Eğitimde tatbik edilen sistemler
Bediüzzaman’ın Münâzarât’ta “Câmiü’l-Ezher’in kızkardeşi olan, “Medresetü’z-Zehrâ” namıyla dârülfünun”[1] olarak tarif ettiği bahsin sekizinci şartında; “Kürdistan’da âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek.”[2] kısmı müdakkik ve mütehassis bir Nur Talebesi’nin okumalarında nazar-ı dikkati celb etmiş olup, bizlerle de paylaşması münasebetiyle mütalâaya almış bulunuyoruz. (Hatırlatma: Sekizinci şartın hatimesinde “Şüphesiz bu zamanın imha edip yerle bir ettiği bir âdettir.” ifadesi Arapça olarak yer almış olup “talim-i infiradiye” olan tek adama dayalı eğitim sisteminin imha edildiğine de işaret edilmiştir diye düşünüyoruz.)
Âcizane Türkiye eğitim sistemi içinde otuz beş sene sonra tekaüte ayrılarak fiilî ve resmî muallimliğimize son vermiş olduk. Şimdi mânevî eğitim hizmetlerine devam ediyoruz, inşâallah ömrümüzün sonuna kadar Rabbim bizi bu imân ve Kur’ân hizmetinde istihdam etsin. Âmîn!
Mânevî eğitimi olmayan, materyalist ve ideolojik fikirler ile tahkim edilmiş sistemler, zulmetli münevverler yetiştirmeye devam eder. Talebenin kalb ve akıl ittifakını sağlayacak, himmetini din ve fen ilimlerinin mezci ile donatıp terakki etmesini sağlayacak eğitim sistemi halen ihmal ediliyor. Bunun neticesi olarak da terbiyetü’l vicdan ve münevver’ül akıl merkezli talebe yetişmemekte. Bediüzzaman’ın tabiriyle “gayr-ı münevver olan efkârların”[3] istihdam edilerek şahsiyat ve ihtilâfatın meydan aldığı görülüyor. Hâlbuki Bediüzzaman Kur’ânî çareyi göstermiş, arsın ve asırların reçetesini ibraz etmiş. Bu reçeteden gaflet etmek kâr-ı akıl değildir.
Meslek hayatımız boyunca sayısı yüze yaklaşan “Eğitim Seminerleri” ile takviye edildik. Bu seminerlerin bir kısmı AB destekli yeni eğitim programları çerçevesinde istifadeli seminerler olarak addedilebilir. Daha önceki eğitim programları Newton anlayışı üzerine hazırlanmış olup tümden gelim usulünü takip ederken; iki binlerden sonra Kuantum anlayışı olan tüme varım usulüne geçilmiştir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle buna “burhan-ı limmî denir. Bu metod, tümden gelim; eser sahibinden esere getirilen delil olarak addedilir ve Newton anlayışına uygundur. Bir diğerine de “burhan-ı innî denir. Hâdiselerden kânunlarına, neticelerinden sebeplerine ve eserden müessire olan delil, dumanın ateşe delil olması gibi. Burhan-ı innî kâinatta görülen eserlerden eser sahibinin varlığına getirilen delildir ki buna da Kuantum anlayışı denilebilir. Bediüzzaman, “Burhan-ı innî, şüphelerden daha salimdir.”[4] der. Burada da görüldüğü gibi 2000’lerden sonra Türkiye’de AB destekli eğitim programlarında şüphelerden daha salim olan “burhan-ı innî(tüme varım)” yöntemi olan Kuantum anlayışı uygulanmaya başlanmış olup, bizlere de bu çerçevede seminerler verilmeye başlanmıştı. Şahsım adına bu seminerleri bir kısmından istifade etmiş oldum. İlköğretim okuma yazma programlarında 68 programı olarak kabul edilen tümden gelim(Newton anlayışı) metodunda önce cümle öğretilir. Cümleden kelimeye, kelimeden heceye ve sonra da heceden harfe(sese) geçilir. Kuantum anlayışı olan tümevarım metodunda ise ses temelli hece ve kelime sonrası cümle ve metinler yapılarak parçadan bütüne gidilen burhan-ı innî metoduna geçilmiştir. Bu metod ile talebeler kısa sürede okumaya geçer. Bu süre içinde dikkatimizi çeken başka değişiklikler de uygulamaya konulmuştur. Bunlardan önemli olan birisi de sınıf oturma sistemidir. Klasik düz ve arka arkaya oturma sistemi yerine, grup ve U sisteminin seçilmiş olmasıdır. Bu siteminin “halka ve daireye” tebdil edilmesi olarak addedebiliriz.
Bediüzzaman’ın halka-i tedrisatı
Bediüzzaman’ın “Kürdistan’da âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek.”[5] şeklinde ifade ettiği yerleşik ve ferdî talimin “halka ve daireye” çevrilmesi yeni eğitim programlarıyla sınıf düzeninin grup veya U oturma sistemine geçilmesiyle hayata tatbik edildiği görülmüş oluyor.
Bediüzzaman’ın “halka ve daire” şeklinde tatbik ettiği sabah dersleri de bu fikrin evvelce fiili olarak tatbik edildiği dersler olarak kabul edilebilir. Bu usul özellikle sabah namazı sonrası Risale-i Nur Talebeleri’nin de devam ettirdiği bir tatbikat olarak sürdürülür. Bediüzzaman’ın “Sohbette insibağ ve in’ikâs vardır.”[6] Sözü bu tatbikatı teyid etmektedir. Hatta Risale-i Nur üzerine yapılan araştırma ve masa çalışmalarında da bu usul uygulanmaktadır. İnsan fıtratına en uygun olan karşı karşıya veya yüz yüze müzâkere ve okumaların akıl, kalb ve vicdan üzerinde tesiri azim olmalı ki, talim-i infiradi halka ve daireye tebdil edilmiştir.
Muallimlik hayatımızdan uygulamalar
Risale-i Nur’da okuduğumuz talim-i infiradiyi “halka ve daireye” tebdil etmek kısmı hep dikkatimizi çekmiş, eğitimde yeni yaklaşımlar seminerlerinde de bu yönde tatbikat tavsiyeleri neticesinde sınıflarımızda bu uygulamaya geçmiş olduk. Hakikaten sınıf hâkimiyeti, talebeleri kontrol ve derslere katılımda çok fark olduğunu bizzat müşahede etmiş olduk. Sınıf yönetimi seminerlerinde eğitim uzmanlarının ısrarla üzerinde durduğu ve sınıf denetimlerinde de aynı ısrarın yapıldığı düşünüldüğünde Bediüzzaman’ın bir hakikati daha tâ yüz yıl öncesinden “talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek” olarak tespit ettiği fıtrî ve insanî yöntemin ne kadar muvafık bir yol olduğunu anlamış oluyorduk. Bizler de meslek hayatımızın belki de son yirmi yılında sınıfımızda zaman zaman grup ve U oturma sistemini tatbik ederek Bediüzzaman’ın tespit ettiği fıtrata en uygun yol olan “halka ve daire” şeklinde talim metodunu tatbik etmiş olduk. Çok da isabet ettiğimiz kanaatindeyiz. Bu tatbikatta talebeler yüz yüze aynı masa ve grup etrafında daha aktif ve hareketli vaziyetteler. Özellikle grup çalışmaları ve beyin fırtınaları faaliyetlerinde kısa sürede her talebe grup içinde fikir beyan ediyor, fikirler müzakere ediliyor ve en doğru fikir seçilerek grup adına beyan ediliyor. Bu tür tatbikatlarda talebelerin öz güveni artıyor, daha fazla fikir beyan etme imkânı bulunuyor, şahıs değil grup ve şahs-ı mânevî hâkim oluyor.
Yuvarlak masa eğitimleri
Günümüzde “yuvarlak masa eğitimleri” olarak ifade edilen Bediüzzaman’ın “halka ve daire” şeklinde talim dersleri tatbikata geçmiş görülüyor. Yuvarlak masa eğitimleri diğer eğitimlerden farklı olarak gençleri uzman eşliğinde tartıştırmayı hedefleyen bir yöntem izlemektedir. Yuvarlak masa eğitimlerinde her ferd masa etrafındaki diğer fertler ile direk iletişime geçip “Sohbette insibağ ve in’ikâs vardır.” sözünün fiili tezahürünü yaşamaktadır. Artık hayatın her kademesinde yer alan ve çok daha etkili ve verimli neticeleri görülen “yuvarlak masa” toplantıları mekteplerde da vaz geçilmez bir metod olarak tatbik edilmelidir. Beşeriyet insan fıtratına en uygun yöntemlere deneme-yanılma veya yaparak-yaşayarak geliştirdikleri yöntemlerle ulaşıyorlar. Hâlbuki Risale-i Nur’da bu yöntemlerin var olduğu ciddî olarak çalışılsa görülecektir.
Sabah derslerinin “halka ve daire” tatbikatı
Bu yazımızda bir Nur talebesi ağabeyimizin[7] mutad Risale-i Nur okumalarında fark ettiği ve bizimle paylaştığı tefekkürlerini paylaşmak istiyoruz.
“Günlük sabah dersimi okurken Münâzarat esrinde Medresett’üz-Zehra bahsinin detaylandırma bölümünde Üstad o kadar ince şeyleri ortaya koymuş ki, sınıfta oturma planına kadar… Hep okuyup geçiyordum, burada takıldı nazarım. Şartlarını sayarken, sekizinci şartta “Kürdistan’da âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek.”[8] ifadeyle sınıf planını “halka ve daireye tebdil etmek”, yani oturma planı dahi tasarlanmış. Arka arkaya değil de sıra şeklini dairevî olarak planlanmış. Bizim yetmişli yıllardaki dershane hayatımızda, o zaman da koltuklar vardı. Yeni yeni icad ediliyordu ama yine de vardı. Buna rağmen bizden evvelki ağabeylerin Üstad’ın talebelerinden gördüğü usul, biz sabah derslerini dairevî halka şeklinde oturur, öyle yapardık. O günün yetiştiği talebelerin de kalite farkı oradan ortaya çıkıyor. Aynı zamanda bu “taallaku aşereten aşere” Mucizat-ı Ahmediye’de geçen Efendimiz(asm)’in emri, orada bir sır var demek ki. Kâinatta tavaftan yıldızların dönüşü, güneş sistemi… Bu ilim tahsilinde de “talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmek” enteresan bir sır galiba. O günün yorgunluğu, sabahın mahmurluğunda biz iki dizimizin üstünde sırayla yaklaşık bir saat, bir buçuk saat o dersi dinlerdik. Bu dairevî tedris ve usulü planlamasında bir noktayı daha tamamlayayım. Ta ilkokuldan beri hep bütün talebelerde problem olan bir şey var. Önde oturma, arkada oturma. Arkaya atılanlar sanki böyle itilmiş, kakılmış gibi, önde oturanlarda farklı bir hava oluyor gibi. Bu eşitlik ilkesine de uygun değil. Bunu daha başka psikolojik tahlilleri de yapılabilir. Bu halka ve dairevî ders usulünde aynı zamanda o sosyal eşitlik ve adalet de sağlanmış oluyor. İşin bir de bu yönü var. Sosyal müsavatı sağlamak, herkesle birlikte belki de döne döne anlatmak…”Muhterem ağabeyimizin tefekkürlerinden bizler de istifade ettik.
Medresettüz’zehra eğitim projesi
Madem Medresetü’z-Zehrâ eğitim projesi talim-i infiradiyi halka ve daireye tebdil etmiş. O halde bu projenin önemi ve mahiyeti hakkında şunları ifade edebiliriz. Medresetü’z-Zehrâ, önceleri Osmanlı’da Şark bölgesini ayağa kaldırma düşüncesiyle ortaya çıkmış Şark’ın bir eğitim projesi iken; daha sonra İslâm âleminin günümüz dünyasında hak ettiği yeri almasını sağlayacak bir gelecek projesine dönüşmüştür. Bu konu Bediüzzaman’ın gözünde o kadar ehemmiyetlidir ki, bu hayâlin gerçekleşmesi için tam elli beş sene ve üç kuşak boyunca ülkeyi idare eden idarecilere ısrarlı müracaatlarda bulunmuştur.
Bu sebepledir ki Medresettüz’zehra tam bir medeniyet projesidir. Bu projede din ve fen ilimlerini birlikte okutulur. Akıl ve kalbi ittifak ettirir. Medresettüz’zehra prejesi mektep, medrese ve tekkeyi tevhid eder. Bu metoda zaruret derecesinde ihtiyaç vardır. Cehaletin izalesi, münevverü’l kalb ve münevverü’l akıl ile mümkündür. Medresettüz’zehra projesi bu birlikteliği sağlar. Yani “intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile her biri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun.”[9] Risâle-i Nur hür bir Kur’ân medeniyetini asr-ı saadete bağlayarak bütün dünyaya ilan etmiştir. İslâm medeniyetini tekrar te’sis etmiş, batı medeniyetini tasfiye ederek Medeniyet-i Ahmediye(asm)’nin inşasının yolunu açmıştır. Medresettüz’zehra projesi bu mânâda da çok ehemmiyetlidir. Mânen vücut bulduğu gibi, maddeten de vücut bulmalıdır.
Abdülbâkî Çimiç
[1] ESDE(Münazarat), s.290
[2] ESDE(Münazarat), s.292
[3] Muhakemat, s.58
[4] İşârâtü’l İ’câz, s.231
[5] ESDE(Münazarat), s.292
[6] Sözler, s.793
[7] Oğuz Yiğiter
[8] ESDE(Münazarat), s.292
[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.292