Beddîüzzamân’ın Hakîkî Üstâdı; Kur’ân’dır
Artık gün geçmiyor ki basında ve sosyal medyada Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri ve Risâle-i Nur hakkında bir yazı ve yorum yazılmasın, fikir beyan edilmesin. Bundan bir cihetle memnun oluyoruz. Asrımızı ve istikbâli, özelikle hayatta olduğu zamanda fikirleriyle ve eserleri olan Risâle-i Nur Külliyatı ile sarsan ve meşgul eden Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, vefatından sonra da sarsmaya ve meşgul etmeye devam ediyor. Çünkü O, “mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum![1] demişti. Ehl-i dalâlete de “Ben rahmet-i İlâhiyeden ümîd ederim ki, mevtim hayâtımdan ziyâde dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacak. Cesaretiniz varsa ilişiniz. Yapacağınız varsa göreceğiniz de var.”[2] diyerek haykırmıştı. Ve aynen dediği gibi olmuş ve de olmaya devam ediyor. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim![3]” dedi ve bu hâl hâdisat-ı âlemce bizzat ispat edilmiş oldu.
Şimdi hakîkat-i hâl böyleyken asrımızı ve gelen istikbali kendisi ve dâvâsı ile tenvir ve alâkadar edecek olan Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri hakkında yazıp çizerken çok dikkat edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Üstâd’ın kendi şahsı ve eserleri hakkında beyan edilecek düşünceler ve fikirler elbette ki önem arz etmektedir. Yapılacak olan tespitler, yazılıp çizilen yazılar ve yorumlar nesl-i âtî için doğru bilgiler olmalı ve en önemlisi de Bedîüzzamân Hazretleri’nin şahsiyet-i mânevîyesine ve dâvâsına zarar vermemelidir. Bedîüzzamân Hazretleri’nin hem şahsını, hem de dâvâsını en mükemmel izâh edecek olan yine eserleridir. Ancak eserlere mürâcaat edildiğinde tamâmına bakılmalı, tenâkuza düşecek iktibâslar yapılmamalıdır. Yapılan araştırmalar, yazılar ve yorumlar resmin tamamını görecek ve gösterecek nitelikte olmalıdır.
Bedîüzzamân Hazretleri’nin Tarihçe-i Hayatı’nda da sâbit olduğu üzere tahsil hayatı üç ay gibi kısa bir süredir. Zahiren bakıldığında Risâle-i Nur gibi eserleri te’lîf etmek için bu süre yeterli değildir. Buna bütün âlem şahittir. Öyleyse çocuk yaşta bütün allâmeleri münâzaralarda mağlup eden bir insanın üç ay gibi kısa süren bir medrese ilmi ile buna muvaffak olamayacağı kesindir. Bedîüzzamân Hazretleri uzun süreli bir Üstâd’dan veya bir medrese âliminden de ders almamıştır. Öyleyse Risâle-i Nur Külliyatı gibi bir eser nasıl ortaya çıkmıştır? Bunu ifâde etmek ve anlamak için kendi eserlerine mürâcaat etmeliyiz. Çünkü hiçbir şüphe ve vesveseye gerek kalmayacak şekilde bu mes’eleyi de Bedîüzzamân Hazretleri izâh etmiştir.
Meselâ; Bedîüzzamân Hazretleri İmam-ı Rabbânî’nin Mektubat eserinde yapmış olduğu tefe’üllde çok mühim ve önemli bir yere tevâfuk etmiştir. İmam, bu tefe’üllde “Tevhid-i kıble et.” Yani: “Birini Üstâd tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma.“ der. Bedîüzzamân Hazretleri O Üstâd’ın Kur’ân olduğunu anladığını şöyle ifade eder: “Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cedvellerin menbâı ve şu seyyârelerin güneşi, Kur’ân-ı Hakîm’dir. Hakîkî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en a’lâ mürşid de ve en mukaddes Üstâd da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidâdım elbette lâyıkıyla o Mürşid-i Hakîkî’nin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor; fakat ehl-i kalb ve sâhib-i hâlin derecâtına göre o feyzi, o âb-ı hayatı yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imâniyedir ve pek yüksek ve kıymetdâr maârif-i İlâhiye hükmündedirler.”[4]
Bu gelen yerde de “Madem Kur’ân-ı Hakîm mürşidimizdir, üstâdımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir.”[5]diyerek mürşid ve üstâd olarak Kur’ân-ı Hakîmi göstermektedir.
Yine Risâle-i Nur’un te’lîf hâlini ve hakîkatini ifade ederken Kur’ân’ın Üstâdlığını gösteriyor, Risâle-i Nur’un me’hazını yine Kur’ân olarak ifade ediyor. İşte o cümleler: “Risâle-i Nur saîr te’lîfat gibi ulûm ve fünûndan ve başka kitablardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka Üstâdı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Te’lîf olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur’ânîden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzûl ediyor.”[6]
Bununla berâber şu ifadeler de Risâle-i Nur’un mâhiyetini çok mükemmel olarak ifade ediyor. “Risâle-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâı ve o ma’den-i ilm-i hakîkattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesidir.”[7] Öyle de mânevî bir elektrik olan Resâil-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünûnundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semâvî olan Kur’ân’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”[8] Ben kasemle temin ederim ki: Risâle-i Nur’u senadan maksadım, Kur’ân’ın hakîkatlarını ve imânın rükünlerini te’yîd ve isbat ve neşirdir.”[9]
Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nur’un te’lifi noktasında “benim hakâik-i imâniyede husûsî Üstâdım, İmam-ı Ali’dir” diyor. Gayr-ı Münteşir Emirdağ mektuplarında buna şöyle işaret ediyor. “Peşin olarak size bunu beyan ediyorum ki, Risâle-i Nur’un Üstâdı ve Risâle-i Nur’a Celcelutiye Kasidesinde rumuzlu işaretiyle pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakâik-i imâniyede husûsî Üstâdım, İmam-ı Ali’dir (r.a.)”[10]
Burada İmam-ı Ali (r.a.)’nin Risâle-i Nur’a olan teveccühünü ve hakâik-i imâniye cihetiyle Bedîüzzamân’a husûsi Üstâdlık yaptığını görüyoruz. Çünkü “Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı aylık hilafeti ile berâber Risâle-i Nur’un Cevşen-ül Kebir’den ve Celcelutiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazîfe-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imâniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünki adalet-i hakîkîye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidâdda bulunan, Risâle-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın bir muâvini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir.”[11] denilmektedir.
Demek ki İmam-ı Ali (r.a.), hem kendisi bizzat Ercüze ve Celcelutiye Kasideleri ile Risâle-i Nur ile alâkadar ve bu alâkadarlık hakâik-i imâniye cihetinde Hazret-i Hasan Radıyallahümden yarım kalan hilafeti Risâle-i Nur’un tamamlamasına işareten olmaktadır. Bu cihetle Risâle-i Nur için İmam-ı Ali (r.a.)’ın üstâdlığı mahz-ı hikmet ve hakîkattir. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri “Zaten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakîkat dersimi Gavs-ı Âzamdan (k.s.) ve Zeynelâbidîn (r.a.) ve Hasan, Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (r.a.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.”[12] demektedir.
Görüldüğü gibi Bedîüzzamân Hazretleri Üstâd olarak Kur’ân’ı gösteriyor ve Kur’ân’ın feyzinden mülhem olan eserlerinin te’sirini de yine Kur’ân’ın kudsiyetine ait olduğunu ifade ediyor. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri’nin Tarihçe-i Hayatı ortadadır. Rabbimizin kendisine bahşetmiş olduğu hârikulâde zekâ ile ve Kur’ân’ın-ı HakîminÜstâdlığıyla, mürşidliğiyle, dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle[13] Risâle-i Nur Külliyatı te’lif ettirilmiştir.
Madem hakîkat-i hâl böyleyken Bedîüzzamân Hazretleri’nin Risâle-i Nur Killiyatı’nın müteferrik yerlerinde ifade ettiği birçok hikmete mebni ve çok sırları taşımakta olan “Üstâd”, “Üstâdım” ve “Üstâdlarım” ifadelerini nasıl anlamalıyız? Selef âlimlerinin birçoklarının isimlerini de sayarak Üstâdım ve ya Üstâdlarım dediği izahatlarına nasıl bakmalıyız?
Mesela Bedîüzzamân Hazretleri Sekizinci Mektup’ta “Üstâdım İmam-ı Rabbânî aşk-ı mecâzîyi makam-ı nübüvvete pek münasib görmediği için demiş ki: “Mehasin-i Yusufiye, mehasin-i uhreviye nev’inden olduğundan, ona muhabbet ise mecâzî muhabbetler nev’inden değildir ki, kusur olsun.” Ben de derim: “Ey Üstâd! O, tekellüflü bir te’vildir; hakîkat şu olmak gerektir ki: O, muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.”[14] izahatlarını yapmıştır. Görüldüğü gibi Bedîüzzamân Hazretleri, “Ey Üstâd!” dediği İmam-ı Rabbânî’nin “Hazret-i Yakub Aleyhisselâm’ın Hz. Yusuf Aleyhisselâm’a gösterdiği hissiyâtını tashih ederek; O’na “Ey Üstâd!” diyerek hitap ediyor; hem O’nu incitmiyor, hem de hakîkati hakkın hatırı için söyleyerek ümmete O gibi İslâm âlimi ve mücedditlere karşı da nasıl davranılması gerektiğinin yolunu gösteriyor. Böylece selef ulemasına karşı her daim edepli olunması ve haddin aşılmaması dersini de ehl-i İslâma göstermiş oluyor.
Risâle-i Nurların müteferrik yerlerinde geçen “Üstâd, Üstâdım ve Üstâdlarım” ifadelerini Bedîüzzamân Hazretleri bilerek ve çok mühim hikmet ve hizmetleri içerdiği için kullanıyor. Çünkü ilm-i kesbi devresi olan Eski Saîd döneminde Üstâdım dediği zatların eserlerini okumuş ve birçoğunu hıfzetmiştir. Ancak ilm-i vehbiye mazhâriyet devresi olan Yeni Saîd döneminde ise Bedîüzzamân Hazretleri kendi ifadesi ile “Kat’î kanâatım geldi, bizler bir inâyet altında, gayet ehemmiyetli bir hizmette ve ihtiyar ve iktidarımız haricinde bir dest-i gaybî tarafından istihdam ediliyoruz.”[15] demektedir. Hem “İhtiyarımız ve haberimiz olmadan, birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmeyerek, bizi mühim işlerde çalıştırıyor.”[16] der.
Diğer taraftan yine Üstâd olarak ifade ettiği zatlar için şu mühim noktayı da nazar-ı dikkate sunuyor: “Ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakâik-i imâniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki saâdet-i ebediyenin medârı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekâvet-i ebediyeye sebebiyet verir.”[17] Böylece Bedîüzzamân Hazretleri “Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbânî (R.A.) gibi zâtların bu zamanda olmaları halinde Kur’ân’dan mülhem ve hakîkî Üstad’ım dediği Kur’ân’ın mânevî bir mucîzesi, dersi ve tefsiri olan Risâle-i Nur eserleri ile hizmet edeceklerine ve bütün mesâilerini Risâle-i Nur’un en ehemmiyetli dâvâsı olan imân-ı tahkîkî yolunda sarf edeceklerini bildirmektedir.
Abdülbâkî ÇİMİÇ
https://www.feyzinur.com
[1]Mektubat (424)
[2]Şualar (434)
[3]Tarihçe-i Hayat (51)
[4]Mektubat (356)
[5]Mektubat (368)
[6]Şualar (711)
[7]Şualar (686)
[8]Şualar (690)
[9]Şualar (747)
[10]Emirdağ-1,Gayr-ı Münteşir
[11]Emirdağ Lahikası-1 (72-73)
[12] Emirdağ Lahikası-1 (67)
[13]Şualar (45)
[14]Mektubat (30-31)
[15]Emirdağ Lahikası-1 (26)
[16]Mektubat (371)
[17]Mektubat (23)