“Âhirzamanda gelecek Zât’ın kılınç kullanacağı ve muhaliflerini keseceği.”[1] yönünde rivayetler nakledilir. Bu mücadele birçoklarının zannettiği gibi maddî kılınçla değil, mânevî kılınçla, fikir yoluyla olacaktır. Acaba kılınç sadece maddî bir âlet midir ve hakikatin kılıncı berâhin-i kaviyye ve delâil-i sahihiye(kuvvetli ve doğru deliller) değil midir? Ve en müessir ve insaniyetin tab’ına muvafık kılınç insanları ikna ve teshir edecek gönülleri ve insanın cemaatlerini fethedecek kılınç da bu mânevi kılınç değil midir? İlmin ve hakikatin fethettiği gönüller hangi cebri kılınçla fethedilebilir. Binaenaleyh ahirzamanda gelecek ve gönüllere safi hidayeti sunacak olan büyük Zât’ın kullanacağı berâhin-i kat’iye ve delâil-i kaviyye kılıncı olsa gerektir. Kur’ân’ın emsalsiz mu’cizelerinin ve İslâmiyet’in ve İslâm’ın parlak hakikatlerinin kılıncı olsa gerektir. Kesilecek muhalifler ise iman ve hidayetin muhalifi olan ve ekseriyetle gönülleri işgal etmiş bulunan küfür ve dalâlet putları olsa gerektir.”[2] Yani akıllardaki batıl fikirler, İslâmî olmayan bid’adlar ve hurafevârî düşünceler Kur’ân’ın elmas ve mânevî kılıcı olan berâhin-i kat’iye ve delâil-i kaviyye ile yok edilecektir.
Son Şahitlerden Salih Uğurtan ve kendisinden önce vefat eden diğer mü’minler okudukları bazı eski kitaplardan, Sevgili Peygamberimizin(sav) şerrinden şiddetle Allah’a sığındığı ve ümmetini sakındırdığı en dehşetli fitnenin tam ortasında oldukları kanaatine varırlar. Yalnız bu kitaplardan ahirzaman eşhaslarıyla aynı devrede yaşadıkları, bu nedenle en büyük ve son Mehdi’nin geleceği, müslümanların onun ordusunda asker olacağı manasına gelen ifadeler bulunuyordu. Hadiselerin en sıkışık olduğu sıralarda: “Hazırlanın! Birşey çıkacak…” diye bir araya gelmeye, harp âletleri toplamaya başladılar. Yaptırdıkları kocaman kılıçları haftada 3-4 defa biraraya gelip biletiyorlar, Hz. Mehdi’nin gelmesini bekliyorlardı. Günler geçiyor, sık sık bilenen kılıçların ağızları gittikçe ufalıyordu. Bu sıralar henüz Bediüzzaman’ı tanımayan Salih Ağabey bir rüya görüyor. Şöyle anlatıyor rüyasını:
Rüya ile gelen müjde
“Odamda yatıyorum. Baktım birisi pencereden bana bir mektup uzatıyor. Hayret ettim. Yahu pencere epeyce yüksek, ikinci katta, bu adam buraya kadar nasıl uzanıyor dedim. Bana uzattığı mektubu göstererek ‘Bu mektubu oku’ dedi. Aldım, baktım. ‘Esselâmü aleyküm. Bismihi Sübhânehu’ geri Arapça dedim: ‘Ben Arapça bilmem.’ ‘Oku’ diye ısrar etti. ‘Cidden Arapça bilmiyorum’ dedim, baktım bir parça ciddileşti. Kesin bir şekilde okumamı emrediyor. Heyecanlanmaya, telaşlanmaya başladım. O halimle yataktan fırladım.”
Salih Ağabey bu rüyayı gördüğü sıralarda İnebolu’da meşhur bir Şeyh vardı. Rüya tabiri konusundaki isabetliliği o bölgede her tarafa yayılmıştı. Sabahleyin namazdan sonra ona giderek rüyasının tabirini sorar. rüyayı hayretler içerisinde dinleyen büyük zat Kur’ân-ı Kerimden bazı âyetleri okur ve Salih Ağabeye aynen şunu söyler: Sana müjde! Müjdeler olsun sana! Sen yakında bütün dünyayı manen idare eden birisinin elini öpeceksin. Bizden de çok selâm ve hürmet götürmeyi unutma. Daha sonra çok geçmeden bu veli zat vefat eder. Salih Ağabey şaşkındır. Ve hâlâ kılıç bilemeye, Hz. Mehdi’ye asker olmak için kendisini zinde tutmaya çalışmaktadır.
O sıralarda İnebolu’da bir şâyia yayılır: “Kastamonu’ya bir Hoca Efendi gelmiş, onu merdiven altı gibi bir yere hapsetmişler, çeşitli işkencelere maruz bırakmaktadırlar… ” İnebolu’dan öncelikle Ziya Dilek Ağabey merhum ve diğerleri gider elini öperler.
“Bu zamanın cihadı mânevî kılınçladır”
Üstad kendilerine muhtelif konularda ders verip asrın cihad tarzının kılınçla, topla, tüfekle değil, kitap yazmakla, okumakla, fikirle ve ikna ile olduğunu izah ettikten sonra ayrılmak üzere kalkarlar. Mealen söyleyebileceğiz, Bediüzzaman: “Kardaşım, maddî kılınçlar kınına girsin. Artık zamanın mücahedesi mânevî kılınçlarladır” diyerek ellerine birer kitap tutuşturur. Hz. Üstad’ın yüksek şahsiyeti ve veciz sohbeti karşısında kendilerinden geçen bu zatlar dışarda kendilerine geldiklerinde birbirlerine sorarlar: “Yahu Hoca Efendi bizim kılnıç bilediğimizi nereden biliyordu?” Çok geçmeden Salih Ağabey elini öptüğü zatın “Dünyayı manen idare eden zat olduğunu keşfetmiş, bugün-yarın geleceğini umdukları zatın bilerek veya bilmeyerek belki de lisân-ı halleriyle yaptıkları halis duaların neticesi olarak, mânevî ordusunun safları arasında buluvermişti kendisini.[3]
Elhasıl: “Nitekim kanaatimize göre âhirzamanda teşrifi beklenen Zât gelmiş, Kur’ân’ın emsalsiz mu’cizelerini ve İslâmiyet’in mehasin-i ulviyesini kimseye nasip olmayacak bir coşkunluk ve füsun ile izhar etmiş ve çağlayan bir iman nehri gibi Risale-i Nur meşherinde bunları enzar-ı istihsana arz ve teşhir etmiş ve Kur’ân’ın elmas kılıçlarıyla gönüllerde barınan küfür ve dalalet ve nifak putlarını idam etmiştir. Kesmiştir. Hakiki ve halis hidayet de budur. İşte bütün bu esbaba binaen şahsiyet mestur bırakılmıştır. Amma şimdi şahsiyet ortada yoktur. Delili de hüccet-i kat’iye şeklinde, delail-i kaviyye halindedir.”[4]
Abdülbâkî Çimiç
[1] Maidet-ül Kur’ân,2006, s.171,İttihad Yayınları
[2] Maidet-ül Kur’ân,2006, s.172,İttihad Yayınları
[3] Son Şahitler, Cilt:2, s.241
[4] Maidet-ül Kur’ân, 2006, s.172,İttihad Yayınları