Adâvet/Düşmanlık

Risale-i Nur Külliyatı’nda Yirmi İkinci Mektub “Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.[1] Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.[2] Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlere gelince, Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunanları sever.”[3] âyetlerinin sırrıyla; ehl-i imânı, uhuvvet ve muhabbete davet ediyor. Nifak, şikâk, kin ve adâvetten menedecek mühim esbabı gösteriyor. Kin ve adâvet; -ehl-i imân ortasında- hem hakîkâtça, hem hikmetçe, hem insaniyetçe, hem İslâmiyetçe, hem hayat-ı şahsiyece, hem hayat-ı içtimâiyece, hem hayat-ı mânevîyece gayet çirkin ve merdud ve zulüm olduğunu gayet kat’î bir surette ispat edip, mezkûr âyetlerin mühim bir sırrını tefsir eder.

Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar.”[4] Gece ve gündüz gibi makûsen mütenasiptirler. ”İkisi, mânâ-yı hakîkisinde olarak beraber cem’olmazlar.”[5] Lügâtlar adâvet kelimesini, “öfke, kızgınlık, kin, düşmanca duygu, hasımlık, husûmet, kırıcı ya da yok edici duygular besleme, düşman olma durumu” şeklinde açıklar. Adâvet, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi zîr-ü zeber eden menfî bir duygudur. Bu düşmanlık ve adâvet sıfatı, her şeyden ziyâde nefrete, adâvete ve ondan çekilmeye müstahak, çirkin ve muzır bir sıfattır. Ehl-i İslâmın birbirine kullanmaması gereken bir fiildir.

Hem “Bir cani sıfat yüzünden çok evsaf-ı masumeyi muhtevi bir mü’mine adâvet edilmez.” Onun için “Sebeb-i adâvet olan şeyler çakıl taşları gibidir. Çakıl taşlarını Cebel-i Uhud’dan daha ağır telakki etmek ne kadar akılsızlıksa; mü’minin mü’mine adâveti, o kadar kalbsizliktir. Mü’minlerde adâvet, yalnız acımak mânâsında olabilir.”[6] Öyleyse “imân muhabbeti, İslâmiyet uhuvveti istilzam eder.”[7]

Ancak insan zalim ve cahil olduğundan “Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adâvet ederler.”[8] Pekâlâ, insan bunu niçin yapar? “İnsan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimâiyesinde bir fesât âleti olur.”[9]

Halbuki insan bilmiyor ki “Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.”[10]

Sual: Belki birbirleriyle adâvetleri, birbirinden gördükleri nâmeşrû bazı ef’al içindir?

Cevap: Acaba ne cihetle, ne insafla, ne sûretle, Sübhan Dağı kadar ağır ve büyük olan imân ve İslâmiyet ve insaniyet ve cinsiyet sebebiyle hasıl olan muhabbet, şöyle çocuğun bahanesiyle bazı nâmeşrû harekât vesilesinden mütehassıl olan adâvete karşı hafif ve mağlûp olmuştur? Evet, muhabbeti iktiza eden İslâmiyet ve insaniyet, Cebel-i Uhud gibidir. Adâveti intaç eden esbab, bazı küçük çakıl taşları gibidir. Muhabbeti adâvete mağlûp ettiren adam, nazar-ı hakikatte Cebel-i Uhud’u bir çakıl taşından aşağı derecesine indirmek kadar ahmakâne hareket etmiştir. Adâvetle muhabbet, ziya ile zulmet gibi, içtima edemez. Adâvet galebe çalsa, muhabbet mümâşaata(alttan alıp görünüşte dost görünmeye) inkılâp eder. Muhabbet galebe çalsa, adâvet terahhum(merhamet etme) ve acımaya inkılâp eder. Benim mezhebim, muhabbete muhabbet etmektir, husumete husumet etmektir. Yani dünyada en sevdiğim şey muhabbet; ve en darıldığım şey de husumet ve adâvettir.”[11] Vesselâm!

Pekâlâ, insan niçin adâvet eder?

Meseleyi Bediüzzaman çok veciz şekilde izah etmiştir. Şöyle “Bazan insanın gururu ve nefisperestliği, şuursuz olarak, ehl-i imâna karşı haksız olarak adâvet eder; kendini haklı zanneder. Hâlbuki, bu husumet ve adâvetle, ehl-i imâna karşı muhabbete vesile olan imân, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbabı istihfaf etmektir, kıymetlerini tenzil etmektir. Adâvetin ehemmiyetsiz esbablarını, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divâneliktir.”[12] Yani ehl-i imâna karşı adâvet doğru ve meşru değildir. Bediüzzaman’a “Konya İmam-Hatip Okulu Müdürü sizin aleyhinizde sözler söylemiş.” denildiğinde O, “Hayır, o benim imân kardeşimdir, benim hakkımda öyle konuşmaz” ifadeleri ne kadar kıymetli ve ehl-i imân arasında vuku’ bulan adâvetkerâne muamelelerde nasıl davranmamız gerektiğini gösteren çok ciddî ve ibretli bir derstir.

O halde kime adâvet etmeliyiz?

Bu konuda da söz Bediüzzaman’ın; “Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslâhına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü’minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, herşeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.”[13] Görüldüğü üzere adâvet duygusu fıtrî olarak insanda vardır. Ancak onun yönünü adâvete layık cihete çevirmek insanın iradesinde ve elindedir.

“Eğer dersen: “İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.”

Elcevap: Sû-i hulk(kötü ahlâk) ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, mânevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır.”[14] Madem adâvet etmek istiyorsak çözüm bu satırlarda saklı. Nefsin hatırını, hakkın hatırına feda etmek gerekiyor.

Ehl-i adâvetin ahvâli

“Ehl-i kin ve adâvet, hem nefsine, hem mü’min kardeşine, hem rahmet-i İlâhiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünkü, kin ve adâvetle nefsini bir azâb-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azâbı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder.”[15] Pekâlâ, bu kadar zararı olan adâveti terk etmek gerekmiyor mu?

Adâvet yerine muhabbet sıfatı

Hutbe-i Şamiye’deki ifadelerle “Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adâvet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister; bir şey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz birşey, ağlamasına bahane olur. Hem insafsız, bedbîn bir adama benzer ki, sû-i zan mümkün oldukça hüsn‑ü zan etmez. Bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i İslâmiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder.”[16]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Hucurat Sûresi, 49:10

[2] Fussılet Sûresi, 41:34

[3] Âl-i İmrân Sûresi, 3:134

[4] Mektubat, 2013, s.443

[5] Age, s.443

[6] ESDE(Hakikat Çekirdekleri),2013, s.637

[7] Age, s.637

[8] Lemalar, 2013, s.240

[9] Age, s.241

[10] Age, s.241

[11] ESDE(Münazarat), 2013, s.283

[12] ESDE(Hutbe-i Şamiye), s.349

[13] Mektubat, 2013, s.447

[14] Age, s.450

[15] Age, s.448

[16] ESDE(Hutbe-i Şamiye), s.349

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir