Bediüzzaman’ın Tiflis Yolculuğu
Divan-ı Harb-i Örfi’deki beraattan sonra Bediüzzaman Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır. Bediüzzaman Hazretleri, omuzuna almış olduğu yeni vazifenin yüklemiş olduğu hizmet şevkiyle, pür ümit ve emellerle Şark’a yolculuğuna başlamıştı. Ümitsizlik, yılgınlık ve bitkinliğin askerlerini tar-ü mar edecek ümit ve azm dersini vere vere İstanbul’dan dönüş yolundaydı. 1910 yılı bahar aylarında(Bu tarih 1910 yılının Mart ayına rastlamaktadır.) yanında iki talebesiyle vapurla önce İnebolu’ya gelir. Yaptığı gemi yolculuğu ile Karadeniz sahillerinde uğradığı limanlardan sonra Batum’a gelir. Batum’da ne kadar kaldığı bilinmemektedir. Batum’dan sonra Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Burada Şeyh San’an tepesine çıkar. Çarlık Rusya’sı döneminde Demirperdelerin olmayışı ve seyâhatların serbest oluşu hasebiyle Bediüzzaman’ın şehrin içinde gezmesine bir mani’ yoktur. Çok eski tarihi bir belde olan şehre hangi taraftan girilse göze ilk çarpan yer bu tepedir. Kura nehrinin vadisinde kurulan Tiflis’in umûmî manzarası bu tepeden çok iyi görünür. Bediüzzaman, Şeyh San’an Tepesi’ne çıkıp manzarayı seyrederken Rus gizli servisinden bir polis onu takip eder. Bu polis ya Bediüzzaman’ın Tiflis’e geldiğini biliyordu, ya da dikkat çeken giyiminden şüphelenmiş olabilir. Polisin Türkçe bilmesinden, Bediüzzaman’ın Tiflis’e geldiğini bildiği ve bundan dolayı onu takip ettiği anlaşılabilir. Bediüzzaman manzarayı dikkatle seyrederken, Rus gizli servisinden olan bu polis ile aralarında önemli bir konuşma geçer.
Bediüzzaman’ın Rus Polisi ile konuşması
Bediüzzaman, Eski Said döneminde kaleme aldığı Sünûhat adlı risalesinde “Bir Hikâye” adı altında bu olaydan bahsetmiştir. Rus Polisi ile aralarında geçen muhâvereyi Arabî El-Hutbetü’ş-Şâmiyye’nin Arabî zeyli olan Teşhîsü’l-İllet’e Türkce kısa bir zeyl olarak neşreder.
Kitabda tafsil etmiş… Bir Hikâye:Bundan üç sene evvel Tiflis’e gittim. Şeyh San’ân Tepesine çıktım. Dikkatle temâşâ ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi: Neye böyle dikkat ediyorsun? Dedim: Medresemin planını yapıyorum. Dedi: Nerelisin? Bitlis’liyim dedim. Dedi: Bu Tiflis’dir.. Dedim: Bitlis,Tiflis birbirinin kardâşıdır.. Dedi ne demek? (…).[1] Tiflis’de tesâdüf etdiği Rus Polislerinin “Hürriyet sizi parçalayacakdır.” sözlerine mukābil, Bedîüzzamân, “Sizi parçalayacak. Ben de Tiflis’de medresemi küşâd edeceğim.” demiş. Devâ-ül Ye’s[2] nâm kitâbının zeylinde yazılmışdır.[3]
Ahmed Râmiz, İki Mekteb-i Musîbet’in Şahâdetnâmesi’nin ikinci baskısına eklediği İfâde-i Nâşir’de onun İstanbul’dan ayrılıp memleketine dönüşünü şöyle anlatır: Elyevm, Sa’îd-i Kürdî Kürdistân’a döndü. İstanbul’un havâ-yi gıll u gışından, tezvîrâtından, bedraka-i efkâr olmak lâzım gelen gazetecilerin -ba’zılarının- bütün fenâlıklara bâdî, bütün felâketlerin müvellidi olduklarını görerek, bu derece açık cinâyetlere tahammül edemeyerek me’yûs ve müteessir; vahşetzâr fakat mûnis, fakat vefâkâr ve nâmusperver olan dağlarına döndü. İsâbet etti. Kim bilir, belki en büyük icrââtinden biri de budur!.[4]
1920’de İstanbul’da bastırdığı Sünûhat isimli eserinin zeyli olan “Teşhis-ül İllet”[5] risalesinde bu hikâyeyi bizzat Bediüzzaman’dan dinliyoruz.
Bir Hikâye
Bundan on sene evvel[6] Tiflis’e gittim. Şeyh San’an Tepesi’ne çıktım. Dikkatle temaşa ediyordum. Bir Rus yanıma geldi.
Dedi:
“Niye böyle dikkat ediyorsun?”
Dedim:
“Medresemin plânını yapıyorum.”
Dedi:
“Nerelisin?”
“Bitlisliyim” dedim.
Dedi:
“Bu Tiflis’tir.”
Dedim:
“Bitlis, Tiflis; birbirinin kardeşidir.”
Dedi:
“Ne demek?”
Dedim:
“Asya’da, âlem-i İslâm’da üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor, sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Dedi:
“Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”
Dedim:
“Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın[7] devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”
Dedi:
“İslâm parça parça olmuş.”
Dedim:
“Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstait bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. kafkas ve türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâahir… “Yahu, şu asilzade evlât, şahadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını, âfak-ı kemalâtta temevvüç ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.” İşte hikâyemin yarısı bu kadar.[8]
Rus Polisi’ne “Hürriyet sizi parçalayacak”
Bediüzzaman, Kafkasya ve Türkistan’da yaşayan halkların üstünü kaplayan “üç zulmetin” kalkacağını 1910’da haber vermişti. Bu üç zulmetin sonuncusunun kalktığına 1991-1992’de şahit olundu. Rusya’nın çöküşü, komünizmin çöküşü ve Sovyetler‘in dağılmasıyla Müslüman devletlerin bağımsızlıklarını kazanması, zulmetin ortadan kalktığı üç durum olarak kabul edilebilir. Abdurrahman, yazdığı biyografide, Rus polisinin “Hürriyet sizi parçalayacaktır.” dediğini aktarır. Said Nursi’nin bu söze cevabı, “Aslında hürriyet sizi parçalayacaktır. Ben de Tiflis’e gelip medresemi açacağım.” şeklindedir.[9]
Tiflis, Risâle-i Nur için önemli bir merkezdir
Ayrıca, 1990 yılında, Bitlis ve Tiflis, “kardeş şehir” ilan edilir. İslâm âleminin mukadderatına işaret eden bu muhavere dolayısıyla Tiflis, Risâle-i Nur okurları için önemli bir hatıra merkezi olmaya devam etmektedir. Bu sebeple de şehrin tarihî, sosyal ve kültürel yapısı birçok yönüyle merak uyandırmaktadır. Bu tarihî tartışmanın üzerinden yüz on yıldan fazla bir süre geçmiştir. Bediüzzaman’ın “Bitlis’in kardeşidir” dediği Tiflis, Çarlık döneminin baskılarını da, komünist istibdadın hegemonyasını da geride bırakarak hürriyetine kavuşmuştur. Ve Rus polisine, “Sizdeki istibdat perdesi yırtılacak, ben de gelip burada medresemi yapacağım” diyen Bediüzzaman’ın talebeleri, Orta Asya’yı ve Kafkasya’yı kucaklayan gönül seferberliğinde Tiflis’i de ihmal etmediler. Nitekim, eski Sovyet cumhuriyetlerinde, Risale-i Nur’un ulaştığı ve Bediüzzaman adının gazeteler tarafından halka duyurulduğu ilk ülkelerden biri de Gürcistan olmuştur.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Sa‘îd-i Kürdî; Devâü’l-Ye’s Zeylinin Zeyli, Kostantiniyye, Matbaa-i ebüzziyâ, 1330, s.6-7.
[2] “Devâü’l-Ye’s”, “Hutbetü’ş-Şâmiyye”nin diğer adıdır. “Devâü’l-Ye’sinZeyli”, “Teşhîsü’l-İllet”dir. Burada sözü edilen zeyl, “Devâü’l-Ye’s Zeylinin Zeyli”, yânî “Teşhîsü’l-İllet”in zeylidir..
[3] Abdurrahman Nursî; age, s. 34-35.
[4] Sa‘îd-i Kürdî; İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi yâhûd Dîvân-ı Harb-i Örfî ve Sa‘îd-i Kürdî, Artin Asadoryan ve Mahdumları Matbaası, İkinci Tab‘, İstanbul, [Hicî]1328 [1910], s.8.
[5] Yeni Asya Neşriyat bu hikâyeyi Eski Said Dönemi Eserleri Devaü’l-Yeis bölümüne derç etmiştir.
[6] Bu kitabın birinci tab’ından yedi sene geçmiştir. Demek on sene evvel, yani Rumî 1326 (Milâdî 1910) senesinde.
[7] Bediüzzaman Tiflis’e uğradığı vakit ki mevsim, bilhassa o bölgeye göre henüz kış sayılan Mart ayının ortaları olduğundan yağışlı, soğuk olduğuna işaret eder.
[8] Eski Said Dönemi Eserleri(Devaü’l-Yeis), 2013, s.388,389,390
[9] Abdurrahman Nursi, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı, s.45.