Bediüzzaman, çocuklar ile ilgili çok önemli tespitler aktarır. Mesela: “Çocukların tâlimi, ya cebirle, ya hevesâtlarını okşamakla olur.”[1] tespiti çocuk eğitimi için harika bir tespittir. Bediüzzaman’dan çocuk eğitimi ile ilgili net ifadeler bunlar. Asrımızın eğitimcileri ve pedagogları bu sözlere bigâne kalmamalıdır. Reçete hazır, tatbik etmek için Bediüzzaman’a kulak vermek yeterli diye düşünüyoruz.
Çocuklar yüce Rabbimizin biz kullarına çok kıymetli bir emâneti ve hediyesidir. Onların maddî ve mânevî ihtiyaçları ebeveyn olarak hepimizin omuzlarındadır. Çocuklarımızın hem dünya hem de ahiret hayatını tehlikelerden korumak vazîfesi ile muvazzafız. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle çocuklarımızın mânevî eğitimi zorlaşmıştır. Çünkü âhirzâmanda çocuk olmak ve çocuk yetiştirmek çok zorlaşmıştır. Ahirzaman alametlerinden birisi de Hadis-i Şerifte var; ‘Ahir zamanda çocuklar evin efendisi olacak’ diyor.
Asrımızın dehşetli fitneleri, cazip teknolojik araçları ve iletişim vasıtaları çocuklarımızı maddî ve mânevî yönden tahrîb etmekte ve telâfisi zor yaralar açmaktadır. Özellikle terbiye-i İslâmiyenin za’fiyete uğraması İslâm terbiyesi yerine terbiye-i medeniyenin hâkim olması mânevî eğitimi neredeyse yok olma noktasına getirmiştir. Çünkü bu zaman, eski zamanlara benzemiyor. Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye hayât-ı içtimâîyemize yerleştiği için çocuklarımız, gençlerimiz ve insanlarımız bu tahrîbattan şiddetli bir şekilde etkileniyor. Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksâniyeti ve ubûdiyetin za’fiyetiyle benlik, enâniyet kuvvet buluyor. Öyleyse acilen mânevî eğitime tekrâr tahşîdât yapmalı ve çare yollarına başvurmalıyız.
Çocuklarımızın tâlimi, dînî ve mânevî eğitimi için ise uygulayacağımız metod da önemlidir. Bu noktada Bedîüzzamân’ın gelen tavsiyeleri çok önemlidir. “Çocukla konuşulsa, çocukça tâbirât istimâl edilir.”[2] Çünkü çocukların anlama ve talim seviyesine göre hitâb etmek ve konuşmak gerekir. “Evet, yüksek bir insan, bir çocukla konuştuğu zaman çocukların şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur. Çocuğun fehmi, onun çat pat söylediği sözlerle ünsiyet peydâ eder; söylediklerini dinler ve anlar. Aksi halde, o insanla o çocuk arasında bir ma’lûmât alışverişi olamaz.”[3] Ya bu tavsiyelere uyacağız, yada daha iyi bir yol bulacağız. Çünkü belâgatın ve güzel söz söylemenin gereği beliğ-i muknî(güzel sözle iknâ’ edici) olmalı, tâ muktezâ-yı hâle(halin gereğine) uygun olsun.
Eğitimin temeline mânevî eğitimi koymadıktan sonra işimiz hayli zor! Hem dînî hem de fennî ilimler ile eğitim teçhiz edilmeli ki talebenin himmeti pervaz etsin. Çünkü Bedîüzzaman “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir, aklın nuru fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder… İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (Münazarat)” der.
İnsanın fıtratına uygun olan eğitim fen ve din ilimlerinin birlikte verilmesidir ki, talebelerin kabiliyetleri tam tekemmül etsin. Çünkü insanın aklını fen ilimleri, vicdanını da din ilimleri mamur eder. Bedizaman’ın Lemaat’te “Nur-u akıl kalbden gelir. Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.”[4] dediği nokta bu olsa gerektir.
Eğitimin mânevî ayağı ne yazık ki noksandır. Eğitimin bu tarafının nazar-ı dikkate alınmadığını düşünüyoruz. Çare ideolojik eğitimden fıtrî ve mânevî eğitime geçmek olmalıdır.
Abdülbâkî çimiç
[1] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Münâzarât,)2009,s:291
[2] Sözler,2004, s.629
[3] İşârâtü’l-İcâz,2006,s.346
[4] Sözler, s.1148