El-Metîn ismi, Allah’ın Esmâ-ül Hüsnâsı olarak bilinen “doksan dokuz” isminden biridir ve “Kuvvet ve kudret menbâı, pek güçlü.” anlamlarına gelir. Metîn ismi Kur’ân-ı Kerim’de geçen bir isimdir. Allah’ın El-Metîn ismi şu Kur’ân âyetinde geçmektedir: “Şüphesiz Allah’ın kendisi, rızık verendir, Metîn (sağlam olan), kuvvet sahibi olandır.”[1] El- Metîn ismi, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş zor gelmeyen, pek güçlü mânâlarını da ihtiva eder. Metîn, metânet sahibi demektir. Yani Allah’ın kudreti için, yorulma, zayıflama gibi noksanlıklar düşünülemez. O’nun kuvveti çok şiddetlidir. Metîn isminin karşısında mahlûkun azı-çoğu, büyüğü-küçüğü fark etmez, hiç biri o Metîn kudreti yoramaz, âciz bırakamaz. Zamanın yıpratamadığı tek varlık El-Metîn olan Allah’tır. El-Metîn esmâsı bizlere; “Ey insan! Sen zayıfsın, acizsin, güçlü olan El-Metîn olan Allah’tır” dersini verir. Vahye karşı kurulan tuzakları bozmada Allah çok güçlü, pek çetindir. Zira vahyi gönderen kendisiyle asla baş edilemeyen El-Metîn olan Allah’tır. Metîn isminin sırrına eren bir kul, sabır, metânet ve kuvvet sahibi olur. Kimse onu hak yoldan ayırıp bâtıl yola sevk edemez. Hakkın hatırı her hatırdan üstün tutulur. Hakkın büyüğüne, küçüğüne bakılmaz. Hakkı tutmak ve muhafaza etmek için El-Metîn ismine istinad edilir.
Bir ismi ne kadar iyi bilir ve anlarsak, o isme îmânınızın derecesi de o oranda artar. Böylelikle taklidi îmândan tahkiki îmâna geçmiş oluruz. El-Metîn ismine îmân derecesinde bu isim o kulda tecelli eder. Allah Resulü(asm) Taif’te taşlandı El-Metîn isminden aldığı büyük kuvvet sayesinde ayakta kaldı. Hz. İsmail(as) bıçağın altına metanetle aynı isme teslimiyetle yattı. Hz. Musa(as) bu metanetle zalim Firavun’un önüne çıktı. Hz. Eyyup(as) hastalığına El-Metîn olan Allah’ın metanet tecellisi ile direnebildi. Hz. Meryem bu metanetle İsa’yı büyüttü. Hz. İbrahim(as) ateşe karşı El-Metîn isminin metaneti ile dayandı. Bediüzzaman da helaket-felaket, fitne-fesad asrı olan ahirzaman asrında bütün zorluklara ve şiddetli tazyiklere karşı Metîn ismine dayanarak mukabele etti. Kuvvetini ve gücünü İsm-i Metîn’e dayanarak aldı. Ahirzaman asrının dehşetli zulümatını Metîn isminin kolaylığı ile aştı. Dört dehşetli kumandanlara karşı El-Metîn ismi ile boyun eğmedi.
El-Metîn ismine mazhar olanlar, bir urvet-ül vüska ve bir hablullaha sarılmış olurlar. Öyleyse “Risaletü’n-Nur bu asırda, bu tarihte bir urvetü’l-vüskadır. Yani çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir hablullahtır. Ona elini atan yapışan, necat bulur.”[2] bu noktada çok manidârdır.
Hakiki Nur Talebeleri de hem itikaden, hem meşreben Metîn ismine mazhardır. Meşakkatlere karşı mukavemet ediyorlar. Metîn ismi onlarda mümeyyiz bir özelliktir. Bu özellik ”Onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki, onları taharri ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-i şana maliktirler.”[3] Hem onların caddesi “müstakim ve metîn cadde-i Kur’âniyeyedir.”
Bediüzzaman’ın “Aziz, sıddık, tam metin kardeşlerim ve Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki; sizin gibi sarsılmaz, çekilmez, pişman olmaz, çok telaş etmez, demir gibi metin şakirdleri Risale-i Nur’a sahib ve nâşir ihsan eylemiş”[4] cümlesi de El-Metîn isminin mazhariyetini gösteriyor.
Evet, “Saîd Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir, büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış. Yalnız bir adam var; o ayakta… Şark yaylâlarından, güneşin doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı îmânlı bağrını siper etmiş. Allah demiş, Peygamber demiş, başka birşey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş. Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade. Şimşekler gibi bir zekâ. İşte Said Nur! Divan-ı harpler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan idam sehpaları, sürgünler, bu müthiş adamı, bu mâneviyat adamını yolundan çevirememiş. O, bunlara îmânından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’ân-ı Kerîmde “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz.”[5] buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Saîd Nur’da tecellî etmiş.”[6] İşte Metîn ismine mazhariyet!
Hz. Bediüzzaman’ın kalb ve ruhu o asrın mânevî göstergesi oluyor. Ahirzaman fitneleri ve dinsizlik cereyanları her yeri istila ederken o dimdik ayakta, sarsılmıyor. Yılmadan, hakikat-i İslâmiye için mücadele ediyor. Öyle müşkül ve ağır vaziyetler altında Risale-i Nur Külliyatı’nı telif ediyor ki, tarihte hiçbir ilim adamının karşılaşmadığı zorluklara mâruz kalıyor. Fakat, sönmeyen bir azim, irade ve hizmet aşkına malik olduğu için, yılmadan, yıpranmadan, usanıp bıkmadan, bütün kuvvetini sarf ederek emsalsiz bir sabır ve tahammül ve feragat-ı nefis ile, bu millet ve memleketi muhafaza etmek için Risale-i Nur eserlerini meydana getiriyor. Çünkü El-Metîn ismini ef’aliyle izhar ediyor.
Rabbimiz! Hayata ve hadisat-ı âleme Bediüzzamanca bakmayı, Bediüzzamanca yaşamayı ve Bediüzzamanca mukabele etmeyi bizlere nasip et! Bu fani dünya hayatındaki geçici zorluklara karşı bizlere metanet ver. Âmîn!
Abdülbâkî çimiç
[1] Zâriyât Suresi: 58
[2] Şualar, s.435
[3] İşârâtü’l-İ’câz, s.48
[4] Emirdağ Lahikası-I
[5] Âl-i İmran sûresi: 139
[6] Tarihçe-i Hayat, s.963