Bediüzzaman’ın babasına hürmeti

Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında kaldığı yıllarda Bediüzzaman Hazretleri’nin babasının Nurs Karyesi’nden Van’a kendisini ziyarete geldiği bir hadise yaşanmıştır. Muhterem Araştırmacı-Yazar İslâm Yaşar bizzat ikinci kuşak Nurs Köyü sakinleri ve Bediüzzaman’ın yakın akrabalarından bu hadisenin yaşandığını kendisi dinlemiş ve olayı eserlerine almıştır. Biz de bu hadiseyi önce Bediüzzaman Beşlemesi’nden takip edelim:

“Molla Said meşhur olmuş, valiye karşı gelmiş, sürgüne gitmiş, kavga etmiş, yaralanmış, vurulmuş…” hayatı oldukça hareketli geçen Meşhur Molla Said’in, bütün Şark sakinlerini saran ve zaman zaman Nurs’a kadar ulaşan haberleriydi bunlar…Bu gibi haberler annesi Nuriye Hanım’ın yüreğini yakarken, babasının  yüreğine su serpiyor; birine acı ve hüzün, diğerine sevinç ve gurur veriyordu…Ama son gelen haber, duyguları dalgalandırmaktan ziyade dağlamaya başladı: “Oğlunuz ölmüş!” Mirza Efendi bu haberi de ihtiyatla karşıladı, Nuriye Hanım ise duyduğu anda donup kaldı. O zamana kadar her haber alışta için için ağladığından, içi dolmuş, gönlünü yakan hasret ateşi, göz yaşları ile söndürülemeyecek kadar şiddetlenmişti. Mirza Efendi’nin ve köylülerin bütün teselli çabaları Nuriye Hanım’ın ağlayışlarını hızlandırmaktan başka bir işe yaramayınca, altı üstü toprak, duvarları da taş olan bu küçük köy evi bir mâtemhâneye dönüverdi. Zaman bu mâtem havası içinde geçerken, bir gün Nuriye Hanım, haberin asılsız olabileceğini söyleyerek kendisini teselli etmeye çalışan Mirza Efendi’nin karşısına dikildi. “O zaman yavrumun yanına git, onu kendi gözlerinle gör. Getirebilirsen onu al getir. Getiremezsen iyilik ve sağlık haberleri ile dön.” dedi.

Şimdi kara kara düşünme sırası Mirza Efendi’ye gelmişti. Haberin asılsız olduğundan adı gibi emindi. Buna rağmen oğlunu görmeyi en az annesi kadar o da istiyordu, ama nasıl gidebilirdi? Köyde aksayacak olan günlük işleri ve yolda çekeceği zahmetleri fazla engel saymıyordu. Onu asıl korkutan şey, Said’in yaşadığı çevreye yabancı olmasıydı. Çünkü Said, icazet aldıktan sonra hep köşklerde, saraylarda ağırlanmış, paşalar, ağalar, şeyhler, hocalar ve benzeri insanlarla konuşup haşir neşir olmuştu. Kendisi ise böyle insan grubu ile hiçbir arada bulunmamıştı. Gerçi böyle insanlarla oturup konuşmaktan pek çekinmezdi. Ama onlar zengin, kendisi ise oldukça fâkirdi. Onların yanında giyebileceği düzgün bir elbisesi bile yoktu. Şu sırada böyle bir elbise alacak durumda da değildi. Mirza Efendi bunları da bir mahcubiyet sebebi olarak görmüyor, bu elbise ile büyük şehirlere gitmekten çekinmiyordu. Ama oğlunu yıllardır görmemişti. Onda ne gibi değişikliklerin olduğunu ve kendisini nasıl karşılayacağını bilmiyordu. Mirza Efendi, onun kendisini iyi karşılamasına da fazla ehemmiyet vermiyordu. Onu asıl korkutan şey, kendi varlığı ile onu, beraber yaşadığı insanların arasında mahcup edip küçük düşürmekti. Onun için gitmeyi çok istediği halde tereddüt ediyordu. Gerçi onu böyle bir kalabalık içinde görmek mecburiyetinde kalırsa babası olduğunu söylememeyi, ona da söyletmemeyi düşünüyordu. Kendisini, ona soru sormak için gelmiş bir köylü olarak tanıtabilirdi. Böyle bir hareketin de nasıl karşılanacağını bilmiyordu. Bu hissiyatını anlatsa, belki diğerleri de kendisine hak verirlerdi, ama anlatamadı. Nuriye Hanım’ın gittikçe artan ısrarı ise dayanma gücünü çoktan aşmıştı. Nihâyet bir gün gerekli hazırlıkları yaptı, eşeğine bindi ve yola çıktı.”[1]

Mirza Efendi oğlunun yanına ulaşmadan önce “Bediüzzaman Hazretleri daha 20 yaşlarında iken Van’da, Vali Tahir Paşa’nın ilme ziyâde hürmetinden ricasıyla vali konağında kaldığı günlerde, sık sık Valinin konağında doğunun büyük âlimleri ile ilmî sohbetler oluyordu. Daima bu musahabe ve ilmî içtimâlarda Bediüzzaman’ı Vali yanına oturtur ve ulema bu vehbî ilim sahibi büyük allameye küçük yaşına rağmen ziyâde hürmet ederlerdi. Yine böyle ilmî bir meclis kurulup değerli ve yüksek ulemanın da hazır bulunduğu bir gündür. Basit kıyafetli bir köylünün kapıda kendisini çağırdığını bildirirler. Hemen kapıya koşarak inen Badiüzzaman bir merkeple Nurs’tan kalkıp, Van’a gelen babasının elini öpen Molla Said, onu içeri alır. Mirza Efendi oğluna: “Burada benim, senin baban olduğumu kimseye söyleme” diye tenbihledi. Babasını konağa alan Bediüzzaman, onu içeri, vali ve diğer ileri gelenlerin bulunduğu salona getirir. Burada hemen girişteki eşiğe yakın bir yere oturan Sofi Mirza Efendi’yi, Bediüzzaman, oradakilere şöyle tanıtır: “Bu zât, benim babam Sofi Mirza Efendi’dir.” Babasını kapı ağzından alarak başköşeye, Vali Tahir Paşa’nın yanındaki sedire oturtur.”[2]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] İslâm Yaşar, Zamanın Sesi, 2005, s.187,188,189

[2] Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, 1974, s.45

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir