İnsana verilen göz, kulak gibi iki büyük nimet
Cemiyette evham hastalığının asıl sebebi, televizyon ve sosyal medyanın celp ettiği habis ervâh olup, cemiyetin ve hanelerin sâkinlerini ruhen ve manen ifsad ediyor. Hayatın geniş dâiresinde olanlarla, zaten bu mevzuhakkında konuşmak kolay değil. Risale-i Nur’un ölçüleri müvacehesinde olanlar dahi bu mevzuda ölçüyü kaçırmış durumda. Evet, müttaki’ olanlar, bu gidişâtı tasvib etmezler. Hem fikren, kalben, şuûren, niyeten, fiilen bu yolu tasvib etmezler. Çünkü, geniş daire ve sosyal medya ferdi ve cemiyeti ifsad ediyor, mü’minin kimyasını ve takvasını bozuyor.
Bediüzzaman bu noktada şöyle önemli bir tespit aktarır: “Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.“[1] Hem “Sem’, (işitme ve dinleme cihazı kulak) gözün kapağı gibi bir kapağı olmadığından, sesleri, kelimeleri ferd ferd işitir veya işitilir.”[2] Ancak “Şeriatça bazı savtlar helâl, bazıları da haram kılınmıştır. Evet, ulvî hüzünleri, Rabbânî aşkları îras eden sesler helâldir. Yetimâne hüzünleri, nefsânî şehevâtı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”[3]
Demek insana göz, kulak gibi iki büyük nîmet-i İlâhiye emânet olarak verilmiştir. Bu iki emânet-i İlâhiye olan cihazların vezâifi de, onların Sânii olan Cenâb-ı Hak tarafından tâyin edilmiştir. O Sâni-i Zü’l Celâl bu vezâifi de Peygamberi vâsıtasıyla kitaplarında beyan buyurmuştur. O vezâif de şöyle ki; “Gözün vazîfesi, bu kitâb-ı kebir-i kâinâtı mütâlaa etmek, bu teşhirgâh-ı âlemdeki Cenâb-ı Hakk’ın antika san’atlarını müşâhede etmek, gayr-ı meşrû yolda istimal etmekten içtinâb etmektir. Kulağın asıl vazîfesi, hak söz ve Kur’ânı dinlemek, kâinattaki mevcûdâtın zikir ve tesbîhâtını duymak ve kulağı lüzumsuz şeylerden, mâlâyâniyattan men’etmektir. Her kim ki, bu iki cihazın yukarıda belirtilen vezâifini idrak etmez, onları gayr-ı meşrû bir tarzda istimal ederse, dünyâda günahlar sebebiyle göz ve kulağa ma’nevî bir perde çekilir. Böylelikle o şahıs, manen kör ve sağır olur. Âhirette ise, bu dünyâda o cihazların hakkını edâ etmediği ve mânen onları kör ve sağır ettiği için, maddeten de kör ve sağır olarak haşrolunur. Ve bu iki cihaz, sâhibi aleyhinde şehâdette bulunur. Her kim de, bu iki cihazın kıymetini derkedip, onları Mâlik-i hakîkîsinin emir ve izni dâiresinde istimâl ederse, dünyâda iken daha Cennet’e gitmeden Cennet’in zevkini tadar. Âhirette ise bu iki cihaz, sâhibi lehinde şahâdette bulunur ve Cennet’te nihâyetsiz bir saâdet ve lezzete mazhâr olmasına vesîle olur.
“Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tiryak misal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.”[4]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Sözler, s.50
[2] İşarat-ul İ’caz (Trc: Abdülkadir) > Bakara 7 : Kalplerin Mühürlenmesi > İşârât-ül İ’câz (Trc: Abdülkadir)
[3] İşârât-ül İ’câz, s.119
[4] Kastamonu Lahikası, s.137