Şeyh San’an ve Bediüzzaman
Şeyh San’an tepesi,Gürcistan’ın başşehri olan Tiflis’in hemen yanında bulunan ve şehre hâkim konumda olan bir tepedir. Yapılan bir araştırmaya[1] göre, Tiflis’e nazır bu tepe, pek çok destanlara konu teşkil edecek önemli ve ibretli bir hadiseye de beşiklik eder.
Şeyh San’an’ın hikâyesi
Seyh San’ân, Abdülkadir-i Geylâni (k.s.) Hazretleri zamanında yaşamış veli bir zâttır. Hakkında çok farklı menkıbeler kaydedilmiştir. Gürcistan’ın başşehri olan Tiflis’in hemen yanında bulunan ve şehre hâkim konumda olan bir tepedir. 1130’lu yıllarda Tiflis ve çevresi bu yıllarda Gürcü Penek Krallığı’nın sınırları dâhilinde bulunmaktadır. Tiflis’e nâzır bu tepe, pek çok destanlara konu teşkil edecek önemli ve ibretli bir hâdiseye de beşiklik etti. Tepeye adını veren Şeyh San’ân (bazı kaynaklarda San’ân, Senan, Senani, Sinani olarak da zikredilir), Abdülkadir-i Geylâni Hazretleri’nin müridlerinden birisiydi. Çeşitli bölgelere ve beldelere İslâmı anlatmak ve tebliğ etmek maksadıyla müridlerini gönderen Geylâni Hazretleri, Şeyh San’ân’a şu tenbihte bulundu: “Sen Penek’e gideceksin. Orada İslâmiyeti yayacaksın. Ola ki görevini aksatırsan, umarım ki domuzların ayakları senin omuzlarında olur.” Şeyh San’ân, Şeyhinin bu talebi üzerine Penek’e geldi ve zikrettiğimiz tepeye yerleşti. Çevrede yaşayan insanlara İslâm’ı tebliğ hizmetine başladı. Ancak bir süre sonra Gürcü Kralı’nın kızını gördü ve ona âşık oldu. Şeyh San’ân, bu aşkın tesiriyle bir süre sonra kendisini tamamen Kral’ın kızına kaptırdı. Öyle ki, Kral kızının talebiyle Hristiyan oldu. Bununla da kalmayıp, sadece ve sadece sevdiği kızı her zaman görebilmek için Kral’a ait domuzlara çobanlık etmeye de başladı. Kısaca San’an, kalbindeki şiddetli aşkın tesiriyle kıza bir nevi köle olmuştu. Geride ne şeyhlik, ne de Müslümanlık kalmamıştı.
San’ân, yedi yıl boyunca Penek Kralı’nın domuzlarına çobanlık yaptı. Bir gün, San’ân’ın aklını başına getiren, Şeyhi Abdülkadir-i Geylâni’yi ve onun ikazını hatırlatan bir gelişme oldu. Domuzlarla ilgilendiği esnada, bir domuz yavrusu üzerine atlamış, ayakları omuzuna ve başına değmişti. Bu küçük, ama tesiri çok büyük olan hâdise, San’ân’ı kendine getirmeye yetmişti. Büyük bir pişmanlık hissi içinde yanıp kavruldu. En sonunda her şeyden vazgeçip, Şeyhi Abdülkadir-i Geylâni’ye geri dönmeye karar verdi. Bu kararını sevgilisine aktardı ve geri döneceğini söyledi.
Bu gelişme Gürcü Penek Kralı’nın kızını da çok etkiledi. Çünkü o da bu zaman zarfında San’an’a âşık olmuştu. San’ân’ın bu kararlı tavrı üzerine Kral’ın kızı onunla birlikte gelmek, Müslüman olmak ve kendisiyle evlenmek istedi. Vakit geçirmeden yola çıktılar ve hızla oradan uzaklaştılar. Ancak Penek Kralı durumdan haber alır almaz onların arkasına asker gönderdi. Bu gelişmelere gaybî cihetten vakıf olan Abdülkadir-i Geylâni, kırk müridini yardım için göndermişti. Şeyh San’ân ve eşi, diğer müridlerle Allahuekber Dağları’nda buluştular. Ancak tam bu sırada Kral’ın askerleri onları yakaladı. Az sayıda olmalarına rağmen gelen askerlerle savaştılar. Bu savaş neticesinde hem San’ân ve eşi, hem diğer müridlerin tamamı şehid düştüler. Geriye böyle ibretlerle ve derslerle dolu bir hâdise, Tiflis’in yanı başındaki tepenin ismi ve en son büyük bir kahramanlığa şâhid olan dağların ismi kaldı. Tepenin ismi “Şeyh San’ân Tepesi” oldu.[2]
Şeyh San’an Tepesi’ne Gürcüler Sololâki diyor
Bugün bu tepeye Tiflis’te Şeyh San’an tepesi denmiyor. Tepenin adı Gürcülerin arasında Sololaki olarak biliniyor. Yukarıda da ifade edildiği üzere Şeyh San’an Tepesi ismi ise çok ilginç bir hikâyeye dayanıyor. Feridüddin Attar tarafından Mantık’üt Tayr adlı eserde de anlatılan uzun hikâye böyle.
Tiflis’in Nur Talebeleri için mühim olmasının sırrı ise, bu tepede Bediüzzaman’ın Rus Polisi ile konuşması ve orada verilen istikbale ait müjdelerdir.
Nitekim bugün Tiflis’te tıpkı Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi nice medreseler yükselmiştir. Ve diğer müjdeleri de tahakkuk etmiş ve etmektedir. Bitlis ve Tiflis illerinin kardeş olduğu müjdesinin de tahakkuk etmesi başka bir açıdan çok kıymetlidir. Âlem-i İslâm açısından verilen müjdeler ise kanaatimiz odur ki tahakkuk etmiş ve daha berrak olarak görülecek günlerin çok yakın olduğunu ifade edebiliriz.
Şeyh San’an’dan Bediüzzaman’a
Belki başta aktardığımız Şeyh San’an’ın başından geçenlerle Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşadığı bu hadise arasında her iki şahsiyetin bu şehre ve tepeye geliş şekilleri ve hedefleri açısından mezkûr tepenin dışında bir irtibat kurulmayabilir. Şeyh San’an’ı buraya tebliğ için gönderen Abdülkadir Geylânî’nin, Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatında çok önemli bir yeri ve konumu olduğu bilinen bir hakikattir. Şeyh San’an, tebliğ görevini Abdülkadir Geylânî’den alarak uygulamaya bu tepede başlamış, bir tür tebliğ, irşad veya eğitim merkezi kurmuştur. Tabiî, Penek Kralı’nın kızına gönlünü kaptırınca hadiseler tam tersi istikâmette gelişmiştir. Şeyh San’an’ın tebliğ merkezi olarak bu tepeyi seçmesiyle, Bediüzzaman’ın Tiflis ziyaretinde bu tepeye çıkması ve istikbale dair İslâmî müjdeler vermesi tesadüfî olamaz. Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri’nin öteden beri kurmayı planladığı ve adını “Medresetü’z-Zehrâ” olarak belirlediği eğitim projesi için bu tepede planlar yapması da çok önemli mesajlar ihtiva etmektedir. Şeyh San’an, tebliğ projesini maalesef aşk-ı mecâzîye kurban etmekle devre dışı bırakmış, bir nevi ölüme terk etmiştir. Buna karşılık Bediüzzaman Hazretleri, bu eğitim projesine adeta hayatını vakfetmiştir. Şeyh San’an mecâzî bir aşka dûçar olurken, Bediüzzaman ise marifetullah ve muhabbetullah olan aşk-ı hakîkîye müheyya olmuştur. Mısır’daki “Ezher Üniversitesi”nin bir “Kız Kardeşi” olarak vasfettiği Medresetü’z-Zehrâ projesine öylesine bir aşk ve gayretle sarılmıştır ki, bu uğurda her türlü zorluğu ve tehlikeyi göze alabilmiştir.
Sonunda Bediüzzaman’ın gaye-i hayali gerçekleşmiş, Barla’nın dağ ve bahçelerinde yankılanan “Yaz kardeşim!” nidaları, dağları, taşları, kuşları, çiçekleri, denizleri, bulutları, hülâsa bütün dünyayı; sayısız güneşleri ve yıldızlarıyla bütün kâinatı “Medresetü’z-Zehrâ”ya çevirmiştir.
Abdülbâkî Çimiç
[1] A. Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz’ın yaptığı araştırma.
[2] Bkz. Şeyh San’ân’ın hikâyesi, A. Gölpınarlı’nın Mantıku’t-Tayr tercemesi (MEB, İst. 1990, s. 95-127); 26 Mayıs 2004 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen “Ermeni Araştırmaları İkinci Uluslararası Kongresi”nde Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz tarafından “Ortaçağdan Günümüze Kadar Gelen Sarı Gelin Türküsü ve Menkıbesi” başlığıyla tebliğ olarak sunulmuştur.