Bediüzzaman Hoy Üzerinden Van’a Ulaşıyor
Bediüzzaman, Tiflis’ten sonra kısa yoldan Hoy’a gelir. Bu yolculuğunda, trenle İran’ın Hoy şehrine gidip, oradan da Van’a gelmiş olma ihtimali yüksek görülmektedir.[1] 1916 yılında Ruslara esir düştüğünde de Van üzerinden Hoy şehrine götürülmüş, daha sonra Tiflis’e, oradan da esarete sevk edilmişti.[2] Van’a doğru bu seyahatinin mevsimi kış sonu olması hasebiyle, yaz aylarında o zaman için en kısa yol olan Trabzon, Erzurum, Ağrı ve Van şeklinde değil de, Tiflis üzerinden yapılmasıyla, herhalde bu seyahat bir ayı geçkin bir zamanı içine aldığını kabul etsek, Nisan ayı ortalarında Van’a muvasalatı tahakkuk etmiş olmalıdır.[3]
Bediüzzaman Tekrar Van’da
Bediüzzaman tekrar Van’a geldiğinde bir süre Horhor Medresesi’nde kalır ve burada aynen eskisi gibi ders vermeye, halkı irşâd etmeye başlar. Yaz mevsiminde de talebelerini de yanına alarak Şark’taki aşiretleri dolaşmaya başlar; gayesi Meşrûtiyeti insanlara doğru bir şekilde anlatmak, İslâm ve İslâm’ın mukadderatı hakkında kanaatlerini paylaşmak, sorulacak sualleri cevaplayıp irşâdda bulunmaktır. Bediüzzaman, bir nevi aşiretlere yönelik eğitim programı da diyebileceğimiz bu faaliyetlerini,“Münâzarât” adlı eserinde derleyip yayınlamıştır; ayrıca adı geçen eserin “Reçetetü’l-Avam” adıyla Arapça versiyonu da bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın hedef ve ufkunda yalnız aşiretler ve o zamanın insanları olmadığını ve onun âleminde ümitsizlik ve karamsarlık gibi negatif duyguların hayat bulamadığını göstermesi açısından Münâzarât adlı eseri çok önemli bir yer tutmaktadır.
Bediüzzaman Horhor Medresesi’ni Tamir Ettiriyor
Bediüzzaman Hazretleri 1910 Nisan ayında Van’a geldiği biliniyor. İstanbul’da kaldığı süre içerisinde birçok devlet adamı, askerî erkân, müderris ve meşâyıhla tanışmıştı. Saltanat merkezinde yönetim ve halk arasındaki birçok eksiklik ve aksaklıkları bizzat görmüş ve yaşamıştı. Gerçek manada yaygınlaştırılacak hürriyet sayesinde düşünce ve teşebbüs hürriyetinin neleri kazandırabileceğini çok iyi biliyordu. En önemlisi ise Kur’ân ve imân hakikatleri çerçevesinde yaşanacak bir hayatın, bütün olumsuzlukları ortadan kaldıracağına inanmıştı. Bu duygu ve düşüncelerini Van ve çevre bölgelere aktarmanın, anlatmanın zamanı geldiğine karar vermişti. Bediüzzaman, İstanbul’da karşılaştığı bütün olumsuzluklara rağmen hürriyet ve meşrûtiyet konusunda ümidini hiç yitirmemişti. Hürriyet ve meşrûtiyet fikrinin İslâm dünyasının önündeki engelleri kaldırıp, birlik ve ittihad ruhunu filizlendireceğine inancı sonsuzdu. Hürriyet, meşrûtiyet ve İttihad-ı İslâm konusundaki düşüncelerini bölge ve dolayısıyla tüm İslâm âlemine anlatmak en büyük gayesi olmuştu. Bediüzzaman önce eğitim verdiği Horhor Medresesi’nin tamir ve bakımını da yaptı. Medresesinin tamiri bittikten sonra talebelerine burada ders vermeye başladı.
Bediüzzaman Van ve Çevre Bölgeleri Geziyor
Bediüzzaman, Temmuz ayının sonuna doğru ziyaret için ilk önce Van yakınlarındaki Ertoşi aşiretinin bulunduğu bölgeye gitti. Bu ziyaretteki gayesi, Ertoşi aşiretinden başlayarak diğer tüm aşiret ve yerleşim yerlerindeki insanları hürriyet, meşrûtiyet ve dini konularda bilgilendirmekti. Çünkü doğudaki aşiretler, hürriyet ve meşrûtiyeti yanlış anlamışlardı. Onlara hürriyet ve meşrûtiyetin gerçek manada uygulanması hâlinde, her konuda ilerlemenin mümkün olacağını anlatmaya başladı. Bediüzzaman, bu seyahatini üç şekilde planlamıştı. Bunlardan birincisi avam tabakasıydı. Onlara anlayabilecekleri tarzda konuşuyordu. Öğrenmek istedikleri her şeyi sorabileceklerini söyledi. Soru ve cevap şeklinde sorulan günün meselelerine açıklık getirdi. Hakiki hürriyet ve meşrûtiyetle İslâm medeniyetinin geri geleceğini onlara usulünce ve anlayacakları lisânla anlattı.
İkinci grupta din adamlarıydı. Doğudaki medrese hocalarına ve ilim ehline, din konusundaki düşünce ve fikirlerini, günün ihtiyaçlarına göre değerlendirmelerini ve geliştirmelerinin yollarını açıkladı.
Üçüncüsü ise; İslâm dünyasının yeniden ayağa kalkmasına mani olan engelleri İslâm âlemine duyurmaktı. Bu da elbette ki Kur’ân-ı Kerim’in mesajları, iman hakikatlerinin anlaşılması, ahlâkın yeniden hayata geçirilmesi ve dinin yaşanmasına bağlı olacaktı. Bunun için Şam ve Kahire gibi İslam dünyasının merkezî yerlerine gitme niyetinin hazırlıklarını yapıyordu. Hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke ve Medine’ye gitmeyi ve oradaki âlimlerle buluşmayı düşünmüştü. Bediüzzaman, çok sevdiği Nurşinli Meşhur Şeyh Abdurrahman-ı Taği’nin oğlu, büyük veli, “Hazret” lâkabıyla bilinen Muhammed Ziyaüddin’le birlikte hacda buluşmak için haberleşmişti. Ancak kendisi hac mevsimine yetişememişti. O sene Şeyh Muhammed Ziyaüddin’in hac dönüşünde, Şam’da görüşebilmişlerdi.
Bediüzzaman Başid Dağı, Ferraşin Ovası ve Beytüşşebap’ta
Bediüzzaman, iki ay gibi bir sürede gezdiği Başid Dağı, Ferraşin Ovası ve Beytüşşebap’taki aşiretlerle yaptığı sohbetleri daha sonra kitaplaştırdı. Kitabın tam adı “Azametli Bahtsız Bir Kıt’anın, Şanlı Tali’siz Bir Devletin, Değerli Sahipsiz Bir Kavmin Reçetesi Veyahut Bediüzzaman’ın Münâzaratı” veya kısaca “Münâzarat” olan bu kitabı daha sonra 1911 yılında Matbaa-i Ebuzziya’da bastırdı.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-I, s. 332
[2] Rahmi Erdem, Davam, Timaş Yayınları, s.197
[3] Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-I, s. 332