Bediüzzaman’ın El-Ezher Şeyhi Bahît Efendi ile görüşmesi

Ezher Reis’ül-Ulemâsı Şeyh Muhammed Bahît Efendi’nin Bediüzzaman ile görüşüp tanışması Meşrûtiyet’in ilânının ilk yılına rastlamaktadır. Çok yönlü bir âlim olan Muhammed Bahît, Risâle-i Nur’da kendisinden söz edilen önemli şahsiyetlerden birisidir. Daha çok genç yaşta İstanbul’a gelip kendisine sorulan her soruya ikna edici cevaplar veren Bediüzzaman, ulemanın ve özellikle Meşihat dairesindeki âlimlerin dikkatini çeker. Vermiş olduğu cevaplar nedeniyle kendisiyle fikrî tartışmalara girmenin hiç de kolay olmadığı görülmektedir. Bediüzzaman ile tartışmalara girmekten çekinen bazı şahıslar, bir seyahat vesilesiyle İstanbul’da bulunan Mısır’ın ve Ezher’in ünlü âlimlerinden Şeyh Muhammed Bahît Efendi’ye durumu bildirdikten sonra kendisiyle görüşüp münâzara etmesini isterler. Muhammed Bahît, Bediüzzaman ile görüşmek ve yakından tanımak gayesiyle uygun bir fırsatı kollamaya başlar. Ayasofya’da kılınan bir namaz sonrasında bir çayhanede oturarak görüşürler. Aralarında çok önemli bir konuşma cereyan eder. Her iki âlim de Müslümanların mukadderatları ile yakından ilgilendiklerinden karşılıklı soru-cevapta da bu konu gündeme gelir. Muhammed Bahît, Bediüzzaman’ın ilmî durumunu tartmak ve aynı zamanda Müslümanların geleceği hakkındaki düşüncelerini öğrenmek maksadıyla kendisine sualler sorar. Emirdağ Lahikası’nda mevzuu şöyle geçer:

“… Hürriyetin birinci senesinde İstanbul’da Câmiü’l-Ezher’in Reîs-i Ulemâsı olan Şeyh Bahît Hazretleri (r.a.) İstanbul’da Eski Saîd’e sordu: “Mâ tekūlü fî hakkı hâzihi’l Hürriyyeti’l Osmâniyyeti’ ve’l medeniyyeti’l Avrûbâiyye(ti).

Said cevaben demiş “İnne’l Osmâniyyete hâmiletün bi devletin Avrûbâiyyeti fesetelidü yevmen mâ Ve’l Avrûbâ hâmiletün bi’l İslâmiyyeti fesetelidü yevmen mâ.”
Ya‘nî, “Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?” 

O vakit Eski Saîd demiş: “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet’e hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak” Şeyh Bahît’e söylemiş.”[1]

Bu cevaba karşı Şeyh Bahîd Hazretleri, “Bu gençle münâzara edilmez. Ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bedîüzzamân’a hastır.” demiştir.[2] Bu noktaya Hutbe-i Şamiye eserinde şöyle işaret edilmiş: “Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup, bir Avrupa devleti doğurdu.”[3]

“Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan daha dinden uzak… İkinci tevellüd de inşâallah yirmi otuz sene sonra çıkacak. Çok emarelerle, hem şarkta, hem garpta Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak.”[4] Emirdağ Lahikası talebe mektupları içerisinde Ceylan Çalışkan bu vakıayı şöyle naklediyor:“Kırk seneye yakın bir zaman evvel Üstad İstanbul’a gittiği vakit, ulemalar münâzara edip ilzam edememişler. Meşhur Câmi-ül Ezher Reisi allâme bir zât oraya gelmiş. Hocalar ona demişler: “Bizim bedelimize onu ilzam et.” O da bazı hocaları Ayasofya avlusundaki çayhanede rast gelmiş ve gelecek sual ve cevab vuku’ bulmuş. Fakat cevabın ikinci parçası, mutaassıb bazı zâtlara ağır gelmiş, itiraz etmişler. Senin bu memleket hakkında sû’-i zannın var, demişler. Onun için Üstad sonra vakıayı hikâye ettiği zaman, başkalarının taassubuna ilişmemek için ikinci kısmı söylemiyordu. Fakat zaman söyledi, evet dedi.”[5]

Bediüzzaman’ın müstesna bir talebesi olan Zübeyir Gündüzalp de Sözler kitabının arkasına derç edilen Konferans’ta: “Ve bir namaz vakti, Ayasofya Camii’nden çıkılıp çayhaneye oturulduğunda, bunu fırsat telâkki eden Şeyh Bahît Efendi ile Bediüzzaman Said Nursî” arasındaki münâzarayı hatırlatır. Sonrasında “Nitekim, Bediüzzaman’ın dediği gibi, ihbaratın iki kutbu da tahakkuk etmiş. Bir iki sene sonra Meşrûtiyet devrinde, şeâir-i İslâmiyeye muhalif çok âdât-ı ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmekle; ve şimdi Avrupa’da Kur’ân’a ve İslâmiyet’e karşı gösterilen hüsnüalâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevç fevç İslâmiyet’i kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.”[6] ifadeleriyle Bediüzzaman’ın ihbaratının iki kutbunun da tahakkuk etmiş olduğunu söyler.

“Bu Mağlup Olmaz Bir Dehâdır”

Şeyh Bahît 1908 yılında İkinci Meşrûtiyetin ilânı günlerinde İstanbul’a gelmiştir. O günlerde elli dört yaşlarında, kâmil bir İslâm âlimiydi. Genç Bediüzzaman ise otuz yaşlarında bir deha olarak bütün İstanbul âlimlerine-merhum Mahir İz’in tabir ve ifadesiyle “Hodri meydan!” nidalarıyla gürleyerek meydan okumuş, “Her suale cevap verilir…” diye herkesi münâzaraya davet etmişti. İşte tam bu günlerde İstanbul hocaları Mısır’ın büyük âlimi Şeyh Bahît’ten yardım isteyerek, genç Bediüzzaman’ı ilmen mağlûp etmesi için, Ayasofya Camii’nin yanında bir çayhanede ikisini bir araya getirdiler. Genç Bediüzzaman, Şeyh Bahît’in suallerine verdiği muhteşem cevaplarla feraset ve basiretini açıkça ortaya koydu. Şeyh Bahît, Bediüzzaman’ın cevapları karşısında, “Ben bu gençle münâzara edip de galebe çalamam, bu mağlûp olmaz bir dehadır.” dedi. Mısır’ın büyük müftüsü Şeyh Muhammed Bahît ömrünün son yıllarında evinde dini sualleri cevapladı. Şeyh Bahît Efendi 1935’te vefat etti.[7]

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.670-71

[2] Târihçe-i Hayât,2013,s.85

[3] Târihçe-i Hayât,2013,s.147

[4] Emirdağ Lahikası-II,2013,s.671

[5] Muhtelif Lahikalar, Emirdağ Lahikası-1 Mektupları

[6] Sözler,2013, s.1125

[7] Son Şahitler, Necmettin Şahiner, 1.Cild, s. 177

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir