Abdülkâdir Geylânî(ks) ve Bedîüzzamân(ra)

Abdülkâdir Geylânî(ks) ve Bedîüzzamân(ra)

Bazı isimler vardır asırlara damgasını vurur. Belki de kıyamete kadar ismi ve unvanı devam eder. İşte Gavs-ı Azam Abdülkâdir Geylânî(ks) Hazretleri de böyle bir Zattır. Gavsiyet ve Kutbiyet ile birlikte Ferdiyet makâmına da mazhardır. Bu noktaya işareten Bedîüzzamân Hazretleri de “Cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet[1]/İle üç sütun üzerinde durur. Râyet-i ulviyet-i Şeyh-i hakkanî[2]dir hitab-ı Abdülkadir. İlham-ı Hüdâ, kitab-ı Abdülkadir. Bâzü’l-eşheb[3] ferd-i ferîd-i deveran[4]. Gavs-ı Âzam Cenâb-ı Abdülkadir.”[5]diye gavsiyet, kutbuyet ve ferdiyetine işaret etmiştir. Ayrıca “Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Azam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, ahirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risâle-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır.”[6] diyerek Gavs-ı Azam Abdülkâdir Geylânî(ks) Hazretleri’nin makamı ile, Nur talebelerinin bağlanmış oldukları Risâle-i Nur’un makamına işaret edilmiştir.

Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri Risâle-i Nur Külliyatı’nda çokça yer almış bir âlimdir. Neredeyse Külliyatın bütününde bu isme tavafuk edilir. Bu tahşidatın elbette çok mühim sırları vardır. Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri, Bedîüzzamân Hazretleri’nin mânevî bir üstâdı ve verese-i nübüvvet sırrıyla rabıtası olan bir âlimdir. Çünkü “İmam-ı Ali radıyallahü Anh, On Sekizinci Lem’a’da, Sekizinci Şua ile Yedinci Şua’da (eminni minelfecet) “Beni kurtar, emân ve emniyet ver.” fıkrasıyla kerametini Hayber kalesinin fethi gibi, Eskişehir ve Denizli Mahkemesi’nden harîka bir tarzda kurtulacağımızı kerametiyle (Lâtahşe, Lâtahşe) “Çekinme, çekinme!” kelimeleriyle zahir ediyor. Çünkü evlâdından olan Gavs-ı Geylânî (ra) kendi omzunda Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın kademini gördüğü gibi, evlâdından olan ve her asırda Âl-i Beytten gelen mehdî ve müceddid verese-i enbiya olan muhakkikleri, fertleri görüp, kendi kademini o mübarek gelecek zatlara basmış. Hususan Risâle-i Nur’un müellifi, zamanın Abdülkadir’i Üstâdımız Saîd Nursî Hazretleri’ne sair evliyaya muhalif olarak müphem değil, sarihan haber vermesi bizce birinci âlden[7] olduğu kat’îdir. Çünkü, sinek gibi bir mahlûkun üstâdımızı taciz etmemesi neslinden olan Abdülkadir-i Geylânî’den irsiyet almıştır. Gerçi üstâdımız mahkemelerde ehl-i vukufa karşı ikinci Âl-i Beytten[8] olduğunu onlara ispat etti, fakat maksadı tam ihlâsa muvafık olduğu için, kendi şahsını azlediyor. Kur’ân’ın bir elmas kılıcı olan Risâle-i Nur’u gösteriyor.”[9] Görüldüğü üzere Bedîüzzamân Hazretleri hem maddî, hem de mânevî Âl-i Beyttir. Verese-i nübüvvet yoluyla Şahsiyet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm sırrıyla müceddid-i ahirzaman olarak Hz. Ali(ra) ve Onun evlâdından olan Gavs-ı Geylânî’ye bağlıdır. Çünkü Hz. Ali(ra), Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsini temsil ediyor. “Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsi ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir nevi mahiyetini gösteriyor.”[10]

Bu sırdan dolayıdır ki Bedîüzzamân Hazretleri o mânevî üstâdlarına eserlerinde ayrı bir yer açmış ve Gavs-ı Âzam’a müstakil bir Risâlede O(ks)’nun kendisine ve Risâle-i Nur’a işaret ve beşaretlerini net olarak izhâr etmiştir. Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri de tâ kendi asrından, sonra gelecek olan verese-i nübüvvet silsilesinin son halkasına tahşidatla işaret etmiş ve O’nun şahsını muhafaza ederek mânevî korumasına almıştır. Ayrıca açık ve net olarak eserlerine işaret ederek yaptığı hizmetin makbuliyetine kuvvetli bir emare olarak “ Korkma, söyle!” diyerek Sözleri yazmasını ve en musibetli zamanlarında manen hep yanında olarak ona ferec ve eman vermiştir. Böyle bir üstâdın mânevî yardımını, korumasını ve duâsını alan Bedîüzzamân Hazretleri her daim O mânevî üstâdını duâlarına dâhil etmiştir.

Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî, âzam-ı aktâbdır. Aynı zamanda da Üstâdımızın Üstâdıdır. Bedîüzzamân Hazretleri Gavs-ı Azam Abdülkâdir Geylânî(ks)’nin mânevî tasarrufu altında olduğunu ifade eder. “Üstâdımız kendisi söylüyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşî tarîkatında, ve oraca meşhur Gavs-ı Hizan namıyla bir zâttan istimdad ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak ‘Yâ Gavs-ı Geylânî’ derdim. Çocukluk itibarıyla elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz birşey kaybolsa, ‘Yâ Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim bu şeyimi buldur.’ Acîptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle Fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuşsam, Zât-ı Risâletten (a.s.m.) sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediliyordu.”[11]

Ayrıca Gavs-ı Azam Abdülkâdir Geylânî(ks), memattan sonra hayat-ı Hızırî’ye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyadır.[12] Hatta “Gavs’ın hususî İsm-i Azamı “Yâ Hayy” olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi; gayet meşhur Maruf-i Kerhî denilen bir kutb-i azam ve Şeyh Hayatü’l-Harranî denilen bir kutb-i azîm, Hazret-i Gavs’tan sonra mematları, hayatları gibidir. Beyne’l-evliya meşhur olmuştur.”[13]

Evliya Sultanı Abdülkâdir Geylânî(ks) Hazretleri “Aktab-ı Hamse-i Azîmenin[14] birincisi ve Gavs-ı Azam namıyla müştehir”[15]dir. Çünkü O, “Habib-i Hudâ hem de Gavs-ı Azam, Sultan-ı evliya Şah-ı Geylânî”[16]dir. Bizler de “Dest-i gaybın da Gavs-ı Azam, Sultan-ı Evliya, Bâzü’l-Eşheb Seyyid Abdülkadir-i Geylânî Kuddise Sirruhu’l-Âlî Hazretleri olduğunu son defa öğrenmiş olduk.”[17]

Abdülkâdir Geylânî(ks)

Asıl adı Muhyiddin Ebu Muhammed Abdülkadir b. Ebi Salih Musa Zengidost el-Geylânî’dir. Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî 470’te (1077) Gilân eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. Babası Ebu Salih Mûsa dindâr bir kimse olduğu gibi, devrin tanınmış sûfîlerinden Ebu Abdullah Savmâi’nin kızı olan annesi Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbar Fatıma da kadın velilerden kabul edilir. Dedesi Savmâî’nin himâyesinde büyür ve tahsiline devrin ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta devam eder. Küçük yaşta babasını kaybeden Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî, annesinin yanında ve dedesinin himâyesinde büyür. Çocukluğundan itibaren en büyük gayesi, dönemin ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta tahsil görmekti. On sekiz yaşına gelince annesinden izin alarak Bağdat’a gitti (1095). Burada ünlü âlimlerden ders aldı ve kısa bir süre zarfında mezun olduktan sonra kendisine tahsis edilen medresede hadîs, tefsîr, kırâat, fıkıh, nahiv derslerini okutmanın yanı sıra, halkı da irşâd etmekle meşgul oldu. Bir süre sonra yirmi beş yıl sürecek olan inzivaya çekildi. Bu sırada, kırk gün boyunca hiçbir şey yemediği anlar oldu. İnziva döneminin sonunda, oğluyla beraber hacca gitti. 561’de (1165-66) Bağdat’ta vefat etti.

Gavs-ı Âzam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî baba tarafından soyu Hz. Hasan’a (r.a.) dayanmaktadır. “İşte, bak: Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktaplar, hususan Aktab-ı Erbâa ve bilhassa Gavs-ı Azam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî; ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelabidin ve Cafer-i sadık ki, her biri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envar-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-ı îmâniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.”[18] Çünkü Abdülkâdir Geylânî(ks) Hazretleri yerde iken Arş-ı Azamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden keskin nazar ve gaypbîn gözleri bulunan bir aktap ve evliya-i azîmedir. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylânî (kuddise sirruhu’l-âlî) Hazretleri’nin eserlerinde gaybî ve mânevî ihbarlar vardır. “Gavs-ı Azam Hazretleri’nin keramet-i gaybiyeleri, sarahaten Üstâdımız Saîd Nursî Hazretlerini göstermektedir.”[19] Ve “Gavs-ı Azam (ks) kerametkârâne ondan haber verip tercümanını teşci etmiş.”[20]tir.

Risâle-i Nur’un müellifi ve hâdimi ve tercümanı olan Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, Allah’ın abdi, İmam-ı Ali’nin mânevî veledi ve Gavs-ı A’zam’ın mürididir. Hakk’ın nusreti, Şah-ı Velâyet’in himmeti ve Abdülkadir gibi bir sultanın muaveneti ile müeyyed ve mükerremdir. ”Hatta İmam-ı Ali radıyallahü Anh ve Gavs-ı Azam (ks) gibi bazı evliyanın ilham-ı İlâhî ile bu zamanımızda Kur’ân-ı Hakîm’in mu’cize-i mânevîyesinin bir âyinesi olan Risâle-i Nur’un hakîkatine ve halis talebelerinin şahs-ı manevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri”[21]bilinmektedir.

“Kur’ân-ı Hakim, otuz üç âyâtının i’cazkâr işaretiyle, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh Celcelûtiye ve Ercûze’sinde kerametkâr delâlâtiyle, Gavs-ı Âzam (kuddise sırruhu), beşaretkâr beyanatiyle, Üstâdımızın hakîkî tercüme-i halini ve Risâle-i Nur’un hakîkî mahiyetini beyan etmişler.”[22] Bediüzaman Hazretleri de bir zamanlar “Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethane kendime buldum. Gavs-ı Azam (ra) Fütuhu’l-Gayb’ıyla bana bir üstâd ve tabip ve mürşit oldu.”[23] Bu üstâd ve mürşid vaziyeti şöyle tahakkuk eder: “Bundan otuz sene evvel, Eski Saîd’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi, el-mevtü hakkun kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî Radıyallahu Anhın Fütuhu’l-Gayb namındaki kitabıyla tefe’ül etti. Tefe’ülde şu çıktı: ”Sen dârü’l-hikmettesin; önce, kalbini tedavi edecek bir tabip ara. ”Aciptir ki, o vakit ben Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir. İşte, Hazret-i Şeyh bana der ki: “Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara.”Ben dedim: “Sen tabibim ol.” Tuttum, kendimi ona muhatap addederek, o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra, ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstâdımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcâtını dinledim, çok istifaza ettim.”[24]

“Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylânî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vahhâbînin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyhi inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatça teslim edilmiştir. İşte böyle güneş gibi bir mu’cize-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, yüksek ve sönmez bir bârika-i İslâmiyet olan bir zât-ı nuranînin, gayb-âşinâ nazarıyla asrımızı görüp, böyle bir keramet izhariyle teselli verip teşci etmek şe’nindendir. Acaba hiç mümkün müdür ki, “Sultanü’l-Evliya” makamını ihraz etmiş ve hamiyet-i İslâmiye ile zamanındaki padişahları titretmiş ve kuvve-i kudsiye ile mazi ve müstakbeli hazır gibi izn-i İlâhî ile görmüş ve mematında dahi hayatındaki gibi dâimî tasarrufu bulunduğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velâyet, bu asrımıza ve bu asır içindeki kemal-i acz ve zaaf ile Kur’ân’ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hücumuna mâruz ve teselli ve temine muhtaç biçare, Kur’ân’ın hâdimlerine ve talebelerine lâkayt kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki, bizimle münasebettar olmasın? Sekiz, dokuz, belki on beş kuvvetli delilden kat-ı nazar, ednâ bir işaret kelâmında bulunsa, bize baktığına delâlet eder; hafî bir işaret etse kâfidir. Çünkü, makam iktiza ediyor, mutabık-ı mukteza-yı hâldir ve münasebet kavîdir.”[25]

Gavs-ı Azam(ks)’ın mümeyyiz özellikleri

Risâle-i Nur Külliyatı’ndan tespit edebildiğimiz Gavs-ı Azam Abdülkâdir Geylânî(ks)’nin bazı mühim mümeyyiz hususiyetleri arz ediyoruz.

*Ehl-i keşifçe vaki ve meşhut olmuş latif bir mânevî tasarruf vakıası:“Hazret-i Mevlâna[26] Hindistan’dan tarik-ı Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şah-ı Geylânî’nin (ks), ba’de’lmemat, hayatında olduğu gibi taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlâna’nın (ks) manen tassarrufu, bidayeten cay-ı kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî’nin (ks) ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şah-ı Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, “Mevlâna Halid senin evlâdındır, kabul et.” Şah-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlâna Halid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlâna Halid (ks) birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vaki ve meşhut olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazısı da rüya ile görmüşler.”[27]

*Evet, Peygamber Efendimiz(asm) “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri mesabesindedirler.”[28] ferman etmiş. “Gavs-ı Azam Şah-ı Geylânî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbânî gibi hem şahsen, hem vazîfeten büyük ve harika zatlar bu hadîsi, kıymettar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i rabbaniye onlar gibi feritleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş.”[29] “Başta Cafer-i Sadık (ra) ve Gavs-ı Azam (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) olarak, her biri ümmetin bir kısm-ı azamını tarik-ı hakîkate ve hakîkat-i İslâmiyet’e irşat ederler.”[30]

Böylece “Gavs-ı Azam Şah-ı Geylânî Hazretleri de “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri mesabesindedirler.”[31] fermanı dairesinde olup, kıymettar irşadatıyla ve eserleriyle fiilen ümmetin imdadına gönderilmiştir. Bu hakîkate binâen ”Şerîat ve itikat noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında Buharî, Müslim, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Gazalî ve Gavs-ı Azam ve Cüneyd-i Bağdadî gibi pek çok eazım-ı İslâmiye imdada yetişip, o fitne-i diniyeyi mağlûp ettiler.”[32]

*”Gavs-ı Azam’ın İsm-i Azamı yâ Hayy’dır.”[33] Hayy ismine mazhariyetin bir numunesi meşhur kızarmış tavuk meselidir. Şöyle ki  “Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: “Yâ Üstâd! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!” Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş.”[34] Bu hadîse ile Gavs-ı Azam’ın İsm-i Azamı yâ Hayy olduğu da anlaşılmış olur.

* Kutb-i Azam Şeyh-i Geylânî; Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın hizmetindeki kudsiyete, kerametkârâne sekiz yüz küsur sene evvel “Gavs-ı Azam ünvanıyla bihakkın iştihar etmiştir.[35] Yapmış olduğu verese-i nübüvvet vazîfesi ve ümmeti irşadıyla hikmet-i rabbaniye ile ferd-i ferid olarak ümmetin imdadına gönderilmiştir.

* Yerde iken Arş-ı Azamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı Azam (ks) gibi keskin nazar ve gaypbîn gözleri bulunan binler aktap ve evliya-i azîmeyi camidir.[36] Bu cihetle Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin makamının ne kadar âli olduğu anlaşılmış olur.

* Gavs-ı Azam olan Şah-ı Geylânî, çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (asm)[37]gibi mühim bir makama mazhar büyük bir aktab ve evliya-i azîmedir. Hayatı, hizmetleri ve eserlere buna kat’i şahittir.

* Kutb-i Azam Şeyh-i Geylânî “Cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet”[38]makamlarına mazhardır ve üç sütun üzerine durur. Bu makama ahirzamanda şakirtlerinin bağlı olduğu Risâle-i Nur talebeleri ve onların şahs-ı mânevîsi mazhar olmuştur. Onun için “Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil.”[39]dir.

* Bazı büyük veliler gibi Gavs-ı Azam da, bazı evkatta, mazi ve müstakbeli hazır gibi müşahede ederler.[40] Bu müşahede Gavs-ı Azam(ks)’ın keskin nazar ve gaypbîn gözleri bulunması, aktab ve evliya-i azîme makamına mazhar olmasındandır.

* ”Her asırda bir nevi mehdî Âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş: Meselâ, siyaset âleminde Mehdî-i Abbasi ve diyanet âleminde Gavs-ı Azam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve on iki imam gibi…”[41] Burada da Gavs-ı Azam’ın “diyanet âleminde” tecdid vazîfesi yaparak asrının ber nevi mehdisi olduğuna işaret edilmiş. Böylece Gavs-ı Azam da “hakkalyakin bir itikatla ve keşfiyat ve müşahedatla ve ümmette gösterdikleri harika irşadatla ve kerametlerle, Risâlet ve hakkaniyet ve sadıkıyet-i Muhammediyeye (asm)” imamlığıyla ve şahadetiyle imza basıyor.

Gavs-ı Âzam’ın; beşâret, teâvün ve kerâmet-i gaybiyeleri

Bedîüzzamân Hazretleri: “Ben kendim, bütün hayatımın hârika kısmını, evvelce Gavs-ı Âzam’ın bir silsile-i kerâmeti telâkki ediyordum; şimdi Risâle-i Nur’un bir silsile-i kerâmeti olduğu tebeyyün etti.”[42] Ve ”Gavs-ı Âzam’ın bir kısım himâyeti Asa-yı Mûsa Risâlesi’ne geçmesi diye beni sürurlarla ağlattırdı.”[43]der. Ayrıca ”Gavs-ı Âzam Şeyh-i Geylânî (ra) Risâle-i Nur’a ve müellifine işaret ettiği kerâmet-i gaybiyesinde bir fıkrada “Sâid olarak yaşarsın.” diye maişet hususunda saadetle yaşayacağını ve en mes’ut olacağını haber vermiş.”[44]

Hazret-i Gavs-ı Geylânî fitne-i ahirzamanda sünnet-i seniyeyi ve esrar-ı Kur’âniyeyi muhafazaya ve neşre çalışan bir müridine[45] on beş emare ile iltifat eder ve onunla konuşur.[46] Bu hakîkate binâen “Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (ra), o mu’cizevâri kerâmetiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (ks) o hârika kerâmet-i gaybiyesiyle, sizlere[47] bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar.”[48] Buna istinâden “İstikbalden haber veren İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı Âzam (ks) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler.”[49]

Gavs-ı Âzam’ın Üstâdımız hakkında, “Muhakkak sen inâyet gözüyle himâye edilmektesin.” fıkrasıyla inâyet ve teshile mazhar olduğuna”[50] çok emare vardır. Bundan başka ”Risâle-i Nur, mev’id-i Ahmedî (asm) ve müjde-i Haydârî (ra) ve beşâret ve teâvün-i Gavsî (ks) ve tavsiye-i Gazâlî (ks) ve ihbâr-ı Farukî’dir (ks).”[51]

Gavs-ı Âzam Abdülkâdir Geylâni Bediüzzaman hakkında ”Muhakkak sen ayn-ı inâyetle himâye edilmektesin.”der ve  “Gavs-ı Geylânî’nin (ks) kerâmetkârâne cümlesi, en dehşetli zaman gibi bunda da ayn-ı hakîkat olduğu görüldü.”[52] Bir başka noktadan “ Gavs-ı Âzam’ın “Muhakkak sen inâyet gözüyle korunuyorsun” teminkârâne fıkrası, şimdiye kadar Risâle-i Nur’un şakirtleri hakkında tamâmen mutabık çıktı.”[53]

Risâle-i Nur’un “Her bir hakikî, sadık ve sebatkâr şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğini, Gavs-ı Âzam’daki (ks) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti, o halis şakirtler ehl-i sâadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kat’î ispat ederler.”[54]

“Risâle-i Nur’a sık sık ilişirler, fakat bir halt edemezler. Çünkü, Gavs-ı Âzam (ks) ve İmam-ı Ali (ra) gibi zatların himâyeleri ve duâları berekâtına, Hafîz-i Hakikî hıfzeder.”[55]Hadisat-ı âlem bu himâyeye şahittir. Hafîz-i Hakikî’nin hıfzı devam ediyor inşâallah.

“Risâle-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetine işârî ve remzî bir tarzda, Hazret-i Ali (ra) ve Gavs-ı Âzam’ın (ks) ihbârâtı nev’inden”[56]deliller pek çoktur. Risâle-i Nur satırları arasında bu delillere defaatle tevafuk edilir.

”Hazret-i Ali Radıyallahü Anh ve Gavs-ı Geylânî kuddise sirruhu gibi kahramanların mânevî teminatı “Söyle ve korkma!”ve ”korkma” hitapları, bize her vakit cesaret ve kuvve-i mânevî veriyor.”[57] Bu mânevî Sultanların iltifatları Nur Talebeleri’ne hem cesaret, hem kuvve-i mânevîye oluyor; hem de onları himâye ve  teşvik ediyor. Bediüzzaman Hazretleri’ne bu himâye için ”Muhakkak ki sen ayn-i inâyetle himâyet edilmektesin.” Gavs-ı Âzam’ın teminâtı, yine tahakkuk eyledi.”[58]denilir.

”Risâle-i Nur’un bu fevkalâde galebesi ve hârikulâde perde altında tenviratı ve düşmanlarını mecbur edip serbestiyetini kazanması gösteriyor ki, o mevkiine lâyıktır ki, kablelvuku İmam-ı Ali Radıyallahü Anh ve Gavs-ı Âzam (kuddise sırruhu) ondan haber verdikleri”[59] vakidir.

Bediüzzaman Hazretleri der ki: ”Kat’î kanaatim geldi ki, Şah-ı Nakşibend, Gavs-ı Âzam gibi Risâle-i Nur’u ve kudsî hizmetini keşfen müşâhede edip tahsinkârâne haber vererek ona işaretler ediyor.”[60] Ayrıca ”Otuz üç âyât-ı kerîmenin işârâtı ve İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı Âzam’ın (ra) ve yüzlerle ehl-i tahkikin takdirkârâne beyânâtıyla bir Nur-i Kur’ân olduğu ve ona yapışanların, inşâallah, îmânlarını kurtaracakları kat’î tahakkuk eden Risâle-i Nur, kat’iyen söndürülemez, kaybedilemez.”[61] Vesselâm!

Sekizinci Lem’a Olan Sekizinci Risâle

Risâle-i Nur Külliyatı’nın Lem’alar eserinin Sekizinci Lem’ası Gavs-ı Azam’ın Hizbü’l-Kur’ân’a Dair Keramet-i Gaybiyesidir.  Fihrist Risâlesi’nde Sekizinci Lem’a ile ilgili teferruatlı bilgi vardır. Üstâdın bizzat kendi ifadelerini o Risâleden takip edelim.

“O gün insanlardan şakiler ve Saîdler vardır.[62]”ve “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.”[63] âyetlerinin bir nükte-i gaybiyesini, Gavs-ı Âzam Seyyid Abdülkadir-i Geylanî’nin (R.A.) bir keramet-i gaybiyesiyle tefsir ediyor. Mütevatir kerâmat-ı harikaya mazhar olan o Sultanü’l-Evliya; mematında, aynı hayatında olduğu gibi, müridleriyle alâkadar olduğu, ehl-i keşf ve ehl-i velâyetçe kabul edilmiş. İşte o zat, sekiz yüz sene mukaddem, izn-i İlâhi ile kerametkârene bu zamanımızı görmüş; yani ona gösterilmiş. Bu dağdağalı ve fitneli zamanda, ona mensup bir kısım Kur’ân hizmetkârlarına teselli verip, teşci ve teşvik etmek suretinde bir meşhur kasidesinin âhirinde beş satır içinde on beş cihetle aynı haberi veriyor. Hem ilm-i cifrin üç dört vechiyle o beş satırın mânâsı, hem kelimâtı, hem hurufun adedi birbirini te’yid ederek aynı hâdiseyi haber verdiğinden, kat’iyet derecesinde, dikkat edenlere kanâat vermiş.

Malûmdur ki, istikbalden haber veren enbiya ve evliya “Gaybı Allah’tan başka hiç kimse bilemez.”[64] yasağına karşı hürmet ve teeddüb için, işaretler ve rumuzlarla iktifa etmişler. Bazı bir işaret, bazı iki işaret, en kuvvetlisi beş altı işaretle aynı hadîseyi göstermişler. Halbuki Gavs-ı Âzam, bu zamandaki hizmet-i Kur’âniyenin heyetini işaret edip, içinde bir hâdimini sarahat derecesinde gösteriyor. Şu Risâle içindeki imzalar ile gösterildiği gibi hizmet-i Kur’âniyedeki arkadaşlarıma iştirakim var. Bir kısmı benim imzam iledir. Bir kısmı onların tasvip ve istihraclariyle ve tasdikleriyle olduğundan; bana ait haddimden fazla hisseyi, onların hatırları için kabul ettim. Yoksa; o Risâlenin başında söylediğim gibi, bunda, öyle bir hisse-i şerefe hakkım yoktur.

On sene mukaddem o kaside-i gaybiyeyi görmüştüm; ve bana mânevî bir ihtar gibi, “Dikkat et!” diye kalbime geliyordu. O hâtırayı iki cihetle dinlemiyordum.

Birincisi: Benim ehemmiyetli bir kısım ömrüm, şan ü şeref perdesi altında hubb-u cah zehiriyle zehirlenip öldüğü için, yeniden bu suretle nefs-i emmareye diğer bir şeref kapısı açmak istememekti…

İkinci cihet: Bu muannid zamanda bedihi dâvâları ve zahir hüccetleri kabul etmeyenlere karşı böyle işaret-i gaybiye nev’inden hodfuruşane bir tarzda izhar etmek hoşuma gitmiyordu. En nihayet esaretimin sekizinci senesinde ve en işkenceli ve en sıkıntılı bir zamanda gayet kuvvetli bir teşvike muhtaç olduğumuzdan bana ihtar edildi ki: “Bunu, tahdis-i nimet ve bir şükr-ü mânevî nev’inden izhar et. Hem korkma, kanâat verecek derecede kuvvetlidir…”

O Risâlenin başında dediğim gibi, bunu izharda en mühim maksadım; Esrar-ı Kur’âniyeye ait olan Risâlelerin makbuliyetine Gavs-ı Âzam imza basması nev’inden olduğudur.

İkinci maksadım: O kudsi Üstâdımın kerametini izhar etmekle, kerâmât-ı evliyayı inkâr eden mülhidleri iskât edip; hizmet-i Kur’âniyeye füturlar verecek çok esbaba maruz ve çok avâika hedef olan arkadaşlarımın kuvve-i mânevîyesini takviye ve şevklerini tezyid ve füturlarını izale etmek idi.

Benim için bir nevi hodfuruşluk nev’inden olduğu için ehemmiyetli zarardır. Fakat o zararımı, üstâdımın ve arkadaşlarımın hatırı için kabul ettim.

Bu Keramet-i Gavsiye Risâlesi tedricen istihrac edildiği için birkaç parça oldu ve tetimmelere inkısam etti. Gittikçe birbirini tenvir ve te’yid ettikçe vüzûh peyda ediyor. İşaratın bazısında za’fiyet varsa da sair arkadaşlarının ittifakından aldığı kuvvet o za’fı izale eder. Hatta cây-ı hayrettir ki; o beş satırın âhirinde, herbirinin mertebesini ve has bir sıfatını ima etmek suretinde on beşten fazla hizmet-i Kur’âniyedeki mühim kardeşlerimi gösteriyor. Bu Risâlede, Keramet-i Gavsiye münasebetiyle birkaç ehemmiyetli meseleler ve birkaç mühim hakîkatlar beyan edilmiştir.

Bu Risâleyi herkese tavsiye etmiyorum ve izin vermiyorum. Belki safvet ve insaf ve ihlâs ve hususiyeti bulunan kardeşlerime müsaade ediyorum. Hem, başında olan maksatlarımı düşünerek öyle baksın, beni bir keramet-furuşluk vaziyetinde tasavvur etmesin.[65]

Bu Risâle’nin neşrine Bediüzzman Hazretleri çok taraftar olmasa da, talebelerinin hatırını kıramayarak hizmet-i îmâniye ve Kur’âniyeye bakan cihetleri nazara verilmek şartıyla neşredilmiştir. Risâlenin başında Naşirlerin şu haşiyeyi düştüklerini görüyoruz: ”Üstâdımızın şahsına sarihan işaret eden bu gibi gaybî keramet ve işârâtın neşrini Üstâdımız Bedîüzzamân Saîd Nursî Hazretleri arzu etmiyor. Fakat bizler düşündük ki, bu gibi delâlet derecesinde olan gaybî işaretlerin ehl-i îmânca bilinmesine bu zamanda kat’i lüzum ve ihtiyaç var. Buna binâen neşrediyoruz.”[66] Bediüzzman Hazretleri de bu Risâlenin neşri için şu ifadeleri serdetmiştir: “En nihayet, esaretimin sekizinci senesinde, en işkenceli ve en sıkıntılı bir zamanda, gayet kuvvetli bir teselli ve teşvike muhtaç olduğumuzdan bana ihtâr edildi ki: Bunu, tahdis-i nimet ve bir şükr-i mânevî nev’inden izhar et. Hem korkma, kanâat verecek derecede kuvvetlidir. Bu izharda en mühim maksadım, esrar-ı Kur’âniyeye ait olan Risâlelerin makbuliyetine Gavs-ı Azamın imza basması nev’inden olduğudur. İkinci maksadım, o kudsî Üstâdımın kerametini izhar etmekle, keramat-ı evliyayı inkâr eden mülhitleri iskât edip, hizmet-i Kur’âniyeye fütur verecek çok esbaba maruz ve çok avaika hedef olan arkadaşlarımın kuvve-i mânevîyesini takviye ve şevklerini tezyit ve füturlarını izale etmek idi.”[67]

Bu Risâle okunarak Gavs-ı Azam’ın Hizbü’l-Kur’ân’a Dair Keramet-i Gaybiyesi hakkında bilgi sahibi olunabilir. Biz burada Gavs-ı Azam’ın Bedîüzzamân Hazretleri’ne ve Risâle-i Nur’a dair bu Risâlede çok deliller ve müjdeler olduğunu ifade etmekte iktifa edelim.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

[1] Manevi makamların tamamı, toplamı.

[2] Hakka ve hakikate uygun olan şeyhin, evliyanın yüce bayrağı.

[3] Abdulkadir-i Geylânî Hazretlerinin bir namı.

[4] Benzersiz seçilmiş zat.

[5] Sikke-i Tadik-i Gaybi,2013,s.262

[6] Kastamonu Lahikası,2013,s.277

[7] Birinci Âl: Peygamber Efendimiz(asm)’in nesebi soyundan olduğu maddî âldir.

[8] Gerçi mânen ben Hazret-i Ali’nin (ra) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur Şakirtlerine şamil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim.(Bedîüzzamân)

[9] Lem’alar,2013,s.418

[10] Lem’alar,2013,s.46

[11] Sikke-i Tadik-i Gaybi,2013,s.251

[12] Barla Lahikası,2013,s.536

[13] Barla Lahikası,2013,s.536

[14] Beş büyük kutup, şeyh.

[15] Barla Lahikası,2013,s.335

[16] Barla Lahikası,2013,s.345

[17] Barla Lahikası,2013,s.353

[18] Mektubat,2013,s.173

[19] Barla Lahikası,2013,s.353

[20] Mektubat,2013,s.790

[21] Şualar,2013,s.635

[22] Kastamonu Lahikası,2013,s.

[23] Lem’alar,2013,s.530

[24] Mektubat,2013,s.

[25] Sikke-i Tadik-i Gaybi,2013,s.261

[26] Mevlâna Halid-i Bağdadî

[27] Barla Lahikası,2013,s.271

[28] Keşfü’l-Hafâ, 2:64

[29] Kastamonu Lahikası,2013,s.20

[30] Şualar,2013,s.166

[31] Keşfü’l-Hafâ, 2:64

[32] Şualar,2013,s.534

[33] Lem’alar,2013,s.931

[34] Lem’alar,2013,s.356

[35] Lem’alar,2013,s.75

[36] Mektubat,2013,s.327

[37] Lem’alar,2013,s.42

[38] Lem’alar,2013,s.90

[39] Kastamonu Lahikası,2013,s.278

[40] Lem’alar,2013,s.104

[41] Şualar,2013,s.932

[42] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.109

[43] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.265

[44] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.856

[45] Bediüzzaman Said Nursi’ye

[46] Lem’alar,2013,s.346

[47] O harika keramet-i gaybiye Nur Talebelerine bakar.

[48] Lem’alar,2013,s.394

[49] Şualar,2013,s.431

[50] Kastamonu Lahikası,2013,s.310

[51] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.180

[52] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.848

[53] Kastamonu Lahikası,2013,s.118

[54] Kastamonu Lahikası,2013,s.163

[55] Kastamonu Lahikası,2013,s.288

[56] Kastamonu Lahikası,2013,s.223

[57] Kastamonu Lahikası,2013,s.212

[58] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.79

[59] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.107

[60] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.301

[61] Şualar,2013,s.876

[62] Hûd Suresi: 105

[63] Hûd Suresi: 112

[64] Neml Suresi, 65’ten muktebes

[65] Lem’alar,2013,s.997,998,999

[66] Sikke-i Tadik-i Gaybi,2013,s.245

[67] Sikke-i Tadik-i Gaybi,2013,s.246

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir