütün kuvvetimle derim ki: Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım”[10] ifadeleri de gazetelerde neşrettiği hak ve hakikate ne kadar ehemmiyet verdiği görülüyor.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Eski Said Eserleri (Makalât), 2009, s. 98
[2] Eski Said Eserleri (Makalât), 2009, s. 57.
[3] Eski Said Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfî), 2009, s. 115.
[4] Eski Said Eserleri (Makalât), 2009, s. 84
[5] Eski Said Eserleri (Divan-i Harb-i Örfî), 2009, s. 124
[6] Eski Said Eserleri (Divan-i Harb-i Örfî), 2009, s. 147–148
[7] Eski Said Eserleri (Divan-i Harb-i Örfî), 2009, s. 115-116
[8] Eski Said Eserleri (Nutuk), 2009, s. 187-188
[9] Eski Said Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s.160
[10] Tarihçe-i Hayat, s. 121