Acûliyet kapısı
Ehl-i hamiyeti zindan-ı atalete düşüren manilerden birisi de “İlel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden acûliyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır.”[1] Aculiyet, bir şeydeacele edip, tertip ve sıralamayı gözetmeden, birden hedefe gitme hâlidir. Bu vaziyet insanı, beklediği sonuca ulaşmadan yaptığı işten vaz geçirir. Hâlbuki şu hikmet dünyasında her şey bir zamana ve silsileye bağlı olarak vücuda gelir. Bir tohumdan netice almak için aylarca beklemek ve ona hizmet etmek gerekir. Bir ekmek soframıza gelene kadar kaç tezgâhtan ve mertebeden geçerek bize ulaşır. Öyleyse acelecilik hastalığına karşı sabır kuvveti ile mukabele ederek kâinattaki fıtrat kanunlarına uygun hareket edip tevekkül etmeliyiz. Bizler sabırla çalışmalı, gayret etmeli ve bir merdivenin basamaklarını atlamadan yavaş yavaş çıkarak neticeye ulaşmak için sabır kuvvetimizi kullanmalıyız.
Merdivenler teker teker çıkılmalı
Mesela, gayemiz bir binanın en üst katına çıkmak olsun. Bu maksada ulaşmak için merdivenleri teker teker çıkmamız gerekiyor. Maksadımız bir an önce hedefe kavuşma aceleciliği ile basamakları teker teker değil de, ikişer üçer atlamaya çalışıyoruz. Neticesinde acele edip merdivenden düşüp ayağımızı kırıyoruz. Kırık ayakla maksada gitmemiz artık mümkün olmuyor. İşte acelecilik himmetimizin yani en üst kata çıkma emelimizin ayağını kaydırmış oluyor. “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.” sözü acelecilik hastalığına ilaç olarak söylenmiş olmalıdır. Bu misali her alana tatbik edebiliriz. “Mesela, zengin ve kuvvetli olmak hedef ve gayemiz, bu yolda uygun adımlarla gayret ve çalışmak da hamiyetimiz olmalı. Yoksa kısa yoldan zengin olmak amacı ile kumar, hile, hırsızlık gibi aceleci ve haram yollara başvurmak maksattan sapmaktır. Güç ve zenginlik ancak üretim, çalışma ve dürüstlük ile kazanılır, bunları elde etmenin tertip ve yolları bunlardır. Hırsızlık, kumar, hile gibi haram yollar acûliyettir.”[2]
Hırsın sû-i tesiri
Risale-i Nur’da bu mesele birkaç noktadan akla şöyle yaklaştırılır: “Hem, en cüz’î işlerde de herkes hırsın sû-i tesirini hissedebilir. Meselâ, iki dilenci birşey istedikleri vakit, hırsla ilhaheden dilenciden istiskal edip vermemek, diğer sakin dilenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisseder. Hem meselâ, gecede uykun kaçmış; sen yatmak istesen, lâkayt kalsan, uykun gelebilir. Eğer hırsla uyku istesen, “Aman yatayım, aman yatayım” dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın. Hem meselâ, mühim bir netice için birisini hırsla beklersin. “Aman gelmedi, aman gelmedi” deyip, en nihayet hırs senin sabrını tüketip, kalkar gidersin. Bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o mühim netice bozulur.
Şu hâdisâtın sırrı şudur ki: Nasıl ki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüp eder. Öyle de, tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle, teennî ile hareket etmediği için, o tertipli eşyadaki mânevî basamakları müraat etmez; ya atlar, düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır, maksada çıkamaz.”[3]
Hırs haybeti getirir, acûliyet hüsranı!
Ezcümle: “Hırs ile acûliyet, sebeb-i haybettir. Zira, mürettep basamaklar gibi fıtrattaki tertibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden, haris muvaffak olamaz. Olsa da, tertib-i ca’lîsi bir basamak kadar seyr-i fıtrîden kısa olduğundan, ye’se düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır.”[4]
Velhasıl, acûliyet kâianattaki cari olan sünnetullaha müraat etmemektir. “Ve keza, bir işte muvaffakiyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatini muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde, fıtrat, adem‑i muvafakatla cevap verecektir. Ve keza, heyet-i içtimaiyede, umumî cereyana muhalefet etmemek lâzımdır. Muhalefet edildiği takdirde, dolabın üstünden düşer, altında kalır.”[5]
Abdülbâkî çimiç
[1] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), s.298
[2] Sorularlarisale.com’dan istifade edilmiştir.
[3] Mektubat, s.460
[4] Eski Said Dönemi Eserleri(Hutbe-i Şamiye), s.630
[5] İşarat’l-İ’caz, s.271