Bedîüzzamân Kendi Yerine Şahıs Bıraktı mı?

320571_567451493281603_947586563_nBedîüzzamân Kendi Yerine Şahıs Bıraktı mı?

Elektronik mesaj ile Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri’nin kendisinden sonra gelecek bir zata emanetler bıraktı mı diye bizlere sualleri olan samimî bir kardeşimize verdiğimiz cevaptır.

Öncelikle sizi tebrik etmek istiyorum. Çünkü Risâle-i Nurlarla Rabbim sizleri tanıştırmış ve o güzîde eserleri okuyorsunuz ve ebedî hayatımızı kurtarmaya vesîle olan hakîkatleri tanıma şerefine etmişsiniz.

Aziz kardeşim, bizler epey süredir âcizane Risâle-i Nurları okuyup onlardaki prensiplerle yaşamaya çalışıyoruz. Hasbelkader de okuyup istifâde ettiğimiz hakîkatleri yazılar olarak paylaşıyoruz. Tevafuk ettiğiniz yazılarımızdan istifâde ettiğinize sevindim. Bir nebze de olsa faydamız olabilmiş ise Rabbimizin bir ihsanı olarak duâ vesîlesi biliriz.

Muhterem kardeşim, hemen sorduğunuz soruya geçmek istiyorum: “Üstâd’ımız Bedîüzzamân Saîd Nursî, ölmeden önce talebelerinden Tahiri Mutlu ağabeyimize 3 tane emanet bırakmış bu emanetler Kur’ân-ı Kerim, İmam-ı Rabbani’den gelen Dikişsiz Cübbe ve Sarığı, birde noter tasdikli Üstâd’tan sonra gelecek vazîfeli zata verilecek bir zarf. Ve bu zarf Bir Hocaya verilmiş.” Bunlar doğru mu diye soruyorsunuz?

İnanın bu üç şeyi ilk defa duydum diyebilirim. Üstâd’ın mührü hakkında bu tür mülahazalar duymuştuk, ancak sizin sual ettiğiniz iddiaları ilk defa duymuş durumdayız.

Aziz kardeşim, öncelikle Risâle-i Nur hizmetinin hakîkat mesleği olduğunu beyan edeyim. Sahâbe mesleğinin bu asırda bir cilvesidir. Bu hizmette fâni ve geçici şahıslara âli makamlar verilmez. Bütün makamlar Risâle-i Nurun şahs-ı mânevî havuzunda erimelidir. Risâle-i Nur mesleğinde talebelikten ileri de makam ve yol da yoktur. Var diyen eserlerden ispat etmelidir değil mi? Elbette ki şu hakîkat vardır. Üstâd’ın ilk halkası erkânlardır. İkinci halka da haslardır. Üstâd Hazretleri bu erkân ve haslara dahi ayrı bir makam vermez, onlara da aralarındaki ihlâs, tesânüd ve sadâkat sıfatları ile oluşan şahs-ı mânevîyi gösterir. Çünkü Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerin şahs-ı mânevîsi ferid makamına mahzardır. Bunların yüzlerce delili Risâle-i Nur’da mevcuttur.

Hem Üstâd Hazretleri “Biz delil isteriz; tasvir-i müddeâ ile aldanmayız.(Muhakemat)” demektedir. Şimdi buraya göre bizler size de nakledilen emanetler mes’elesinin Küliyat’tan delilini istesek nasıl olur? Bu aktarılan rivayetlerin Külliyat’ta kesinlikle karşılığı ve delili yoktur. Külliyat’tan ispat edilmeyen cümlelere de Nur Talebeleri i’tibâr etmez ve etmemelidir. Çünkü onlar muhakkik ve burhan ile giderler. Hem her söylenen sözün kalbe girmesine fırsat vermezler, mihenge vururlar. Üstâdımız ” Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elnde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.(Münazarat)” der. Şimdi bu söylentilerin eklediğim yerlerle izâhını yapmak mümkün mü?

Hem Risâle-i Nur dâvâsı öyle bir şahsın veya grubun tekeline bırakılacak bir dâvâ mı ki? Hem talebeliğin şartı için Üstâd hepimize şu ölçüyü vermiyor mu? “Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır.(Barla Lâhikası – Mektup No: 249)” Mektubat’ta ise buna şunları ekliyor: “Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyen Sözlere ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın. Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir. Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.(Yirmi Altıncı Mektup)”

Şimdi buraya göre “Sözleri kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazîfe-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.” şartlarını kimler taşıyor?

Muhterem kardeşim, bu dâvâ öyle cübbe-sarık emaneti dâvâsı değildir. Üstâdın maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleğidir. Üstâd ihlâs, sadâkat ve sebat ölçüleri içersinde hepimize Risâle-i Nurları emanet olarak bırakmış ve O şahsiyet-i mânevîye ile vazîfesinin başındadır.

Bizim son eklememiz yine Üstâd’dan olsun: Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.(Yirmi Dokuzuncu Mektup) Bütün mesele burada açık değil mi? “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazîfeleri, ulûm-u îmâniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izâhlarıdır veya tanzimleridir.”Buraya kanâat etmeyen ” Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” bu vartaya düşer. Allah muhafaza.

Öyleyse şöyle bitirelim. Risâle-i Nurların hiç bir yerinde Üstâd Hazretleri ben sarığımı, cübbemi, şunumu, bunumu bıraktığım kişilere tabi olur falan demiyor. Diyor diyenler ispat etmeliler. Ancak şunu diyor: “Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim, bana yardım ediniz. Meselemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazîfelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım.(On Dördüncü Şua)” Hem “Fihristeyi, taksimü’l-â’mâl tarzında mütesanid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir Üstâd buldunuz. O mânevî Üstâd, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.(Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 11)” demektedir. Bunlar bizlere yetmiyor ise ben başka bir şey yazmak istemiyorum.

Daha sayfalarca alıntı yapılabilir. Görüldüğü gibi bizler Risâle-i Nurlara takliden bağlanmamışız. Delil ve burhan ile sarılmış bir şekilde bağlanmışız. Sizler de bu tür söylentilere i’tibâr etmeyiniz. Üstâd’ın bazı talebelerinde veya kaldığı mekânlardaki evlerinde de bir yığın eşyası ve emanetleri var. Şimdi ne yapalım: Üstâd’ı ve Risâle-i Nurları bırakalım da Risâle-i Nurlara zıt bir yola mı süluk edelim? Hayır asla! Biz Risâle-i Nuarlarla hizmete devam diyoruz. Şahıslarda Risâle-i Nurlara sadâkatle bağlı kalır ve talebelikten ileri bir hak dâvâ etmez ve Risâle-i Nurların şahs-ı mânevîsine dâhil olursa onlara hürmet ederiz ve başımız gözümüz üzerinde yerleri var deriz. Bundan başka yollar Nur Mesleğinde yoktur diyor ve öyle biliyoruz.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir