İnsanların kerîmleri, fazîletlileri sayıca az da olsalar, kıymetçe çokturlar. Keyfiyet ise, kabiliyete tâbidir. Az olduğumuza üzülmeyeceğiz! Çünkü, keyfiyeten az değiliz. Kâinat kuruldu kurulalı bu, böyledir. Cemâdat fazla, nebatat az. Nebatat fazla, hayvanat az; Hayvanat fazla, insanlar az; Kâfirler fazla, müslümanlar az; Amiler fazla, veliler az; veliler fazla, asfiyalar az; asfiyalar fazla, enbiyalar az.”[1] Hem de “Sen görüyorsun ki, hayvânâtın kemiyet ve adet i’tibârıyla hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umûm envâ-ı hayvânat üstünde sultan ve halîfe ve hâkim olmuştur.”[2] İnsan ise kayfiyet (îmân) cihetiyle hakîkî mânâ ve mâhiyet kazanır. İnsan fıtratına derc edilen elmas ve kömür isti’dâdların inkişâfı derecesine göre önem kazanır.
Kur’ân’ın Peygamberimize(asm) nüzul etmeye başlamasıyla, insanlarda teklif ve imtihanın mücahedesi başladı. Bu mücahede ile insanların -adedce az da olsa- fıtratlarında olan cevher ve altın madenlerini meydana çıkardı. Eğer bu teklif ve imtihan işi olmamış olsaydı, insanlar işlenmemiş ham madenler halinde kalmış olacaklardı. Demek ki Kur’ân, beşer için rahmettir. Evet, insanların az bir kısmının fazîlet ve hidayetlerini çok görmek ve göstermek, Kur’ân’ın beşere karşı merhametli ve lütufkâr olduğunu gösterir. Ve keza, bir fazîlet sahibi, bin fazîletsize mukabildir. Bu i’tibârla, fazîleti taşıyan, az olsa da çok görünür.
Nur hizmeti dahi nisbeten-kemiyet değilse de keyfiyet itibariyle-bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nur’un derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazen bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar faide verir.[3] Hem kemmiyete ehemmiyet verilmez, keyfiyet nazara alınır. Bazan bir adamın tam şakird olması, yüz adam yerini tutar. Çünkü bazan birtek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur.[4] ” “Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın îmânını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan dahâ sevaplı bir hizmettir.”[5] Ayrıca “Risâle-i Nur îmânı kurtarması cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi îmânla kurtarıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyevîye ve medeniyetine çalışmaktan dahâ kıymettar ve mânen dahâ geniş olması “[6]cihetiyle Risâle-i Nur hizmetinin kemiyet değil, keyfiyet hakîkatini nazar-ı dikkate almalıyız.
Keyfiyet, hak ve hakîkatte
sırr-ı ihlâsla kuvvet kazanmaktır. Terakkiyât-ı mâ’nevîyeye ulaşmaktır.
Değerdir, kalitedir, kıymettir. Makbûliyet, aslîyet ve asâlettir. İmânlı
keyfiyet rızâdır, huzurdur ve evc-i âlâya çıkmaktır. Kısaca keyfiyet, sırr-ı
ihlâsla mayalanmaktır. Allah katında
makbûl olan ve kıymetli olan ameller de yine keyfiyetli sırr-ı ihlâsa bakar.
Bir elmas parçası kemiyet olarak çok azdır. Ancak tonlarca kömürden dâhâ
kıymetli ve makbûldür. İşte fazîletli imân sahipleri ihlâs sırrı ile elmas
derecesine çıkar. Bu mertebeye ulaşanlar ne kadar az da olsalar, mânen bir ordu
kadar kıymetli, kuvvetli ve makbûl sayılırlar.
Bir duruşun sıhhati, etbâlarının çokluğu ya da azlığına mutlak anlamda bağlı değildir. Sayıca az olduğu halde, hak yol üzere olanlar her daim olduğu gibi; sayıca çok olduğu halde yanlış yerde ve adreste duranlar da mevcuttur.
İmam-ı Rabbânî, hem delile, hem keşfe istinaden demiş ki: “Hindistan’da çok nebîler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış; veyahut mahdut birkaç adama münhasır kaldığı için iştihar bulmamışlar, veyahut nebî ismi verilmemiş.”[7] demesiyle ümmetsiz peygamberler ya da râiyeti çok az olan elçiler insanlık tarihinde gelmiş geçmişler. Onlar, hak bir dâvânın tebliğ vazifesini yapmışlar, ancak zahiren karşılığını kemiyet olarak görememişler. Buna binâen “Peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar.”[8] Hem imân edenler beşer yolculuğunda, hep azınlıkta kalan taraf olmamış mı? Beşer tarihinde sayısal üstünlük ve kemiyet, dâima, Hakk’ı temsil edenlerin aksine, ehl-i tuğyanın takipçileri tarafında ve safında vuku bulmamış mı? Kur’ân, iman edip sâlih amel işleyenleri ve Hakk’ı tutup kaldıranları ‘ekall-i kalil(azların azı) terkibiyle tavsif ederken, aldanan ve dünyaya meyleden gürûhu, ‘ekserun nâs(insanların çoğu) tâbiriyle nazara veriyor mu?
Bediüzzaman Hazretleri de “Bu asrın acip hassasındandır ki: Elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder. Bu asırdaki ehl-i imanın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri âlicenâbâne affetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; “Biz buna müstehakız” derler.”[9] dememiş midir? Allah Kur’ân-ı Kerim’de “Nice az topluluk, çok topluluğa, Allah’ın izniyle üstün gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.”[10] buyurmamış mı?
Sayıca kalabalık olmak, isabet kaydetmiş olmanın delili değildir. On iki Eylül anayasa oylamasına yüzde doksan iki kalabalığın evet demesi, onların haklı ve doğru tarafta olduğunu göstermez. Birileri gündüz güneşe karşı gözünü kapayıp, taraftarı olduğu yığınlara bakarak mevcut keyfiyetli azınlığı gösterip susturmaya çalışıyor. Daha başka keyfiyetsiz kalabalıklar da, nice hak sözü, söyleyenin sadakatli azlığını gündeme getirerek boğmaya yelteniyor. Keyfiyetsiz taraftar çokluğu Anadolu topraklarında çok zamandan beridir, bir koz olarak keyfiyetli azlar için istimal ediliyor. Azınlıktan doğru, çoğunluktan yanlış sâdır olabileceği ihtimali, ciddi olarak ıskalanıyor. Ne yapalım? İmtihan dünyası!
Abdülbâkî Çimiç
[1] http://www.yeniasya.com.tr/gundem/ceylan-caliskan-in-nur-derslerinden-tespit-ettigi-notlar_368194
[2] Lem’alar, s.301
[3] Şualar, s.780
[4] Lem’alar, s.376
[5] Kastamonu Lâhikası, s.104
[6] Emirdağ Lâhikası-II,2006,s:670
[7] Mektubat, s.656
[8] Lem’alar, s.377
[9] Sikke-i Tasdik-i gaybi, s.314
[10] Bakara Suresi:249
Güzel bir paylaşım olmuş, tşeekkürler