İnkisâr-ı hayâl

İnkisâr-ı hayâl; hayal kırıklığı ve umduğunu bulamamaktır. Bir nevî yeistir. Emelin düşmanıdır. Hayal, cevher-i insâniyetin en küçük ve en hasîs bir hizmetkârıdır. Hem kuvve-i hayâliye aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi konumundadır. İnkisâr-ı hayâl, işte böyle bir cevher-i insâniyenin sükût etmesidir. Hatta “bir adamın cüz’î bir emirden me’yûs olması ve vehmî bir emelden ümîdi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisâr-ı hayâle uğraması dolayısıyla, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu ta’zîb ediyor, dünya ona dar geliyor, zindân oluyor.1” “Görüyoruz ki, bir adam, inkisâr-ı hayâle uğrasa veya bir emel-i vehmîden me’yûs olsa veya bir emr-i cüz’îden ümîdi kesilse, nasıl dünya ona darlaşır. Onun tatlı şeyleri, ona nasıl acı gelir.2”

Ancak bizim mesleğimizde kanâat, daima şükrü ve metâneti ve sebâtı netice verdiği için, ihlâs dairesinde, hizmet noktasında çok hırs ve kanâatsizlik gösterdiğimiz halde, neticelerine ve semerâtına karşı kanâatle mükellefiz.

Fakat içtimâî ve siyâsî hayatın geniş ve şa’şaalı dairelerine hamledenler ise mesleğimizde ve hizmetimizde, bazı ârızalarla, inkisâr-ı hayâl cihetiyle, şükür yerine, me’yûsiyetle şekvâ etmeye sebep olur; belki de hizmetten vazgeçer. “Evet, gerçi inkisâr-ı hayâl, ehl-i dünyada kuvve-i mânevîyelerini ve şevklerini kırar; fakat meşakkat ve mücâhede ve sıkıntıların altında inâyet ve rahmetin iltifâtlarını gören Risâle-i Nûr şakirtlerine inkisâr-ı hayâl, gayretlerini ve ileri atılmasını ve ciddiyetlerini takviye etmek lâzım geliyor. Elbette bize lâzım: Kemâl-i teslimiyetle sabır ve temkinde bulunmak ve bilhassa inkisâr-ı hayâle düşmemek ve bazen ümîdin hilâf-ı zuhuruyla me’yûs olmamak ve muvakkat fırtınalarla sarsılmamak. 3” gerektir.

“Evet, dünyanın mâhiyeti anlaşıldıktan sonra, elbette hayat-ı ebediyeden başka beşeriyetin o inkisâr-ı hayâl yarasını tedâvi edecek Kur’ân’dan başka yoktur.”4 Öyleyse inkisâr-ı hayâlin çaresi Kur’ân ve Kur’ân’ın mânevî bir dersi ve tefsîri olan Risâle-i Nûr’a sarılmak ve onun hısn-ı hasînine girmek olmalıdır.

Elbette ki çok önemli bir asırdan ve zamandan geçiyoruz. Belki de bu asrın, bütün zamanların en şiddetlisi ve dehşetlisi olduğuna kaniyiz. Risâle-i Nur’daki ifâdesi ile bu asır enâniyet asrı, fitne ve fesat asrı, helâket ve felâket asrıdır. Bu dehşetli cereyanların hüküm sürdüğü bir zamanda maddî ve mânevî fırtınalar her şeyi kendi hesâbına alır ve alet eder. Hatta bu zamanda hizmet-i Kur’âniye ve nûriyede bulunanlara Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin ifâdesi ile şöyle bakılır: “Kardeşlerim, bu hakikate binâen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makâmları nazara alan zatlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevâzu’ ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirtleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakîkat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhât! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisâr-ı hayâle uğrar, muârız ise kendi muhâlefetini haklı bulur.” 5

Öyleyse Aziz Üstad’ımızın gelen mektubuna kulak verelim ve inkisâ-ı hayâle karşı mukâvemet edip, şahs-ı mânevîyeye i’timâd edelim inşâallah: “Bu dünyada, husûsan bu zamanda, husûsan musîbete düşenlere ve bilhassa Nûr şakirtlerindeki dehşetli sıkıntılara ve me’yûsiyetlere karşı en te’sîrli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mânevîyesini takviye etmek ve fedakâr hakîkî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mâbeynimizdeki hakîkî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle i’timâd edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirâhatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle rûhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nûrun iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle, “Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Yâ Erhamerrâhimîn, medet! Bizi muhâfaza eyle. Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar. Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadâkat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur” diye hem rûhum, hem kalbim, hem aklım feryat edip ağladılar.

“Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim, bana yardım ediniz. Meselemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazîfelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım. Siz de, bütün kuvvetinizle benim imdâdıma koşmanız lâzım geliyor.” 6

Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin uyarılarına çok muhtacız. Risâle-i Nûr satırları arasında bulunan hakîkatlerin acilen hayatımıza tatbîk etme zarûreti ile karşı karşıyayız. Hem Üstadın “Sakın, sakın, dünya cereyanları, husûsan siyâset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihâd etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin “Allah için sevmek, allah için buğz etmek.”7 düstûr-u Rahmânî yerine (el-iyazü billâh) “Siyâset için sevmek, siyâset için buğz etmek” düstûr-u şeytânî hükmedip, melek gibi bir hakîkat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyâset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine mânen şerik eylemesin” 8 îkazlarına zarûrî derecede dikkat etmeliyiz.

Yazımızı yine Üstad Bedîüzzamân Hazretleri’nin mükemmel îkaz ve ihtârları ile bitirelim: “Madem âhiret için, hayır için, ibâdet ve sevap için, îmân ve âhiret için Risâle-i Nûr ile bağlanmışsınız; elbette bu ağır şerait altında herbir saati yirmi saat ibâdet hükmünde ve o yirmi saat ise Kur’ân ve îmân hizmetindeki mücâhede-i mânevîye haysiyetiyle yüz saat kadar kıymettar ve yüz saat ise böyle herbiri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakîkî mücâhid kardeşlerle görüşmek ve akd-i uhuvvet etmek, kuvvet vermek ve almak ve teselli etmek ve müteselli olmak ve hakîkî bir tesânüdle kudsî hizmete sebatkârâne devam etmek ve güzel seciyelerinden istifâde etmek” için” bütün sıkıntılara karşı mezkûr faydaları düşünüp sabır ve tahammülle mukâbele etmek gerektir.” 9 “Elbette bu dehşetli yeni belâlara, musîbetlere karşı da, yine Risâle-i Nûr’un hizmetiyle mukâbele etmemiz lâzımdır.” 10

Evet Üstadım, başımızı kaldırıyoruz ve “Sadakte ve bi’l-hakki natakte!” diyoruz.

Bakî ÇİMİÇ-02.07.2011

[email protected]

Dipnotlar:

1- Lem’alar, 2005, s: 292.

2- Nur’un İlk Kapısı, 2000 s: 73.

3- Şuâlar, 2005, s: 543.

4- Emirdağ Lâhikası, 2006,.s:.414.

5- Şuâlar, 2005, s: 501.

6- Şuâlar, 2005, s: 771.

7- Buharî, Îmân: 1.

8-Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 164

9- Şuâlar, 2005, s: 492.

10- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 338.

http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=2451

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir