Tenkit meselesini farklı açılardan değerlendirmeye devam edelim. Risâle-i Nûr satırları arasında her meselede olduğu gibi tenkit meselesinde de menfî ve müsbet iki cihet olduğunu görüyoruz. Hatta Bedîüzzamân’a “Tuluât” adlı eserinde özellikle dînî işlerde tenkidi nasıl gördüğü soruluyor. Bedîüzzamân ise bu soruya çok önemli ve bir o kadar da ilginç cevaplar veriyor. Birlikte ta’kîp edelim.S – Tenkidi nasıl görüyorsun? Husûsan umûr-u dînîyede.
C -Tenkidin sâiki, ya nefretin teşeffisidir, veya şefkatin tatminidir. (Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi.) Sıhhat ve fesada muhtemel bir şeyde kabûle temâyül ve tercih şefkatten; redde temâyül ve tercih-vesvese olmazsa-nefretten geldiğine ayârdır.” Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusûrları araştırır.” (Dîvânü’ş-Şâfiî, s.91.) ”Sâik-i tenkit, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakîkat olmalı. Selef-i Salihînin tenkitleri gibi…(Eski Said Eserleri, Tuluât–2009, s:58
Burada öncelikle tenkidin sâikinin yani eleştiriye yönelten ve götüren duygunun ya nefretin rahatlaması ve öç alması veya şefkat duygusunun tatmin edilmesi olduğu belirtiliyor. Öyleyse menfî tenkidin öncelikli sâikinin altında insan nefsinin nefret duygusunun tatmin edilmesi olduğunu anlıyoruz. Müsbet tenkidin sâikinin altında ise insanın şefkat duygusunun ve acıma hissinin tatmininin yattığını görüyoruz. “Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslâhına çalışır.(Mektubat–2005,s:444)” hakîkati de müsbet tenkidin sâikinin şefkatin tatmini olduğuna güzel bir misaldir.
Tenkidin sâikinin şefkatten ve nefretten kaynaklandığına dair yukarıdaki Tuluât’ta geçen cümleyi incelemeye devam edelim.
Sıhhat, doğruluk, gerçek veya ifsâd, karışıklık, fenalığa ihtimal olan durumlarda bunları kabûle meyletmek ve tercih etmenin şefkatten kaynaklandığını anlıyoruz. Çünkü şefkat duygusu nur-u îmânla bir mü’minin diğer mü’mine faydalı ve yararlı işlerde yardımcı olmayı ve o mü’min için sıhhatli işleri onun lehinde istemeyi gerektirirken, o mü’minin fesadına vesile olan bir fiilî de şefkati gereği istemediğini anlıyoruz. Bu durumun tam tersine işleyen bir halin de nefis ve nefretten geldiğini öğreniyoruz.
Öyleyse mü’min mü’minin iyiliğini isteyecek ve iyiliği için ona dua edecek, onun hataları için ise şefkat edecek ve o hata ve kötülükten kurtulması için uyarısını ve yardımını Allah için yapacaktır. Çünkü “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek.” (Buharî, Îmân: 1).“ Peygamberimiz (asm)’in emridir. Ayrıca “Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır.” sırrınca bir mü’minden Allah için razı isek onun ayıplarını aramak ve yaymak değil ıslâhına çalışmak ve yardımcı olmak imânımızın gereği olan şefkatin yansıması olmalıdır. Eğer mü’min kardeşimize nefis ve insafsız nazarımızın hatırı için nefret duygusu ile bakar ve hareket edersek o zaman gizli kusurlarını da açığa çıkarmaya çalışırız, zarar ederiz ve zarar veririz.
Allah kusurları açığa çıkarandan değil affedici davranandan razıdır. Kazanan affeden olacaktır. Çünkü ” Allahü teâlâ affedicidir, affedenleri sever. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:”Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir! (Araf:199) Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: Affedin ki, Allahü teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin! (İsfehani)Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir. (Müslim)”
Burada tenkit meselesinde çok önemli bir noktayı daha inceleyelim.” Sâik-i tenkit, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i Salihînin tenkitleri gibi…( Eski Said Eserleri, Tuluât–2009, s:581)” Bu cümlede bizleri müsbet tenkide sevk eden muharrik duygunun aşk-ı hak yani hakka ve gerçeğe duyulan şiddetli sevgi ve hakikati kusurdan koruma, tenzih etme ve uzak tutma arzusunun yatığını anlıyoruz. Bu tenkidin ise ehl-i sünnet ve cemaatin ilk rehberleri, İslâm’ın ilk dönemlerinin sâlih insanları olan Selef-i Salihînin tenkitleri gibi olması gerekiyor. Çünkü Selef-i Salihîn sadece aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat noktasında sâik-i tenkid yapmışlar ve bu tenkitleri Allah için olmuş, mü’min kardeşlerine şefkatten ileri gelmiştir.
Cerbeze hakkı batıl, batılı hak görecek kadar aldatıcı bir halin ve zekânın (kuvve-i akliyenin) ifrat derecesidir. Bir hastalık olan gururla da “insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur sâikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. (Mesnevî-i Nuriye-2006,s:106)“ Böylece cerbeze ve gurur en müthiş iki dehşetli hastalıktır ve menfi tenkid ise bu iki hastalığa dayanmaktadır.
Öyleyse menfî tenkidi besleyen sâikler nefretin teşeffisi (rahatlaması ve öç alması),cerbeze ve gururdur. Bu manada Hutbe-i Şâmiye’de “En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkittir.” denilmektedir. Devam eden cümlelerde ise tenkidi insafın işletmesi halinde o tenkidin müsbet netice vereceği ve hakikati parlatacağı söylenirken; eğer gururun tenkidi işletmesi durumunda ise menfî netice vereceği ve tahrip edip zarar vereceği belirtilmektedir. Bu manada” Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar.( Hutbe-i Şâmiye –1996, s:147)” denilmektedir.
Evet, hakikat budur. Bu hakikate gözümüzü kapamak sanırım büyük vebâl olur. Bizler hem ehl-i İslâm hem de Nur Talebeleri olarak nefretin, cerbezenin ve de gururun işlettiği bir tenkidden, îmânın, şefkatin ve de insafın işleteceği bir tenkidi istimal edenlerden olmamız elzemdir. Bunu hayata şamil yapmak boynumuzda bir vecibedir.
Acilen Selef-i Salihînin tenkitleri gibi sâik-i tenkit noktalarına sarılmak durumundayız. Aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olan ve Risale-i Nur mesleğimizin de dört esasından biri olan şefkat düsturunun bir izdüşümü ve tatmini olan müsbet tenkidi istimal etmeliyiz. Çünkü “Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder.(Sözler–2004,s:773)” bir hakikattir.
Şimdi bizler ehl-i îmân olarak enfüsî bir muhasebe ve murâkabe yapabilecek miyiz? Yoksa yine nefsî, hissî ve vehmî davranmaya devam mı edeceğiz? Yıpratıcı, menfî, zararlı, yıkıcı, negatif bir yaklaşım olan menfî tenkidden; yapıcı, müsbet, faydalı ve pozitif olan müsbet tenkit yaklaşımına geçebilecek miyiz? Evet, ”Sâik-i tenkit, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı.” ve “Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler.” prensiplerini hayatımıza mihenk yapmayı başarmalıyız. Yoksa “Saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz. (Lem’alar–2005,s:390)” Vesselâm.
Abdülbâkî Çimiç