Başka Şeylere Müracaat Etme

“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellük edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.(Yirminci Mektup )”

Allah biridir. Buna Müslüman olup da inanmayan mı var? Hayır, kat’a ve asla. Allah birdir. Her şeyin dizgini onun elindedir. O mekândan münezzeh ve her yerde hazır ve de nâzırdır. Öyle mi? Elbette ki öyle. Şüphesi olan mı var?

En küçük bir siyâsî ve sosyal hâdiselerde kırılmalar, zorlanmalar yaşıyoruz. Hiç Nûr talebelerine yakışmayan ve yanaşmaması gereken vaziyetler baş gösteriyor. Gereksiz yere hiç de etki alanımızda olmayan hâdiselere dalıyoruz. Bir de hiç ilgilenmememiz ve bakmamamız gereken meselelere bakabiliyor ve ilgilenebiliyoruz. Böylece tüm hâdiselerden haberdarız. Bir anda rengimiz atıyor, sanki yaşanan hâdiseler başıboşmuş gibi tavırlar alıyoruz. Çok gereksiz tartışmalar ve yazışmalar içine giriyoruz. Bir türlü tevekkül vaziyeti alamıyoruz veya tevekkülde zorlanıyoruz.
 
Bir diğer mesele de esbâba fazla güveniyor ve esbâbtan çok korkuyoruz. Mâdem Allah birdir. Her şeyin dizgini onun elindedir ve her şey O’nun emri ve izni ile oluyor ve biz öyle inanıyoruz. Ancak hiç de öyle duruş yapamıyoruz. Bize musîbet gibi görünen mülk âleminde yaşanan hâdiselerin altında kader cihetinde ve melekût veçhesinde ne dersler saklı ve hangi hikmetler var onlara bir türlü hamledemiyoruz.
Halbûki bu gibi dersleri Risâle-i Nûrlardan okuyoruz. Ancak günlük iştigâl ettiğimiz hâdiseler, afak ve kesret âlemi bizleri dağıtıyor. Kalbimizi ifsâd ediyor, aklımızı da geveze yapıyor farkında bile değiliz. Birbirimize de afakî hâdiseleri ve kesret tabakasını servis yapmakta gecikmiyoruz. Birbirimizi kırmamız ve sû-i zân yapmamız da çabası.
Öyleyse afaka dalıp boşuna yorulmayalım. Bu tür hâdiselere müracâat edip sıkıntı çekip başkalarına da çektirmeyelim. Rabbimize güvenelim ve afakî hâdiselerin başıboş olmadığını düşünelim îmânî vazîfemize dahâ şiddetli çalışalım. Afakî meselelere tenezzül edip minnet çekmeyelim. Onlarla fazla iştigâl edip nûrânî vazîfemize halel getirmeyelim.
Afakî meselelerle iştigâl edenler bizim nûrânî vazîfemizle iştigâl etmiyorsa bizler de onlara temelluk edip minnet çekmeyelim ve boyun eğmeyelim.
Afakî ve siyâsî meselelerin arkasına biz düşeceğimize onlar bizim nûrânî vazîfenizin peşine takılsın. Çünkü bizlerin vazîfesi kâinatta en büyük vazîfedir.
Hele hele ehl-i dünya ve ehl-i dalâletten korkup ümîtsizliğe düşmeyelim. Onlardan ve esbâbtan korkup titremeyelim. Bizlere bu vaziyet ve hâl yakışmaz.


Şu gelen cümleleri hiç mi hiç unutmayalım: “Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.(Yirminci Mektup)”

“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyâret etmek için, o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyâret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acâib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâya muhtaçtır.

İşte, şu vaziyette bir insana hakiki ma’bud olacak, yalnız her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazînesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir.

Çünkü, nihayetsiz hâcât-ı insaniyeyi ifâ edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhît bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, ma’budiyete lâyık yalnız Odur.

İşte ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevkî kazanırsın. Eğer ubûdiyetten istinkâf etsen, âciz mahlûkata zelîl bir abd olursun. Eğer enâniyetine ve iktidarına güvenip tevekkül ve duâyı bırakıp, tekebbür ve dâvâya sapsan, o vakit, iyilik ve icad cihetinde, arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zayıf düşersin; şer ve tahrip cihetinde, dağdan daha ağır, tâundan daha muzır olursun.
(Sözler | Yirmi Üçüncü Söz | 289)


Bizim i’tikâdımız ve inancımız şunu gerektiriyor.”Her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazînesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl’e inanmak ve itikat etmek. “Ancak hayata bakan cihetlerde sanırım bu inanç ve i’tikâdden gaflet edebiliyoruz. Gelişen içtimâî hâdislerde bu inancın gerektirdiği duruşta yalpalamalar başgösterebiliyor. Esbâba kızıyor, onlardan bekliyor ve onlara müracâat ediyor vaziyeti alıyor gibi duruyoruz.

Hani Yunus(as) denize atıldığında denize, karanlığa, dalgalara ve balığa hatta onu denize atanlara kızdı mı? Onlarla hiç iştigâl etti mi? Onlara müracâat etti mi? Onlardan kurtuluş için çare aradı mı? Hayır, bunların hiç birini yapmadı. Yunus(as) sadece ve sadece Yüce Allah’a yöneldi, enfüsî tefekkür, tezekkür ve murâkabe yaptı. Çünkü O biliyordu ki Müessir-i Hakîkî yalnız ve yalnız Allah idi. Bütün sebeplerin sahibi de Allah idi. Sebeplerin zinciri de Allahın elinde idi. Böylece o da Allah’ı râzı etti ve selâmete erdi.


“Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idâre edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.(Yirminci Mektup)


يُحْيِى Yani, hayatı veren Odur. Ve hayatı rızıkla idame eden de Odur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine Odur. Ve hayatın âli gayeleri Ona aittir ve mühim neticeleri Ona bakar; yüzde doksan dokuz meyvesi Onundur. İşte şu kelime, şöyle fâni ve âciz beşere nidâ eder, müjde verir ve der:

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevî, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûma aittir. Masarıf ve levazımatını O tedarik eder.

Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve Ona aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazîfeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faydalar verdiğini ve o sefine sahibi Zâtın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazîfeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâiç, bir cihetle senin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bâkiyeyi temin eder, seni ebedî ihyâ eder.(Yirminci Mektup)


Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkîniz var.

Madem O var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz.

Belki o mahbuplarda sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Bâkînin cilve-i cemâl-i bâkisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir.

Onların zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi aynalardır.

Aynaların değişmesi, şâşaa-i cemâlin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, herşey var.(Yirminci Mektup)


لَهُ الْمُلْكُ Yani: Ferş’ten Arş’a, serâdan süreyyaya, zerrâttan seyyarata, ezelden ebede kadar herbir mevcud, semâvat ve arz, dünya ve âhiret, her şey onun mülküdür. Mâlikiyet mertebe-i uzması, tevhid-i azâm suretinde onundur. Şu mertebe-i uzma-i mâlikiyet ve makam-ı a’zam-ı tevhidin bir hüccet-i kübrası, lâtif bir zamanda ve lâtif bir hatırada, Arabî ibaresinde, şu âcizin hatırına ilka edildi. O lâtif hatıranın hatırı için, aynı ibare-i Arabiyeyi kaydedip, sonra mealini yazacağız.لَهُ الْمُلْكُ ِلاَنَّ ذَاكَ الْعَالَمَ الْكَبِيرَ كَهَذَا الْعَالَمِ الصَّغِيرِ .. مَصْنُوعَا قُدْرَتِهِ مَكْتُوبَا قَدَرِهِ .. اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِدًا .. اِيجَادُهُ لِهَذَا صَيَّرَهُ سَاجِدًا اِنْشَاوءُهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مِلْكًا .. اِيجَادُهُ لِهَذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا .. صَنْعَتُهُ فِى ذَاكَ تَظَاهَرَتْ كِتَابًا .. صِبْغَتُهُ فِى هَذَا تَزَاهَرَتْ خِطَابًا .. قُدْرَتُهُ فِى ذَاكَ تُظْهِرُ حِشْمَتَهُ .. رَحْمَتُهُ فِى هَذَا تُنَظِّمُ نِعْمَتَهُ .. حِشْمَتُهُ فِى ذَاكَ تَشْهَدُ هُوَ الْوَاحِدُ .. نِعْمَتُهُ فِى هَذَا تُعْلِنُ هُوَ اْلاَحَدُ .. سِكَّتُهُ فِى ذَاكَ فِى الْكُلِّ وَ اْلاَجْزَاءِ .. خَاتَمُهُ فِى هَذَا فِى الْجِسْمِ وَ اْلاَعْضَاءِ
Meali:(Mülk umumen Ona aittir. Zira şu büyük âlem, tıpkı bu küçük âlem gibidir; her ikisi de Onun kudretinin masnuu ve kaderinin mektubudur.
Şu büyük âlemi ibdâ ederek onu bir mescid haline getirmiş, bu küçük âlemi icad ederek onu da bir sâcid kılmıştır. Şunu bir mülk şeklinde inşa etmiş, bunu da bir memlük olarak icad etmiştir. Şundaki san’atı bir kitap olarak tezahür etmiş, bundaki sıbğası ise hitap çiçekleri suretinde açmıştır. Şunda kudretiyle haşmetini gösterir; bunda ise rahmetiyle nimetlerini tanzim eder. Şundaki haşmeti Onun vâhidiyetine şehadet eder; bundaki nimetleri ise Onun ehadiyetini ilân eder. Şu büyük âlemin küll ve eczalarında Onun sikkesi okunduğu gibi, bu küçük âlemin cisim ve âzâlarında da Onun hâtemi vardır.)

يُحْيِى Yani: Hayat veren yalnız O’dur. Öyle ise, her şey’in Hâlıkı dahi yalnız O’dur. Çünki: Kâinatın ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da Odur. Hayatı veren elbette O’dur, Hayy u Kayyûm’dur.(Yirminci Mektup)

Bâkî ÇİMİÇ

“Başka Şeylere Müracaat Etme” için 2 yorum

  1. Şimdi nasıl Erkan kardeşim,eğer yine okunmaz ise daha da büyütebilirim. Selam ve hürmetler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir