Belgelere göre Ferah Tiyatrosu Hâdisesi 21 Ocak 1909[1]’da vuku bulmuştur. Bediüzzaman Divan-ı Harb-i Örfi’de çeşitli hadiselerin yatıştırılması ve daha büyük hadiselerin vukuu bulmaması için nasıl gayret ettiğini ise şu ifadeleriyle anlatıyor: ”Kaç defa, büyük içtima’larda heyecanları hissettim. Korktum ki; avam-ı nâs siyasete karışmakla, asayişi ihlâl etsinler. Bir Kürt talebesinin lisânına yakışacak lâfızlarla heyecanı teskin ettim. Beyazıt’ta talebenin içtimaında ve Ayasofya Mevlidi’nde ve Ferah Tiyatrosu’ndaki heyecana yetiştim. Bir derece heyecanı teskin eyledim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı.”[2] Bediüzzaman’ın bu ifadesinden anlaşılıyor ki; Beyazıt talebe içtimaında, Ayasofya Mevlidi’nde ve Ferah Tiyatrosu’ndaki meşhur konferanstan başka, daha pek çok, büyük-küçük heyecanlı ve tahrikçi toplantılara koşmuş, yetişmiş ve teskin etmiştir. Zat-ı şerifleri o zaman herkes tarafından hürmetle karşılandığı için, nasihatleri te’sir ediyor ve o kalabalık heyecanlı toplantıları dağıtmaya muvaffak oluyordu. Bu manada şu ifadeler Bediüzzaman’ın yaptığı konuşmalarda ne kadar etkili olduğunu gösteriyor: “Şehzâdebaşı’nda şemâtetle bir konferans verildiği gece, kemâl-i mehâbetle sahneye çıkıp îrâd ettiği nutk-ı beliğ-i bîtarafâne, Saîd’in ihâta-i ilmiyesi kadar, hamâset ve fedâkârlıkta da bîmânende olduğunu te’yîd eder.”[3]
Bu hadiseler ile ilgili birkaç hatıra
Şehzadebaşı’ndaki meşhur Ferah Tiyatrosu’nda tertiplenen konferansta yaptığı konuşma ile fesadın önünü nasıl aldığını, bizzat bir görgü şâhidinin ifadesinden okuyalım:
Gazeteci-Yazar Râif Ogan[4] anlatıyor: “Bediüzzaman merhumu İkinci Meşrûtiyet’te verdiği konferanslarında tanıdım. Mesela bunlardan “Mizancı” Murat Bey Şehzadebaşı’nda “Romalıların yükselme ve alçalma devirleri” hakkında konferans veriyordu. Burada İttihatçılar hadise çıkardı. Murat Bey’i vuracaklardı. Tiyatroyu emniyet mensupları sardı. O hadisede Saîd-i Nursî çıkıp halkı teskin etti. Yaptığı bir konuşma ile hadiseyi, yatıştırdı. Kim bilir ilerideki hadiseler belki de o gün çıkacaktı. Yaptığı vecîz ve te’sirli nasihatlerle halkı sükûnete çağırdı. Yoksa İttihatçılar çok ileri gidecekti. Hazret çok şeci’ bir insandı. Binaenaleyh kendisine i’tiraz olunmayacak bir surette, herkesin hoşuna gidecek bir şekilde konuşmayı bilirdi. İ’tiraza mahal bırakmazdı.”[5]
Süleyman Çapanoğlu[6] Bediüzzaman’ın Ferah Tiyatrosu’ndaki konuşmasını şöyle anlatıyor: “Mizan gazetesinin sâhibi ve başyazarı tarihçi Murat Bey, Şehzadebaşı’nda, Ferah Tiyatrosu’nda, İttihâd ve Terakkî idaresiyle Roma devletinin mukayesesi için verdiği “Romalıların yükselme ve alçalma sebepleri” adlı konferansında, İttihad ve Terakki’ye karşı giriştiği tenkitler sebebiyle, salonu dolduran İttihadçılar’ın gürültü çıkararak, hakaret ve sövme ile konferansını yarıda bıraktırmaları ve kendisinin tekrar kürsüye çıktığı takdirde tabanca çekilerek mani’ olunacağını bildirmesinden sonra, dinleyicilerin iki grup halinde birbirine girdiği, itişme ve kakışmaların başladığı sırada; birden bire bir yay gibi fırladığı koltuğun üzerinde gür bir ses ile: “Ya Eyyühel Müslimîn!” diye söze başlayarak, salona bir anda hâkim olduktan sonra; konuşma hürriyetine saygı göstermek lâzım geldiğinin, bir hatibin sözünün kesilmesinin ayıp olduğunu ve terbiye sınırlarının dışına çıkmanın, Meşrûtiyet ve Hürriyeti i’lan etmiş bir millet için utanılacak bir hareket olduğunu, İslâm dininin fikre saygı göstermeyi emrettiğini; sözlerini ayetlere, hadislere isnad ettirerek; İslâm tarihinden örnekler vererek; Hazret-i Muhammed (asm)’in müşaverelerini ve irşadkâr sözlerini ve hitabelerini şahid tutarak, terbiye ve nezaket dairesinde dağılmalarını tavsiye etti. O bütün külhanbeyleri, şirretler veya yaygaracılar süt dökmüş kedi gibi dağılması, hâlâ hafızalarda yaşar.”[7]
Hadiseye şahid olan bu iki zattan başka, Bediüzzaman Hazretlerinin 31 Mart Vak’asıyla başlayan Divan-ı Harb-i Örfî’deki mahkeme müdafaatını o tarihlerde bir kitap halinde neşreden “Kütübhane-i İçtihad” sahibi Ahmet Ramiz Efendi’nin, ona yazdığı mukaddemede aynı konuyu edibane, zarifane bir eda ile şöyle kaydeder: “… Şehzadebaşı’nda şematetle konferans verildiği gece kemal-i mehabetle sahneye çıkıp, irad ettiği nutk-u beliğ-i bitarafane, Said’in ihata-i ilmiyesi kadar hamaset ve fedakârlıkta da ileri olduğunu te’yid eder. Gerek o gece, gerek menhus Otuzbir Mart’ta cihandeğer nasihatlariyle ortaya atılan Hoca-i dânâya; böyle tehlikeli bir anda vücud-u kıymetdarının siyaneti nefan-lil-umum elzem olduğu halde ve ihtar edildiği zaman; “En büyük ders, doğruluk yolunda ölümünü istihkâr dersi vermektir.”[8] demiştir.
Abdülbakî Çimiç
[1] Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzaman Saîd Nursî ve İlmî Şahsiyeti -1,Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul-2013,s.639
[2] Târihçe-i Hayât,2013, s.104; Asar-ı Bediiye, s. 306
[3] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî)2013,s.114
[4] O zamanları idrak etmiş gazeteci, yazar Râif Ogan’ın bu mevzudaki hatırası.
[5] Aydınlar Konuşuyor, s. 168
[6] Yine o günlere yetişmiş Merhum Süleyman Çapanoğlu ise, aynı bu hadiseyi anlatır.
[7] Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s.110-111
[8] Divan-ı Harb-i Örfi ve Said-i Nursi, s.6