Bediüzzaman’dan Meşrûtiyet tespitleri

Bediüzzaman, istibdadı tam tedavi edecek olan tiryak-ı Meşrûtiyeti şöyle tarif eder: İşte, Meşrûtiyet “Ve işlerde onlarla istişare et.[1] Onların aralarındaki işleri istişare iledir.”[2] ayet-i kerîmelerinin tecellisidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücûd-i nurânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisânı muhabbettir, aklı kànundur, şahıs değildir. Evet, Meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvamın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvak ve hissiyat-ı âliyeyi uyandırır. Uyku bes! Siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslâmiyet’in bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır…”[3] şeklinde izah etmeye devam eder. Bediüzzaman bidâyet-i hürriyette şerîatın ve müsemmâ-i Meşrûtiyetin münâsebet-i hakîkîyesini îzah ederek “Meşrûtiyet ve kànun-i esâsî işittiğiniz mesele ise, hakîkî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-i telâkki ediniz, muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrûtiyettedir ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardideyiz.”[4] Ve “Asıl, şerîatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i Meşrûtiyet-i meşruadır. Demek, Meşrûtiyeti delâil-i şer’iye ile kabul ettim.”[5] Der ve “Hakaik-ı Meşrûtiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu.”[6] dava ve ispat eder.  “Müsemma-i Meşrûtiyet hak, sıdk, muhabbet ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.”[7] sözleriyle Meşrûtiyetin ruhunu ifade etmeye çalışır.

Bediüzzaman’ın on dördüncü asrın başında, özelde Osmanlının, genelde âlem-i İslâm’ın ve insanlığın dünyevî işlerinde kurtuluş reçetesi için İstanbul’a gittiğini, bizzat o günkü idarecilere gelecek olan felaketin önüne geçilmesi için Kur’ânî bir reçetenin tatbik edilmesi teklifini sunduğunu biliyoruz. “Meşrûtiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, şerîat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan”[8] şerîat namına Meşrûtiyet noktasında tam ve net tarifleri yapan Bediüzzaman, Meşrûtiyeti herkesten ziyade şerîat namına alkışlayarak;[9] “Meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir.”[10]; “Meşrûtiyetin bir rüknü hürriyet-i tammedir.”[11]diyerek Meşrûtiyetin mülk âleminde tam bir hürriyeti sağladığını ve milletin hâkimiyeti olduğunu ifade eder. “Madem ki Meşrûtiyette hâkimiyet millettedir; mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır.”[12] Çünkü “Meşrûtiyette efkâr-ı amme hâkimdir; o efkârın eczası da her ferdin fikr-i mahsusudur. Her fert de hareket etmek lâzımdır; tâ cereyan-ı umûmî muhtel olmasın.”[13] Bu tarifle “Efkâr-ı ammenizin misal-i mücessemi olan mebusan hâkimdir; hükûmet, hadim ve hizmetkârdır.”[14] Ayrıca “Ruh-i Meşrûtiyet, şerîattandır; hayatı da ondandır.”[15] Bir cihetle “Adalet ve şerîattır.”[16] Meşrûtiyet, ”Şerîata müstenittir.”[17] Meşrûtiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, şerîat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan “Meşrûtiyeti şerîat libâsıyla göstermek ve tatbik etmek zarurîdir.”[18] Yani “Meşrûtiyette hâkim kànun olduğundan, bu kànun libâs-ı milliye-i İslâmiyeyi giymeli; tâ ki asabiyet-i mâneviye onun riyasetine karşı cevab-ı red vermesin.”[19] Böylece Meşrûtiyetin meşruiyetini şerîat nâmına sağlamış oluruz. Öyleyse “Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kànundadır, şahıs hiçtir.”[20]  Ayrıca “Zaman-ı Meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, marifet’tir, kànun’dur, efkâr-ı amme’dir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir.”[21] Yani “Bu zaman-ı Meşrûtiyetteki hâkim, şahs-ı mütehakkim değil, belki kànun-i mümeyyizdir.”[22]

Netice olarak Meşrûtiyeti şerîat kuvvetiyle muhafaza etmek ve kökleştirmektir lâzımdır. “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu; şerîat da hürdür, Meşrûtiyet de.”[23] İşte Meşrûtiyet-i meşrua ile asr-ı saadetin bir numunesi ve tecellisininin yaşanmaya müheyya oluşu bu sırdan dolaydır. “Şimdi, elhamdülillâh, devam-ı Meşrûtiyete kalbimiz mutmâindir.”[24] “Hem de mânâ-i Meşrûtiyete iptilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı Meşrûtiyet-i meşrua ve şerîat dairesindeki hürriyettir. Ve tâli’ ve taht ve baht-ı İslâm’ın anahtarı da Meşrûtiyetteki şûradır.”[25] Ayrıca “Hem de, Meşrûtiyet-i meşrua denilen, dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-i hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşveret-i şer’iyenin mâyesiyle mayalandıran Meşrûtiyet-i meşrua, sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız.”[26] Meşrûtiyeti bu kadar veciz ve güzel tarif eden başka ikinci bir isim olduğunu düşünemiyoruz.

Bununla beraber, tâ bin dokuz yüzlü yılların başlarında, tarifi Bediüzzaman Hazretleri tarafından yapılmış olan Meşrûtiyet ve hürriyetin tatbikattaki cemali ne kadar tahakkuk etmiş ve bize gelmiş olabilir? Veya Bediüzzaman’ın tarif ettiği Meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve ne için bütün gelmiyor? Bu sualin sorulduğu yıllarda Bediüzzaman’ın verdiği cevap: “Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş.”[27]dir. Çünkü “Şu vahşetengiz, cehâletperver, husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare Meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez.”[28] Evet, bu kadar vahşet dolu, cehalete müptela, düşmanlık saçan içtimâî ve siyâsî hayattaki fillerden korkup ürken Meşrûtiyet, vahşet ayılarının, cehâlet ejderhasının ve husûmet kurtlarının saldırıları karşısında defalarca yolu kesilmiş ve inkıtaya uğratılmıştır. Elbette ümitsiz değiliz; ancak o nazenin Meşrûtiyet ve hürriyetin(şimdi demokrasinin) yüz yıldır dehşetli düşmanları tarafından her türlü su-i kastlara karşı, bir asır sonra cemalinin tamamıyla görünmesi ve bize gelmesi her şeyden kıymetlidir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.”[29]  Son yaşanan hadiseler ve musibetlerin verdiği ders ve hikmete binaen diyebiliriz ki; 2020 yılı itibarıyla İslâm’ın fecr-i sadıkının mukaddemesi ve hakiki demokrasinin de yolunun yapılmasına insanlık muztar bir vaziyete getirilmiştir. Yaklaşan hürriyet ve demokrasi zemininde abdullah olarak yaşamak için, ahrar ve hürriyetçilerin vazife başına geçmelerini, hürriyet-i şer’iyeyi tesis edip, istibdad-ı mutlakı kaldırmalarını rahmet-i İlâhiye’den bekliyoruz inşâallah.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Âl-i İmran Suresi: 159

[2] Şûra Suresi: 38

[3] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 209

[4] Eski Said Dönemi Eserleri(İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi), 2013, s. 120

[5] Eski Said Dönemi Eserleri(İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi), 2013, s. 122

[6] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî), 2013, s. 124

[7] Eski Said Dönemi Eserleri(İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi), 2013, s. 138

[8] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 72

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî), 2013, s. 123

[10] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 225

[11] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 92

[12] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 69

[13] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 82

[14] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 225

[15] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 221

[16] Eski Said Dönemi Eserleri(İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnamesi), 2013, s. 122

[17] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî), 2013, s. 141

[18] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 43

[19] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 59

[20] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 221

[21] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 217

[22] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 42

[23] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 52

[24] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalât), 2013, s. 105

[25] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s.149

[26] Eski Said Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s.163

[27] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 213

[28] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 213

[29] Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s. 214

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir