Bedîüzzamân’ın Müjdelediği Genç Saîd’ler Olabilmek

Allahım! Efendimiz(asm)’e, âline ve ashabına, Cennetteki ehl-i Cennetin nefesleri sayısınca salât ve selâm et ve bereket ihsan et. Bizi, bu kitabın naşirini, arkadaşlarını, sahibi olan Saîd’i, anne ve babalarımızı, erkek ve kız kardeşlerimizi, onun sancağı altında saîdler olarak haşret; bizi onun şefaatiyle rızıklandır; bizi, onun âl ve ashabıyla beraber, rahmetinle Cennete koy, ey Erhamürrâhimîn. Âmin, âmin.

Allah’ım, bizi saadet ehlinden kıl, Saîd’ler zümresinde haşret ve Saîd’lerle beraber, Nebiyy-i Muhtârının şefaatiyle Cennete ithal et. Efendimiz(asm)’e ve Âline de, Senin rahmetine ve onun hürmetine lâyık şekilde salât ve selâm et. Âmin, âmin, âmin.

“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nûrun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Saîd’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, ve saireler!Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun.

Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.[1]”

“Hadsiz şükrolsun ki, şimdi Ankara içinde küçük bir medrese-i Nûriye mânâsında, küçük Saîd’ler ve Nûrun fedakârları her gece birisi bir mecmuayı okur, ötekiler ders alır gibi dinliyorlar.[2]”

“Aziz, sıddık kardeşim Osman Nuri, Madem Cenab-ı Hak, senin kudsî niyet ve ihlâsınla Ankara’da en mühim genç Saîd’leri senin etrafına toplatmış.

Madem Ankara’da benim bulunmamı lüzumlu görüyorsunuz. Ben de şimdi nafakamla tedarik ettiğim nüshalarımı o küçük medrese-i Nuriyeme benim bedelime gönderiyorum. Onların adedince Saîd’ler, seninle komşu olurlar.

Hem fedakâr evlâdın çok fevkinde sadakatle şimdiye kadar hizmetleriyle herbiri birer genç Saîd olarak beş-on Abdurrahmanlarım hükmünde Sungur, Ceylân, Salih, Abdullah, Ahmed, Ziya gibi genç ve çalışkan Saîdleri senin yanına hem benim vekilim, hem senin talebelerin olarak benim bedelime o küçücük medrese-i Nuriyeye nezaret ve bir nevi dershane olarak reyinize bırakıyorum.[3]”

“Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede muktedir, kuvvetli arkadaşlarım, Çok defa me’mulüm fevkindeki kaleminizle mânevî hediyeniz ispat etti ki, ihtiyar, zayıf, âciz bir Saîd yerine genç, kavî, iktidarlı çok Saîd’ler sizlerde vardır.

Aynı rûh, aynı ifâde, aynı îmân… Hadsiz şükür ve senâ olsun ki; Rabb-i Rahîm sizleri Risâle-i Nûr’a hâmi, nâşir, sahip, şakirt eylemiş.

Bizlere pek çok ağır müşkilât içinde kudsî hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş. Zaman ve zemin, sizlerle çok müştak olduğum uzun konuşmayı hoş görmediği için, kısa kesip ruh u canımla herbirinize binler selâm. Mâşaallah, bârekâllah derim.[4]”

“ Risâle-i Nûr’un hıfz ve neşrine ve sahâbet ve himayetine çalışmak için hayat isterdim. Fakat hadsiz şükür olsun ki, bir biçare ihtiyar Saîd yerinde çok genç Saîd’ler o vazifeyi yapıyorlar.[5]”

“Sizi temin ederim ki, şimdi ecel gelse, ölsem, kemâl-i rahat-ı kalble karşılayacağım. Çünkü içinizde kuvvetli, metin, genç çok Saîd’ler bulunduğuna ve bu biçare, ihtiyar, hasta, zayıf Saîd’den çok ziyade Risâle-i Nûr’a sahip ve vâris ve hâmi olacaklarına kanaatim geliyor.”[6]

“Umûm esmâ-i hüsnâ, âzâmî mertebesiyle Risâle-i Nûrun şahs-ı mânevîsinde tecelli ettiğinden; bu binler, milyonlar şakirtlerinizin herbiri yüksek bir tecelli ile ayrı birer isim ve o haslet-i memduhalara mazhar ve ayna oldukları bir bahr-i umman veya bir şems-i hakikat olarak bu asrın efkârında, meydanında ve afakında tulû eden bu binler levnleri havi ve binler renklerde aks eden ve binler tarzlarda ve şekillerde çağlayan külli şahs-ı mânevîden birer Said ve o âlemde Saidler çekirdek olup, ondan fışkıran nur ağacının birer dalı, birer meyvesi oldukları gibi; bazı has ve halis talebeleriniz dahi o külli hakikata ve o tecemmu etmiş Saîdlere-baştan başa-tam bir aynalık da ediyorlar.[7]”

“Yalnız bu kadar var ki, Isparta havalisinde yüzer genç Saîd’ler ve Hüsrev’ler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zayıf Saîd dünyadan kemal-i istirahat-i kalble veda etmeye hazırdır.[8]”

“Madem o mübarek medresede küçük ve büyük çok Saîd’ler var; ihtiyar, âciz, vazifesi bitmiş bir Saîd noksan olsa, ehemmiyeti yok. Hayat-ı bâkıyede madem beraberiz; bir muvakkat müfarakat olsa da, sizi müteessir etmesin.[9]”

“Zaten benim vazifem bitmek üzeredir. Risâle-i Nûr, husûsan mecmuaları, herbir nüshası, Saîd’e karşı hüsn-ü zannınızın fevkinde onun vazîfesini görebilir ve görüyor. Ve Nûr şakirtlerinin haslardan herbir fedakârı, o Saîd’in vazîfesini mükemmel görebilir. İnşâallah ileride tam görecekler. Bir Saîd içinizde noksan olmakla, yüzer mânevî Saîd olan mecmualar ve binler maddî Said’ler, içinizde halis ve mükemmel o vazîfeyi görebilirler ve görüyorlar. Bu hakîkate binâen, benim şahsıma ve başıma gelen hadiselere çok ehemmiyet vermeyiniz. Yalnız çok duâ ediniz. Zaaf ve ihtiyarlık ve ziyade teessüratıma, bence makbûliyetleri şüphesiz olan duâlarınızla yardım ediniz.[10]”

“Alamescid Köyü hocası İbrahim Edhem’in hâlisâne mektubuyla, ehemmiyetli ve Nurun mâsum şakirtlerinin o mübarek hocanın dersinden tam hisse alan ve Nur dairesine giren altı küçücük mâsumların kendi kendilerine düşünüp hocalarına söyleyerek, altı pusula kendi kalemleriyle yazarak, bu ihtiyar, hasta Said’e, o mâsum mübarekler, ömürlerinden herbiri bir kısmını vermesi, hakikaten gayet medar-ı hayret ve takdir bir hâdise-i Nuriyedir. Ben dahi o mâsumların o mübarek hediyelerini kabul edip, yine o küçücük Saîd’lere hediye ederek, benim yerimde çalışmak için bağışlıyorum. Cenab-ı Hak, onları muvaffak eylesin. O küçücük Saîd’ler ise, işaretlerinden, İbrahim, dokuz yaşında, Mustafa on bir yaşında, Halil İbrahim on iki yaşında, Emin Yılmaz on dört yaşında, Mehmed on bir yaşında, Abdullah on iki yaşlarındadır.[11]”

 “Aziz, sıddık kardeşlerim, Bayram tebrikiyle beraber herbirinizi derecesine göre birer Saîd ve birer vârisim ve benim yerimde Nurların birer bekçi muhafızı olarak mânevî bir hâtıraya binaen kabul ettiğimi haber verdiğim gibi, şimdi de size beyan ediyorum. Mâdem haddimden çok ziyade hüsn-ü zannınızla bana ulûm-u îmâniye ve hizmet-i Kur’âniyede bir üstadlık vermişsiniz. Ben de herbirinize derecesine nisbeten eski zaman üstadlarının icazet almaya lâyık olan talebelerine icazet-i ilmiyeyi verdikleri misilli icazet veriyorum. Ve bütün kanaatimle ve ruh u canımla sizi tebrik ediyorum. İnşaallah şimdiye kadar sadakat ve ihlâs dairesinde fevkalâde neşr-i envar ettiğiniz gibi, daha parlak devam edip bu âciz, zayıf, mütekaid Saîd bedeline binler muktedir, kuvvetli vazifeperver Saîd’ler olursunuz. Saîd Nursî[12]”

Sadakte Üstadım sadakte. “Sadakte ve bilhakkı natakte”

 Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Dipnotlar:[1] Münazarat,[2] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 56,[3] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 39,[4] Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 21,[5] Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 69,[6] On Üçüncü Şua,[7] Tiryak – s.2353,[8] Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 69,[9] Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 84,[10] Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 130,[11] Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 171,[12] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No:1

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir