Azîm bir heyetin tesânüdüyle çalışmak…

catsAzîm bir heyetin tesânüdüyle çalışmak…

Uzun sayılabilecek bir tedkikat ile Risâle-i Nur’un müteferrik yerlerinden bir araya getirmeye çalıştığımız “Risâle-i Nur’dan Siyasete bakış” yazılarımız Yeni Asya Gazete’mizde tefrika edildi. Bu süre içersinde çeşitli vesilelerle bizlere ulaşan ve uzun süreli telefon görüşmelerimiz ile katkıda bulunan ağabey ve kardeşlerimiz oldu. Ayrıca hem emailimize, hem de sosyal medya ile gazetemizde paylaşılan yazılara yorumlar yazıldı. Bu yorum ve görüşmelerden anladığımız dizi yazı ilgiyle takip edilmiş. Risâle-i Nur eksenli bir çalışma olması da ayrıca dikkatleri yazılara çevirmiş durumda. Bu çalışmanın daha da genişletilerek bir kitap hacmine gelmesi için çalışmalarımız devam ediyor. İnşâallah kalıcı bir şekle gelir ve daha fazla insanımızın istifadesine medar olur ümidindeyiz. Gayret bizlerden, tevfik Rabbimizden ve neticesi de şahs-ı mânevîye aid olur inşâallah. Özellikle şunu belirtmek isteriz ki Risâle-i Nur üzerine yapılabilecek bu tür çalışmalar tam bir mütesanid heyet çalışması olmalıdır. Buna şiddetle ihtiyaç olduğu kanâatindeyiz. Çünkü asrımız bunu zarûrî kılıyor. Böyle bir vazîfe için “Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-i efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından azade olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur.”[1] noktasından hareket edilmelidir.

Risâle-i Nur’da ihtiyacımız olan meseleler ehemmiyet derecesine göre yer almış ve ümmetin istikameti noktasında gerekli izahatlar yapılmıştır. Bazen mücmel bırakılan noktalar diğer eserlerde tekmil edilmiş olup; şerh, izah ve tanzim noktasında Risâle-i Nur şakirtlerine vazife tevdi edilmiştir. Çünkü “Bu dürus-i Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehitler de olsalar, vazifeleri, ulûm-i îmâniye cihetinde, yalnız yazılan şu sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-i îmâniyedeki fetva vazîfesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde, nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhatıdır; bizler, taksimül a’mal kaidesiyle, her birimiz bir vazîfe deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.”[2]

Bediüzzaman Hazretleri zaman zaman vazîfesi gereğince aktif siyasete bakar ve temel prensipleri ve İslâmî esasları vazeder. Bu prensipler ve esaslar İslâm’ın yüksek siyasetinin Kur’ânî dersleridir. Yazıldığı zamanla sınırlı olmayıp kıyamete kadar ümmetin içtimâî ve siyâsî ihtiyaçlarına cevap verebilecek vaziyettedir. Bu prensipler ve esaslar, yazıldığı zamana baktığı gibi gelen istikbale de bakmaktadır. Çünkü “Lillâhilhamd, Risâletü’n-Nur bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş.”[3]tir.

Bu cihetle Bediüzzaman Hazretleri Eski Said Devresinde temel esaslarını vaaz ettiği İslâm’ın hayat-ı içtimâiyesiyle ilgili noktaların tekmilini özellikle Üçüncü Said Devresi olan 1948’den sonraki hayatında siyaset âlemindeki vazifesinin gereği olarak deruhte etmiş ve“Beş, on günde iki-üç defa siyaset dünyasına baktım. Acip bir hal gördüm.”[4]gibi cümlelerle ifade etmiştir. Böylece “Eskide İttihad-ı Muhammedî, şimdi Nurcular nâmını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risâle-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim.”[5] Diyerek içtimâî ve siyâsî hayat için ümmetin ihtiyacı noktasında Risâle-i Nur’un kendi bedelime konuştuğunu ve vazîfe yaptığını belirtmiştir. Öyleyse bizler de bu tür konuların şerh, izah ve tanzimini Risâle-i Nur’dan izini sürmeli ve Üstadın adına konuşan Risâle-i Nur’u konuşturmalıyız. Ancak dediğimiz gibi ferdî çalışmalar muhakkak mütesanid heyet çalışmalarıyla birleştirilmelidir. Çünkü “Cüzde bulunmayan, küllde bulunur” kaidesine binâen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur.”[6] Ayrıca Sünuhat Risâlesi’nde “Fert tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Tesirat-ı hariciyeye kapılmakla çok ahkâm-ı diniye feda edildi.”[7] Denilmektedir.

Öyleyse Risâle-i Nur talebeleri himmet ve gayretlerini dâhili ve menfî hâdiselerden beri tutarak, ümmetin kurtuluşuna vesile olacak Kur’ân’ın son dersi ve hakikatleri olan Risâle-i Nur’a çevirmeleri gerekiyor. Böylece ümmetin ve insanlığın ihtiyacı olan meselelere Risâle-i Nur’dan çözümler üretilmeli, vazife ve rıza-i ilâhi odaklı çalışılarak neticesini ve tesirini Cenab-ı Hakka bırakmalıdırlar.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

[1] İşaratü’l İ’caz,2013,s.22

[2] Mektubat,2013,s.725

[3] Kastamonu Lahikası,2013,s.19

[4] Beyanat ve Tenvirler,2011,s.301

[5] Beyanat ve Tenvirler,2011,s.307

[6] İşaratü’l İ’caz,2013,s.22

[7] Eski Said Dönemi Eserleri(Sünuhat),2013,s.485

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir