Bediüzzaman’ın Kur’ân ayetlerinden istihrâc ettiği mânâlara göre 1323(1907) yılı, gelecek olan büyük fitnelerin kaynamaya başladığı yıllardır. Gerçekten İttihad ve Terakkî içinde yuvalanan bir komita fitnesinin hareketlerine şiddetin de eklendiği yıl olan 1323(1907), hem Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelerek yeni bir engebeli hayata başlaması ve başına musibetlerin arka arkaya gelmesi ve hem de hilâfet-i İslâmiye’nin ve Sultan Abdülhamid’in başına çoraplar örülmesi yıllarıdır. Buna dair Bediüzzaman şöyle bir işâret istihrâc eylemiştir: “Şüphesiz biz seni hem Hakk’a şâhid ve hem de bir müjdeci olarak gönderdik.”[1] cümlesi, şeddeler sayılmaz ve âhirde tenvin vakıftır (elif sayılır) makam-ı cifrîsi ki, bin üç yüz yirmi üç(1323/1907) tarihini gösterir. O tarihte, merkez-i hilâfette, dehşetli bir inkılâbın mebde-i infilâki içinde ye’se düşen ehl-i imâna müjde verip, İslâmiyet’in hakkaniyetine ve kuvvetine kuvvetli şehadet eden ve veraset-i Nübüvvet noktasında dâvette bulunan hakikî bir şahide işaret eder.”[2]
Bediüzzaman, Medreset’üz-Zehrâ adını verdiği Büyük İslâm Üniversitesi’ni vücuda getirmek yahut Van, Bitlis ve Diyarbekir’de Dar’ül-Fünûn derecesinde bir Medrese’nin açılışını temin etmek, dolayısıyla sekiz senedir plân ve projesini zihninde çizdiği cihan çapındaki İslâm’a hizmet dâvâsının bir kanadını ve hayatı boyunca kendisine gaye-i hayal ederek uğrunda çalıştığı pek büyük niyetinin bir tarafını tahakkuk ettirmek maksadı ve gayesiyle, İslâm halifesine müracaat etmek üzere İstanbul’un yolunu tutmuştur. İşte Bediüzzaman, Bitlis Valisi Tâhir Paşa’nın mektubunu ve tavsiyelerini de alarak, aynı sene içinde İstanbul yoluna revan olmuştur. Bediüzzaman’ın 56 Teşrîn-i Sânî 1323(18 Kasım 1907) târîhli mürur tezkiresiyle hemen Van’dan ayrıldığı anlaşılmaktadır. Tâhir Paşa’nın tavsiye mektubundan bir gün sonra mürur tezkiresi aldığı gün gibi ortadadır. Bu demektir ki, Bediüzzaman vakit kaybetmeden İstanbul’a hareket eylemiş ve tahminen 1907 yılının sonuna doğru İstanbul’a gelmiştir.[3] Bu bilgi ve belgelere göre Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelişi Kasım 1907 gibidir. Zira 30 Mayıs 1908’de Van Valiliği’ne yazılan[4] hakkındaki soruşturma yazısı[5], bu tarihte(30 Mayıs 1908 tarihinde) İstanbul’da olduğunu gösterdiği gibi, Hürriyet’in ilânı demek olan 24 Temmuz 1908(11 Temmuz 1324)’de II. Meşrutiyet’in ilânından evvel İstanbul’da olduğu nettir.
Bu hadiseyi Şualar eserinde gelen şu kısımda teyid etmektedir: “Birinci ayet (Allah hikmeti dilediğine verir[6]), bin üç yüz yirmi iki ederek(Rumî 1322; Miladî 1906 eder), makam-ı ebcedî ile Risalei’n-Nur Müellifi’nin doğrudan doğruya ulûm-i âliyeden başını kaldırıp hikmet-i Kur’âniyeye müteveccih olarak hadimü’l-Kur’ân vaziyetini aldığı tarihtir ki; bir sene sonra(1907) İstanbul’a gitmiş, mânevî mücahedesine başlamış.”[7] Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelerek mânevî mücahedesine başlamasına Risale-i Nur’da şöyle bir işaret dâvâ vardır: “Hazret-i Mevlâna’nın (ks) tecdid-i din mücahedesine başlangıcı ve mukaddimesi, Hindistan’ın payitahtına 1224(1808)’te girmiş. Üstad ise, aynen yüz sene sonra, 1324(1908)’te Osmanlı Saltanatının payitahtına girmiş, mücahede-i mânevîyesine hazırlanmış.”[8]
Risale-i Nur’da 1324(1908) tarihlerine bakan başka Kur’ânî istihrâçlar da vardır. Bediüzzaman Birinci Şua eserinde hürriyetin ilânı zamanında mânevî mücahedeye başlayacağını şöyle açıklamaktadır: “Bizim yolumuzda cihad edenleri doğru yolumuza mutlaka hidayet eder ve muzaffer kılarız.[9]” Eğer şeddeli “lâm” iki “nun” bir sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi dörtte(1324/1908) Hürriyetin ilânı hengâmında mücahede-i mânevîye ile tezahür eden Risalei’n-Nur Müellifinin görünmesi tarihidir.”[10]
Yine Bediüzzaman’a göre 1324(1908) tarihine bakan başka Kur’ânî istihraçlar da vardır: “Allah’ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz–kâfirler isterse hoşlanmasınlar.”[11] Ayetindeki “Allah’ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.”[12] cümlesi, kuvvetli ve letâfetli münâsebet-i mânevîyesiyle beraber şeddeli “lâm”, birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dört (R.1324,M. 1908) ederek, Avrupa zalimleri Devlet-i İslâmiye’nin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti yirmi dörtte(1324/1908) ilânıyla o plânı akim bırakmaya çalıştıkları hâlde, tâ otuz dörde(1334/1918), tâ elli dörde(1354/1938) tam tamına tevafukla, o hercümerç içinde Kur’ân’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resaili’n-Nur Müellifi yirmi dörtte(1324/1908) ve Resaili’n-Nur’un mukaddematı otuz dörtte(1334/1918) ve Resaili’n-Nur’un nurânî cüzleri ve fedakâr şakirtleri elli dörtte(1354/1938) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor.”[13]
Kastamonu Lahikası’nda Karadağ’ın Bir Meyvesi’nde yapılan bir istihraç da şöyle: “Her asra hitap ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade “Yemin olsun asra. İnsan muhakkak hüsrandadır.”[14] ayetindeki “İnsan muhakkak hüsrandadır.” (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üç yüz yirmi dört (1324/1908) edip, Hürriyet İnkılâbıyla başlayan tebeddül-i saltanat ve Balkan ve İtalyan Harpleri ve Birinci Harb-i Umûmî mağlûbiyetleri ve dehşetli muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve bu memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umûmî’nin zemin yüzünde fırtınaları gibi semâvî ve arzî musibetlerle hasâret-i insâniye ile “Ancak iman eden, güzel işler yapanlar müstesna…”[15] ayetinin bu asra dahi bir hakikati, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem’a-i i’câzını gösteriyor.”[16]
Bir başka işaret Rumuzat-ı Semaniyye’de 1900’lü yılların başına bakan gaybî ihbarlar da aynı senelerde çok ciddî hadiselerin yaşandığına işaret ediyor. Mesela “324/1908’te mason komitesinin hürriyet perdesi altında hilâfet-i İslâmiyeyi kaldırmak teşebbüsünün târihini göstermekle, birinci vechin gösterdiği aynı mes’eleyi gösteriyor.”[17] deniliyor. Başka bir yerde “Şimdiki ‘Şainekehüvelepter’in ma’nâsını gösteren komitenin selefleri hükmünde olan Yeniçeri’nin değil, belki Yeniçeriler’in içine karışan fesâd komitesi hilâfete karşı isyânlarının başlangıcı olan 1222/1806 ve 24(1224)/1808’te, aynen mason komitesinin hürriyet perdesi altında mebde-i isyânı olan 1324/1908-9 târihine bir cihetle tevâfukla berâber…”[18] Buradan da anlaşılan Bediüzzaman Hazretleri’nin İstanbul’da bulunduğu zamanlarda ahirzamanda cereyan edeceği Kur’ân-ı Muciz-ül beyan’ın ve Peygamber Efendimiz(sav)’in ihbar ve işaret-i gaybîyeleriyle haber verilen hadiselerin ve şahısların zuhur zamanı olduğu açıkça görülmektedir. Böylece âlem-i İslâmı alâkadar eden ve bin üç yüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiaze ettiği (Allah’a sığındığı) bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlaşılmış bulunuyor.
Elhasıl: Hususen 1324/1908 Hürriyet ilanında Avrupa filozoflarının çirkin akîde tohumlarını memleketimize saçmak istediği zamandır.
Abdülbâkî Çimiç
[1] Ahzap Suresi: 45
[2] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 3.Parça: İşarat-ı Kuraniye Risalesi [1.Şua], Kastamonu Lahikası, s.44-45
[3] Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmî Şahsiyeti, Cilt-I,s.369-70
[4] BOA, ZB, 618/64, 17 Mayıs 1324(30 Mayıs 1908)
[5] BOA(Başbakanlık Osmanlı Arşivi), ZB(Zaptiye Nezâreti) 618/64, 17 Mayıs 1324(30 Mayıs 1908)
[6] Bakara Suresi: 269
[7] Şualar,2013, s.1087
[8] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 2013, s.27,28
[9] Ankebut Suresi, 69
[10] Şualar,2013, s.1077
[11] Tevbe Suresi: 32
[12] Tevbe Suresi: 32
[13] Şualar, 2013, s.1112,13
[14] Asr Suresi: 1-2
[15] Asr Suresi: 3
[16] Kastamonu Lahikası,2013, s.289
[17] Rumazat-ı Semâniye,2016, İttihad Yayınları, s.110
[18] Rumazat-ı Semâniye,2016, İttihad Yayınları, s.112