Başkasının tekâsülünden etkilenmek

Başkasının tekâsülünden etkilenmek…

Hamiyet ve hizmet erbabına ehemmiyetli bir mani de“Başkasının tekâsülünden, görenek fırsat bulup, hücum edip, belini kırar.”[1] Yani başkasının noksanlarını görüp kolaycılığa kaçarak, çalışmadan neticeye ulaşmak ve bunu da makul bir davranış kabul ederek helâl yoldan çalışmanın belini kırmaktır. Bu düşmana karşı “Tevekkül etmek isteyenler, sadece Allah’a tevekkül etsinler.[2] olan hısn-ı hasini himmete melce ediniz.”[3] Helâl yoldan Allah’ın takdir ettiği rızık kapıları aransın ve tıklansın. Muhakkak Allah halk ettiği kulunun rızkını yaratmıştır. Ancak kul o helâl rızkını aramak ve bulup çalışmakla mükelleftir. Harâm-helâl demeden yemek, yan gelip yatmak ne insanlığın, ne de dinimizin kabul ettiği bir davranışlar değildir.

Başkasının kusuru bize özür olamaz…

Başkasının tembelliğini kendine mazeret göstermek ehl-i hamiyetin şeni değildir. Bizim vazifemiz üzerimize vâcip olan hizmetimizde tekâsül göstermemektir. Nur Talebeleri tâ her biri diğerinin noksanını tekmil ile kaide-i taksimü’l-mesaîyi tatbik etmelidir. “Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder.”[4] Onun içindir ki Bediüzzaman “Başkasının kusuru, insanın kusuruna sened-i özür olamaz!”[5] diyerek insanın tembellikte hiçbir mazeretinin olamayacağını söylemiştir. Başkalarının yanlışı ve noksanı, bizim kendi hata ve noksanımızı meşrulaştırmaz. Her insan kendi kusurundan sorumludur. Başkalarının o hatayı işlemesi, bizim kusurumuzu kusur olmaktan çıkarmaz. “Bunu herkes yapıyor, biz yapınca mı kusur oluyor?” yaklaşımı nefsin ve şeytanın tuzağıdır. Nefs-i insaniye işledikleri kusurdan tamamen mes’uldür. “Evet, Kur’ân’ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes’uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur.”[6]

Nefsimizi temize çıkarmayalım…

İnsan mahiyet itibarıyla “Cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka herşeyi nefsine feda eder. Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mâbuda lâyık bir tenzihle nefsini meâyipten tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdafaa eder.”[7] Bu vaziyette nefsin “tezkiyesi, tathiri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.”[8]Yani “Nefislerinizi temize çıkarmayın.[9]ayetine müraat etmektir.

Kusurumuzu görüp nefsimizi temize çıkarmayalım…

Ehl-i hamiyete arız olan başkasının noksanını görüp atalete sevk olunduğu zaman kişi kendi nefsinde görmediği veya görmek istemediği kusurunu görüp, nefsine bir pay çıkarmamalıdır. Çünkü “şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.”[10] Bu hale karşı çare-i yegâne “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.[11]

Netice itibarıyla Nur talebeleri birbirinin noksanını görüp şevk kırmak yerine, birbirlerinin noksanını ikmal edip şevkle çalışmalıdır. Vazifemiz hizmettir deyip başkasının tekâsülünden atalete değil, şevkle hizmet etmeye gayret etmelidir. Neticesini ise Rabb-i Rahim’den beklemelidir. Tembellik, atalet ve fütur elh-i hamiyetin şeni değildir.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.298

[2] İbrahim Suresi: 12.

[3] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.298

[4] Lemalar, s.391

[5] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalat), s.52

[6] Sözler, s.752

[7] Mektubat, s.777

[8] Age, s.778

[9] Necm Sûresi, 53:32

[10] Lemalar, s.240

[11] Age, s.240

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir