Allah’ın vazifesine müdahale emek…
Münazarat’taki “Zindan-ı atalet” bahsinde, şevke binmiş himmetin önündeki manilerden birisi de “Allah’ın vazifesine müdahale” olarak kabul edilen dinsiz düşmandır. Bu maniye karşı iki reçete gösterilir. Bunlardan biri “Emrolunduğun gibi dos doğru ol” emr-i İlâhîsi; diğeri “Efendine amirlik taslama” düsturudur. Demek ki, diğer manilerde olduğu gibi, bu maniyi de def etmek bizim gayretimize ve çalışmamıza bağlıdır. Biz hakta ve ihlâsta sebat edersek, şahs-ı mânevî ile birlikte istikamet üzere olursak ve üzerimize düşen vazifeyi hakkıyla yapıp neticeyi Allah’a bırakırsak, şevkimiz kırılmaz ve atalete düşmeyiz. Böylece bu maniyi de bertaraf etmiş oluruz.
Burada bilmemiz gereken nokta “Efendine amirlik taslama” ve “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.”[1] hükmünün o düşman-ı gaddara haddini bildirmesidir. Ancak insan bu ya, tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarına itimad edip her işin üstesinden geleceği zehabına kapılarak kendi vazifesini bırakıp Rabbinin vazifesine karışmaya kalkar. Bu vaziyet Beşinci Söz’deki şikemperver ve acemi neferin, talime ve harbe dikkat etmeyip nafakasını düşünerek onun peşinde dolaşmasına, taburu terk edip, çarşıya giderek, alışveriş etmesine benzer. Halbuki “Hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de Odur, Ondan başkası olmaz.”[2] Allah hâlıktır, insan mahlûktur. Allah hâkimdir, kul mahkûmdur. Allah kullarını imtihan eder, ancak kul Allah’ı imtihan edemez. Çünkü konumlar çok farklıdır. Öyleyse insan haddi aşmamalı ve kendi vazifesini yapıp Allah’ın vazifesine karışmamalıdır. “Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenâb-ı Hakka ait netâici düşünmemek gerektir.”[3]
Vazifemiz hizmettir
Madem vazifemiz hizmettir, neticesini düşünmek ve netice beklemek vazifemize dahil değil, öyleyse çirkin hallere ve sözlere bakmayıp kulak vermemeliyiz. Biz vazifemizi yapıp, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve inayet-i Rabbaniyenin imdadımıza gelmesini beklemeyi bilmeli ve aynen öyle yapmalıyız. Bediüzzaman’ın dediği gibi “Kardeşlerim, vazifemiz çalışmaktır. İnsanlara kabul ettirmek ve bizi muvaffak etmek Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Onun vazifesine karışmamak gerektir. Me’yusiyet ve muvaffakiyetsizlik, fütur vermemek, belki vazifemizde çalışmamızı şiddetlendirmek lâzım geliyor. Şimdiye kadar bizim gibi az zahmet ile, böyle kudsî hizmette çok teshilata ve inayata mazhar olmuş pek azdır. Biz daima şükür demeliyiz.”[4]
Vazife-i İlâhiyeye karışmayız
Nur Talebeleri, Risale-i Nur’dan aldıkları hakîkat dersleri ile vazifelerini karşılık beklemeden rıza-i İlâhî ile yerine getirmeye çalışırlar. Sırr-ı ihlâs, hiçbir dünyevî menfâati ve neticeyi niyet etmemektir. Risale-i Nur Talebeleri, Risale-i Nur’dan almış oldukları ders-i hakîkate istinâden ve ittibâen sırr-ı teslimiyetle dünyevî ve uhrevî neticelere hizmetlerini bina etmezler; sırf sırr-ı ihlâs gereği rıza-ı İlâhi ile vazifelerini yaparlar. İnsan, harekâtını Canab-ı Hakkın vazifesine bina etmemelidir. İmân hizmeti, îmân hakâiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeye âlet ve tâbi olamaz. Tarîk-ı Hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazîfelerini düşünmek lâzım gelir. Canab-ı Hakkın vazifesine karışmazlar. Hizmette zahiren mağlûp da görünsek, kuvve-i mânevîyemize ve hizmetimize noksanlık vermeyecek. O noktada kanâat etmek lâzımdır. Vazîfemiz, ihlâsla Kur’ân’a hizmet ve çalışmak olmalıdır. Bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazîfe-i ilâhiyedir.
Abdülbâkî Çimiç
[1]ŞûrâSûresi, 42:15
[2] Sözler, s.44
[3] Lemalar, s.320
[4] G.M, Muhtelif Lahikalar, Kastamonu Mektupları