Bediüzzaman’ın hamallara yaptığı telkinat

Ekim 1908’de İstanbul’da yirmi bine yakın hamal bulunuyordu. Hüseyin Câhid gibi yazarların tahrikleriyle Avusturya’dan gelen mallara karşı boykot başlatılmıştı. Başta bazı İttihad ve Terakkîciler olmak üzere, herkes camilerde, evlerde ve dükkânlarda Avusturya mallarını almamaları için tahrik ediliyordu.[1] Şarklı olan bu kimselerin saflıklarından istifade eden bir takım particiler hem onları iğfal etmek, hem de Şark Vilayetleri’ni lekelemek için, hamalları kışkırtıyorlardı. Bütün hamallar İstanbul’da büyük bir karışıklığa ve keşmekeşe meydan vermişlerdi. 5 Aralık 1908’de yayınlanan Kürt Terakkî ve Te’âvün Gazetesi meseleyi iktisâdî bir savaş olarak vasıflandırıyordu.[2]

Hâdisenin vahametini anlayan Bediüzzaman, hamalların bulunduğu bütün yerlere ve kahvelere giderek, anlayacakları şekilde meşrûtiyeti anlattı. Avusturya mallarını boykot bahanesiyle kışkırtılmaya çalışılan İstanbul’daki Kürt hamallara hitap eden Bediüzzaman Said Nursî, onları yatıştırıcı ve itidale sevk edici nasihatlerde bulundu. Onların yatışmasına vesile olan Bediüzzaman, aynı zamanda hem devlete karşı bağlılıklarını sağladı, hem de başta Avusturya olmak üzere bütün Avrupa’ya iktisâdî savaş açılmasını temin etti.[3] Kısaca özetleyecek olursak İttihatçıların içinde, hem de muhalifleri arasında yer alan bazı siyasîler, Avusturya mallarının boykot edilmesini bahane ederek Kürt hamalları kışkırtmaya, hatta onları ayaklandırıp gizli siyasî emellerine âlet etmeye çalışıyordu. Bu sinsî faaliyetin farkına varan Bediüzzaman, İstanbul’daki binlerce Kürt hamala nasihatte bulunarak, onların siyasî cereyanlara âlet edilmesine mâni olur. Toplandıkları mekânlara, hatta kahvehanelerine kadar giderek anladıkları dilden hamallara hitap eden Üstad Bediüzzaman, bir taraftan da, sadece Avusturya’ya değil, bütün Avrupa’ya karşı bir iktisadî mücadelenin, bir rekabet gücünün canlandırılması tavsiyesinde bulunur.

Boykotun sebebi ve neticesi
Meşrûtiyetin şevk ve heyecanını iliklerine kadar yaşayan Osmanlı tarafı, henüz bir savaşı göze alacak durumda olmadığından, Bosna–Hersek’in ilhak edilmesine seyirci kalmanın ötesinde fazla bir şey yapamadı.
Yeni Meşrûtî hükümetin yapabildiği şundan ibarettir: 1) Avusturya mallarına karşı sivil inisiyatif görünümlü boykotu el altından desteklemek. 2) İşgalci devletten birkaç milyon banknot tazminat koparmak.
26 Şubat 1909’da Avusturya hükümeti ile varılan anlaşma sonucu, Osmanlı tarafına 2,5 milyon lira tazminat ödenmesi kararlaştırıldı. Bu sûretle, beş aydır devam eden boykot da sona erdirilmiş oldu.

Bediüzzaman hamalları nasıl teskin ettiğini anlatıyor:

Bediüzzaman bu boykotu haklı görmesine rağmen, asayişin bozulmasına razı değildi. Kürtlere yönelik yapmış olduğu meşrûtiyete dair telkinât ve nasihatin üzerinden ancak altı ay kadar bir zaman  geçmişti ki, İstanbul’da “31 Mart Vak’ası” patlak verdi.(İleride 31 Mart Vak’asına detaylı temas edeceğiz inşâallah.) Bu kanlı–kargaşalı vak’ayı bahane eden “Selânik Cuntası”, Hareket Ordusu’yla bir darbe yaparak yönetimi ele geçirdi. Ardından, sıkıyönetim ilân ederek ölüm kusan dehşetli bir Divân–ı Harp Mahkemesi’ni kurdu. İşte, kırktan fazla mazlûmu darağacına gönderen o mahkemede Bediüzzaman Hazretleri’nin yapmış olduğu destansı müdafaadan konumuzla ilgili can alıcı birkaç cümle:  “İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerimi, hamal ve gafil ve safdil olduklarından, bazı particiler onları iğfal ile Vilâyat-ı Şarkiyeyi lekedâr etmelerinden korktum. Ve hamalların umûm yerlerini ve kahvelerini gezdim. Geçen sene anlayacakları suretle meşrûtiyeti onlara telkin ettim. Şu mealde: İstibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrûtiyet adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin(asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zira husumette fenalık var. Husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zira hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz. İşte o hamalların Avusturya’ya karşı –benim gibi bütün Avrupa’ya karşı–(Haşiye)[4] boykotajları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarını tadil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.”[5]

Bediüzzaman Hazretleri bu arada ayrılık hevesleri içinde olan bazı Kürdlerin tahrikine karşı özellikle de isyana müsa’id olan hamal ve benzer Kürdlere tavsiyelerde bulunmuştur. Özetle şöyle demiştir: “Ruhumu misafireten bir hamal cesedine gönderdim ve hamal lisânıyla hamallara hitaben beyan-ı hâl ettim. Kusurumu müstear hamallığıma bağışlamalı. Ey Hamallar! Sizin kalbinizde bu fikri ekiyorum. Zira kalbiniz hâlî ve bozulmamıştır.” “Aşkı bilmezden evvel onun aşkı ile karşılaştım. Kalbimin boşluğundan istifade edip orayı mekân eyledi.” beytinin ruhu sizden tecelli edecek. Kulak istemem, kalble dinleyiniz. Gayet kıymettar üç cevherimiz var; şeriat, namus, gayret lisânıyla muhafazasını bizden istiyorlar. Birincisi İslâmiyet ki, milyonlarla şühedanın kan pahasıdır. İkincisi insaniyet ki, insanı umûm âleme sultan eden odur. Üçüncüsü milliyetimiz ki, o âsârıyla hayy olan dahi seleflerimizle bir rabıta-i ittihadımızdır. Bundan maada, bizim üç düşmanımız var; bizi mahvediyor: Birincisi fakr. Yalnız burada kırk bin hamal buna canlı delillerdir. İkincisi cehil. Bu kırk binde kırk nefer mürebbîü’l-efkâr olan(fikirleri terbiye eden) gazeteyi bu zaman-ı terakkide okuyamamasıyla müsbittir. Üçüncüsü keşmekeştir. Şimdi dört yüz bin cesur muharrip bir kuvve-i cesimeye malik olduğumuz hâlde ihtilâf-ı dâhilîden dolayı mahvoluyor. Şimdi bize üç elmas kılıç lâzımdır; tâ ki üç cevherimizi muhafaza ve üç düşmanımızı mahvetsin. Birincisi ittihad-ı millî, ikincisi sa’y-i insanî, üçüncüsü muhabbet-i millîdir ki; bu ittihatla o kuvve-i cesimeyi hükûmetin eline vermekle, harice sarf ettiğinden kendimizi müstahak-ı adalet ve ona bedel hükûmetten adalet ve müterakim hukukumuzu isteyeceğiz. “Altı yüz seneden beri bayrak–ı Tevhidi umûm âleme karşı ilân eden ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i âdât-ı milliye ile ihtiyarlanan Şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz.

“Mâhâsıl (özetle): Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz (birlik halinde) bir iyi insan oluruz. Hodserane (serkeşlik, kendi başına) yapmayacağız. “Hem de istibdat (diktatörlük) zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi (meşrûtiyette) bin batman itaat ve ittihad farzdır. Zira, şimdi sırf menfaati (itaatın faydasını) göreceğiz. Çünkü hükûmet-i meşruta, hakikî hükûmet-i meşruadır.

Elhâsıl: İttifakta kuvvet var, ittihatta hayat var, uhuvvette saadet var, itaat-i hükûmette selâmet var. Hablü’l metin-i ittihada ve şerit-i muhabbete sarılmak zarurîdir.”[6]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] H.C.Yalçın, Siyasi Anılar, İstanbul, T.İş Bankası Yayınları, 2006, s.35-36

[2] Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi’nin İlmî Şahsiyeti, Cilt-I,s.452

[3] Krş. D. Quataert, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılım ve Direniş, Ankara, Yurt Yayınları,1987, s.105

[4] Haşiye: Bediüzzaman’a zürefadan biri, bir gün, irfanıyla mütenasip bir esvap giymesi lüzumundan bahseder. Müşarünileyh de, “Siz, Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz; hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için, yalnız memleketimin maddî ve manevî mamulâtını giyiyorum.” buyurmuştur.

[5] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfi).2013, s.122,123

[6] Eski Said Dönemi Eserleri(Nutuk).2013, s.186

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir