(Beni dünyâya çağırma)
Bedîüzzamân bu arada çok cazip ve dünyâda O’ndan başka belki de kimsenin red edemeyeceği bir teklif alır. Bu teklifi kendisine hiç bir vârisi olmayan Saîd Halîm Paşa yapmıştır. İstanbul’da olan ve etrafı ile İstanbul’un en müşâşalı güzellikleri ile meşhur olan yalısını teklif etmiştir. Bu yalı, Saîd Halîm Paşa Yalısı’dır. Paşa Bediîüzzamân’ı sevmiş ve O’na “Gel bu yalıyı sana vereyim burada ilmî çalışmalarını yap.” demiştir. Bu olayla ilgili bilgi Risâle-i Nûr Enstitüsü İnternet sayfasında şöyle geçmektedir. “Bu arada Bediüzzaman’ın fikirlerini çok beğenen ve yaptığı hizmetleri yakından takip eden Sadrazam Saîd Halîm Paşa, Yeniköy’deki yalısını çok büyük arazisi ile beraber ona vermek istemişti. Bediüzzaman bu köşkte hem ilmi çalışmalarına devam edebilir, hem de çok sıkıntılı ve yorucu geçen hayatının bundan sonraki kısmını rahatça geçirebilirdi.(1) ”
Bedîüzzaman ilk teklifi aldığında hemen red etmemiş, düşünmesi gerektiğini söylemiştir. Aradan zaman geçmiş ve Paşa Bedîüzzamân’a adam göndermiş. “Karârını versin benim işim var.” diyerek Bedîüzzamân’ın kararını vermesini beklediğini söylemiş.”Fakat Bediüzzaman, hizmetindeki ihlasa zarar gelmemesi için II.Abdülhamid’in teklifini reddettiği gibi Saîd Halîm Paşa’nın teklifini de reddetti. Çamlıca’daki dinlenme günlerinde Kosturma (Kostroma)’da filizlenen ve dünyanın fani yüzünü gösteren tefekkür yeniden başlamıştı. İstanbul’daki siyaset de onu bunaltmıştı. Yeni bir ruhi uyanışın sancılarını yaşayan Bediüzzaman, sık sık Beykoz’daki Yuşa Tepesi’ne çıkarak tefekküre dalıyor ve dünyayla olan bağlarını tamamen koparmaya çalışıyordu.(2) ” Bedîüzzamân bir gece dahâ müsâade istemiş ve o gece istihâre yapmış. Devâmını kendisinden dinleyelim:
“Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyânın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyâya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihâre edeyim. Sabahleyin kalbime bu iki levha hutûr etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübârek hâtıranın hâtırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhâfaza edildi.
Beni dünyâya çağırma,/Ona geldim fenâ gördüm.
Demâ gaflet hicâb oldu,/Ve nûr-i Hak nihân gördüm.
Bütün eşyâ-yı mevcûdât/Birer fâni muzır gördüm.
Vücud desen, onu giydim,/Âh, ademdi, çok belâ gördüm.
Hayat desen onu tattım/Azap-ender azap gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu,/Kemal ayn-ı heba gördüm.
Akıl ayn-i ikàb oldu,/Bekàyı bir belâ gördüm.
Amel ayn-i riya oldu,/Emel ayn-ı elem gördüm.
Visâl nefs-i zevâl oldu,/Devâyı ayn-ı dâ gördüm.
Bu envar zulümât oldu,/Bu ahbâbı yetim gördüm.
Bu savtlar na‘y-i mevt oldu,/Bu ahyâyı mevât gördüm.
Ulûm evhâma kalb oldu,/Hikemde bin sakam gördüm.
Lezzet ayn-i elem oldu,/Vücutta bin adem gördüm.
Habîb desen onu buldum,/Âh, firâkta çok elem gördüm.(3) ”
İşte Bedîüzzamân bu mısralarla muhataplarına karşılık vermiştir. Daha sonra ise şöyle gelişmeler olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası diğer İttihatçılar gibi Saîd Halîm Paşa’da mahkemeye çıkarılır ve önce Mondoros’a, oradan da Malta’ya sürgüne yollanır. Sonra da Roma’ya yerleşir. 6 Aralık 1921 tarihinde, akşamüstü arabayla evine döndüğü sırada bir Ermeni militan tarafından alnından vurularak şehid edilir(4) . Na’şı İstanbul’a getirilmiş ve Yeniköy’deki yalısından alınarak büyük törenle Sultan Mahmud türbesinin hazîresine (bahçesine) defnedilmiştir. Paşanın yalısı da vârisi olmadığı için devlete kalmış. Bir süre devlet, misafirlerini bu yalıda konaklatmış sonra ise ülkenin ilk kumarhânelerinden biri olarak kullanılmış. Şu haber ise yalının hangi amaçlarla kullanıldığının en önemli delîlidir. “Saîd Halîm Paşa Yalısı, kumarhâne, bar ve gece kulübünden sonra şimdi de butik otel oluyor.(5) ” Bu yalının hâli Üstad Bedîüzzamân’ın haklılığını gözler önüne seriyor.
İşte mecâzî mâşuklardan hakîkî aşka yönelen Bedîüzzamân dünyanın cazip tekliflerini elinin tersi ile itmiştir. O bu yalıyı kabul etseydi bu gün elimizde bulunan ve milyonlarca insanın îmânının kurtulmasına vesîle olan Risâle-i Nûr Külliyâtı olamazdı. Çünkü Risâle-i Nûrlar bir çilenin ve bedelin netîcesi ve ürünüdür. Sıcak odalarda, yumuşak koltuklarda ve yataklarda değil soğuk mekânlarda ve hücrelerde, sert kışlarda kıvâmını bulmuş ve lezzete kavuşmuştur.
Bedîüzzamân dünyâyı terk etmenin yolunu da bizlere şöyle göstermiştir:
“Dört şey için dünyâyı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır:
1. Dünyanın ömrü kısa olup, sür’atle zevâl ve gurûba gider. Zevâlin elemiyle, visâlin lezzeti zevâl buluyor.
2. Dünyânın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.
3. Seni intizar etmekte ve senin de sür’atle ona doğru gitmekte olduğun kabir, dünyânın ziynetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabûl etmez. Çünkü dünyâ ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.
4. Düşmanlar ve haşerât-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvâzene, kabirle dünyâ arasındaki aynı muvazenedir. Maahazâ, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye dâvet ediyor ki, senelerce dostlarınla berâber râhat edesin. Öyleyse, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allâh’ın dâvetine icâbet et.(6)
1. http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=Biyografi&Page=2
2.http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=Biyografi&Page=2
3.Sözler,2004,s:350
4.Eski Saîd Eserleri,2009,s:830
5.http://www.arkitera.com/haberler/2004/11/05/yali.htm
6.Mesnevî-i Nuriye,2006,s:201