Ahirzamanda genç olmak!
Ahirzamanda deccaliyet, materyalizm ve inkâr-ı ulûhiyet seli insanları almış sürüklüyor. Hem de sahili olmayan bir okyanusa doğru bu sürükleniş devam ediyor. Bekâsıyla ve ebedî hayatıyla beraber götürüyor. Öyle şefkatli, hamiyetli ve gayretli olmak lâzım ki, bu selin önüne geçilebilsin. Yoksa hasâret-i azime kaçınılmaz bir netice! Bu ahirzaman belâ-yı şedid olarak meş’um ve felâketli devri gösteriyor. Ahirzamanın bu dehşetli imansızlık zehiri öyle bir açılıyor ki, vicdan-ı umûmiyi zehirliyor. Vicdan-ı umûmiyi muhafaza, kalb-i külliyi himaye edecek ve bu küllî tahribatı tamir edecek bir çare bulmak lâzım. O çare var esasında; Risale-i Nur!
Bir kısım rivayetlerin işaretiyle bu meş’um asır beşer tarihinin en dehşetli fitne ve fesadının yaşandığı bir asır olarak görülüyor. Bediüzzaman’ın “Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”[1] dediği bir zaman bu ahirzaman.
Gençlerin vaziyeti
Epey zamandır gençlerle sohbet ediyorum. Onları dinleyip neler düşünüyorlar, ne gibi fikirlere kapılmışlar, böylece öğrenmiş oluyorum. Gençler zamanın teknolojisinin sevkiyle gayet müteyakkız ve meraklılar. Bizim ilgi ve bilgi alanımızın dışında hadiseler ile ilgileniyorlar. Bediüzzaman’ın “Gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördürler, akıbeti görmez.”[2] tespiti aynen tahakkuk etmiş durumda. Dünyayı nefis hesabına sınırsız bir hürriyet ile yaşama arzusundalar. Birçoğu mecâzî aşk peşinde. Haram lezzetler içinde bulunan zehirli balı tatma hevesinde. Mânevî hayatın onların nefsânî arzularına engel olacağını düşünüyorlar. Zamanın sûrî zevkleri karşısında aldanmış vaziyetteler. Nefsânî arzularla yaşamayı şiar edinenlerin zebunu olmuşlar. Ancak bunun farkında bile değiller. Bu âhirzamân asrının cazibedâr fitne ve günâh girdabına düşmüş durumdalar. Söz ve nasihat dinlemiyor, hatta hiç hoşlanmıyorlar. Kendilerini yetişmiş bir fert olarak her türlü kararı almakta serbest görüyorlar. Âsi davranışlar sergiliyorlar. Üslupları kırıcı ve rencide edici bir vaziyette. Elbette toptancı yaklaşım doğru değil; ancak mânevî eğitim almamış, helal dairesi dışına çıkmış gençlerin ekseriyetinde bu halleri müşahede etmek mümkün.
Âileler çaresiz!
Âileler bu durum karşısında ne yapacağını bilemiyor. Nasıl bir yol ve yöntem uygulayacakları konusunda kararsızlar. Çünkü klasik yöntemler bu gençleri kazanmaya yetmiyor, hatta daha da uzaklaştırıyor. Hatta evlatlarını kaybeden aileler var. Tv ekranları bu gibi vakalarla dolu. Evlatları bu dehşetli asrın şiddetli yangınında yanarken bîçare anne-babalar bîzâr durumdalar. Bir çıkış yolu arıyor, yardım bekliyorlar. Çünkü canları ve ciğerpareleri olan evlatları gözleri önünde bu cazibedar asrın dehşetli girdabında hem dünya, hem de ahiret hayatları yok oluyor. Bunu hem görüyor, hem de bizzat yaşıyorlar. Bazı aileler her türlü çareye başvuruyor, ancak çok da müspet bir netice alamıyorlar. Bir kısmı ise başa çıkamayınca peşini bırakıyorlar. Gençlerin bu süre içerisinde yaşadıkları musibetler ise bazen telâfisi mümkün olmayan neticelere sürüklüyor. Pekâlâ neler yapmak lâzım?…
Abdülbâkî Çimiç
[1] Tarihçe-i Hayat, s.27
[2] Sözler, s.241