Tercih Bilâ Müreccih mi Muhâl? Yoksa Tereccuh Bilâ müreccih mi muhâl?
Risâle-i Nûr eserlerinin anlaşılması kolay yerleri olduğu gibi şahsım adına her okuduğumda zorlandığım ve hep merak ettiğim bahislerin başında Kader Risalesi gelmiştir. Çoğu zaman bu zorlandığım yerleri direk okumuş ve zamana tehir etmişimdir. Bu kısım Kader Risalesinde ve İşaratü’l İ’caz’da geçen aşağıdaki bölümlerdir. Çok uzun olmayan ancak çok sırları ve hayatımıza bakan yönleri olan bahisleri alalım öncelikle.
Bir emrin, behemehal (İster istemez) bir müessirin tesiriyle vücuda gelmesi lâzımdır ki, tereccuh-u bilâ-müreccih lâzım gelmesin. (İşarat-ül İ’caz-s:74)Risâle-i Nûreserlerinin belki de en fazla zorlandığımız yerlerinden birisidir yukarıdaki cümle. Bu kısmı tamamlayan diğer bir bölüm de Yirmialtıncı Söz, Kader Risalesinde vardır. İşte o kısım:
“Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. (Haşiye) Halbuki, o emr-i tibârî dediğimiz kesb-i insanî; bazan yapmak ve bazan yapmamak; eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa tercih bilâ müreccih lâzım gelir. Şu ise, usûl-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder?
Elcevab: Tereccuh bilâ müreccih muhaldir. Yani: Müreccihsiz, sebebsiz rüchaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vaki’dir. İrade bir sıfattır. Onun şe’ni, böyle bir işi görmektir.”
Yukarıdaki soru ve cevapta en önemli cümleler “Tercih bilâ müreccih muhaldir.” Ve “Tereccuh bilâ müreccih muhaldir.” Cümleleridir. Bu cümleleri incelersek;
Tercih bilâ müreccih: Hiç bir üstünlük sebebi yokken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutma.
Tereccuh bilâ müreccih: Hiç bir üstünlük sebebi olmaksızın birinin diğerine üstün gelmesi, tercih edilmesi.
Yukarıdaki iki kavramın anlamları ile bu meseleyi tam anlayamayacağız. Biraz daha açılım yapmak gerekiyor. Burada cümlelerin tamamını alarak inceleyecek olursak;
Üstada soru şöyle soruluyor.” Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir.”Yani bizim bir tercih yapmamız için mutlaka tercih ettiğimiz şeyde üstün bir özellik olması gerekir. Eğer tercin ettiğimiz şeyde diğerinden üstün bir özellik yoksa burada tercih yapmak imkânsızdır deniliyor.
Üstad hazretleri ise buna karşı “Tereccuh bilâ müreccih muhaldir. Yani: Müreccihsiz, sebebsiz rüchaniyet muhaldir.” Diye cevap veriyor. Yani hiçbir üstünlük sebebi olmaksızın bir şeyin diğerine üstün gelmesinin imkânsız olduğunu söylüyor.
Öbür taraftan “tercih bilâ müreccih caîzdir ve vakî’dir” ise sanırım şöyle olmalıdır. Biz iki şeyden birisine tercih yapmak için tercih yapacağımız şey için ille de üstün bir sebep aramayız. Eşit şartlarda iki şeyden birini tercih ettiğimiz zaman irade gereği hür olarak tercih yapmış oluyoruz. Çünkü “İrade bir sıfattır. Onun şe’ni, böyle bir işi görmektir.”
Demek ki muhal olan “Tercih bilâ müreccih” değildir. Muhal olan “Tereccuh bilâ müreccih” tir.Bizim hayatımızda yaptığımız tercihlerde caiz ve vaki olan iradenin zorlanmadan serbest ve hür yaptıkları caiz ve vakidir.
Bu meseleyi günlük hayattan, Kur’an, sünnet ve yaşanmış olaylar ile bir takım mezheplerin görüşlerinden örmeklerle açıklamaya çalışalım. Böylece mesele bu açıklamalarla daha anlaşılır olur inşallah.
Biliyorsunuz Allah(cc) hepimizi imtihan etmektedir. Her birimizin imtihanı ise faklı farklıdır. Ayrıca peygamberlerin hayatları da bizim imtihanlarımıza derslerle doludur. Mesela Hz. İbrahim (a.s).’in hayatından iki olayla konumuza bakan yönleri nazara verelim.
Hz. İbrahim (as) oğlu İsmail (as) ile imtihan edilmektedir. Bıçak zahirde kesen bir alettir. Ancak emir altında kesmemektedir. Demek ki bıçağın kesmesi bıçağın zatından değildir. Yani bıçak zatında kesiyordu da Allah bıçağa kesmeyi emretmemiştir. Bıçak emir ile keser veya kesmez. Burada bıçağın kesmesi, bıçağı üstün bir özelliğe taşımaz. Bıçağın kesmesindeki üstünlük emirdedir. Eğer bıçak zatında kesiyor olsaydı, İsmail’i kesmesi gerekirdi.
Aynı olaya Hz. İbrahim(as)’in ateşe atılmasında şahit oluyoruz. Zahiren ateş yakar. Ancak emir ile İbrahim(as)’i yakmamıştır. Demek ateşte emir ile yakıyor ve yakmıyor.
Burada şunu söyleyebiliriz. Emrin olduğu yerde eşyadaki üstünlük emre bakar. Eşyanın zatında bir üstünlük yoktur. Eşya Allah’ın kudreti ile yaratılmış ve Allah’ın emri ile şekil almıştır.
Bu konuyu birde hüsün-kubuh meselesi ile bakmaya çalışalım. Biliyorsunuz Mutezile mezhebi ile Ehl-i sünnet mezhebi kubuh ve hüsün(güzel-çirkin) meselesinde zıt itikada sahiptirler. Mutezile der: Eşya zatında çirkin idi ve Allah onun çirkin olması nedeniyle ona çirkin emretti. Burada Allahın iradesi yaratmış olduğu eşyaya zorunlu kılınıyor ki işte bu Allah’ın yüce ve sonsuz sıfatlarına bir noksanlık vermektir. İşte Mutezile böyle bir hata ile eşyaya bir üstün özellik vererek eşya zatında çirkin idi, Allah ona çirkin emretti ve eşya zatında güzel idi ki Allah ona güzel emretti diyerek en büyük bir itikadi kırılmayı yaşamıştır. Allah’ın sonsuz iradesini yarattığı eşyaya bağlı bir tercihe zorlanmış durumuna düşürmüştür.
Hâlbuki ehl-i sünnet böyle bir itikadın hatalı olduğunu ve eşyanın emir ile hüsün(güzel) ve yine emir ile çirkin olduğuna itikat etmiştir. Yani Allah bir şeye emretmiştir o güzel olmuştur, nehyetmiş o çirkin olmuştur. Burada şu örmeği de verebiliriz. Mutezile der, ikçi zatında çirkin idi Allah ona çirkin emretti. Ehl-i sünnet der, içkiye Allah emretti içki de çirkin oldu. Çirkinlik ve güzellik tamamen emre bakar diye itikat eder. İşte orta yol budur.
Bundan başka şu misalleri de verebiliriz. Yolculukta namaz kısaltılır. Namazın kısaltılmasının illeti emirdir, yani seferden dolayı Allah namazı kısaltmayı emreder. Hikmeti ise zahmettir. Şimdi birisi diyebilir mi zahmet yok ben namazı kısaltmam? Elbette diyemez. Çünkü sefer var ise başka sebepler emri kesinlikle iptal edemez. Burada da emrin olduğu yerde sebeplerin ve eşyanın kesinlikle üstünlüğünden bahsetmemiz mümkün değildir.
Birkaç örnek ile meseleyi biraz daha açmaya gayret edelim inşallah.
Yine biliyoruz ki Hz. Âdem (as) topraktan yaratıldı, İblis ise ateşten. Bu örnekte meselenin anlaşılması daha da kolaylaşacak diye düşünüyorum. Allah Hz. Âdem’e karşı meleklere ve İblise secde etmelerini emretmiştir. Melekler emre itaat ettiler ve secdeyi yaptılar. İblis ise tamda konumuzun düğüm noktası olan hataya düşmüştür. Yani” Tereccuh bilâ müreccih” vartasına düşmüştür. Âdem’in topraktan yaratıldığını ve kendisinin ise ateşten yaratıldığını ileri sürerek kendince zatında bir üstünlük görerek secde emrinin kendisine yapılmasını istemiştir. Çünkü İblis gururu yüzünden Âdem’e secde etmemiş aklınca üstün olduğunu ileri sürmüş, böylece bir tercih yapılması icap edecekse üstün olan kendisine yapılması gerektiğini istemiştir.
Hâlbuki yukarılarda işlemeye çalıştık, Allah’ın irâdesi böyle bir tercihe zorunlu olamaz. Çünkü sonsuz bir irade ve kudret sahibi nasıl olurda yarattığı bir mahlûkun “daha fazla üstün olan benim” diye isteğine mahkûm olabilir. Bu Allah’ın sonsuz olan iradesi ile elbette bağdaşmaz. İşte İblis “ Tereccuh bilâ müreccih” vartası ile huzurdan kovulmuş ve esasında Allah’ın emrine karşı isyanını, üstün olduğunu iddia ederek yapmıştır. Allah’ın kudretinde toprak ve ateş birdir. Hangisine emrederse o,o zaman üstün olur. Yani üstünlük eşyanın zatında değil, emirdedir.
Demek ki bizlerde tercihlerimizde bizim irademizi zorlayan yerlerde irademizin Allah’ın emri doğrultusunda yapmamız gerekir. Yoksa iki eşit şeyle karşı karşıya kaldığımızda elbette ki irademizi zorlamadan birini diğerine üstün bir sebep aramadan tercih edebiliriz. Bu ise “tercih bilâ müreccih caizdir ve vaki’dir” sırının gerçekleşmesidir.
Konuya Birinci Sözden devam edelim inşallah. Çünkü Birinci Söz çok sırları ihtiva ediyor.”Tereccüh bila müreccih” konusuna birde buradan açılımla bakalım. Önce ilgili yeri alalım.”
Biliyoruz ki taş sert ve katı bir maddedir. Ancak “Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. “Allah namına, Rahmân namına” der; herşey ona musahhar olur.” sırrınca taş dahi zahirde sert gözükürken emir aldığında yani Allah namına, Rahman namına denilince emre itaat ediyor, üstünlük gibi görülen sertlik o yumuşacık kökler karşısında pamuk gibi yumuşamaktadır. Demek ki sert olan maddeler de Allah’ın emri ile hareket ediyor ve emir karşısında İblisvari bir duruş değil emre itaat eder bir duruş sergiliyor.
Yine “hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi “’Vur asânı taşa’ buyurduk.( Bakara Sûresi, 2:60.)”emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı İbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı “”Ey ateş, serin ve selâmetli ol.” (Enbiyâ Sûresi, 21:69.)”âyetini okuyorlar.(Birinci Söz)
Burada da aynı sırla karşılaşıyoruz. Ateş ve hararet, emir altında hareket ediyor ve tabiatpereslerin en güvendikleri hararet ve salâbet dahi Allah’ın kudreti altında şekil alıyor ve emir ile yakıyor ve yakmıyor; yine emir ile o sert taşlar yumuşuyor ve yine emir ile sert oluyor. O nazenin yapraklar ve yumuşak kökler tabiatpereslerin rağmına Allaha güvenerek ve “Bismillah” diyerek her şeyin dizgini ve gücü elinde olan Allah’a dayanıyorlar.
Demek ki eşyanın zatında üstünlük aramak ve bu sebeple eşyaya ve esbaba tesir vermek şeytani bir duruş oluyor. Allah’ın emri karşısında her şey şekil alıyor, o zaman biz kullarda “tercih bila müreccih caizdir ve vakidir” sırrınca tercihimizi emir dairsinde yapmalıyız. Yoksa esbaba üstün bir vasıf vererek vahyi ve emri bırakır sadece akılla üstün olanları aramaya kalkarsak “Tereccüh bila müreccih” hatasına düşeriz.O zaman ipek gibi kökler ve nazenin yapraklar ağzımıza birer tokat vurabilirler ve manen “tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor” hakikatini bize ihtar ederler.
İllet ve hikmet meselelerinden “tereccüh bila müreccih” meselesine bakalım.
Zamanımızın zahir ulamasınca çokça serrişte edilen karmaşaların altında da sanırım hikmeti Allah’ın iradesinin önünde görmeleri olmalıdır. Bu nedenlede “tercih bila müreccih muhaldir” mantığını gündemde tutarak “terecüh bila müreccih” anlayışını normalleştirmeye çalışıyorlar. Halbuki bu zahir ulamasının yanıldıkları en önemli yer Allah’ın emirlerindeki illet ile hikmeti ayıramamalarıdır.
Mesela seferde namaz kısaltılır. Namazın kısaltılmasının altındaki illet yani hakiki emre bakan sebep seferdir. Hikmeti ise zahmettir. Bu zamanda zahmet yoktur onun içinde seferde namazı kısaltmaya gerek yok demek “tereccüh bila müreccih” mantığıdır. Burada hikmet illetin önüne geçirilmiştir. Bizler ibadetlerimizde bir üstünlük aramadan sadece ve sadece emir olduğu için o ibadeti yaparız. Allah’ın bize emrettiği ibadetlerde bir üstünlük aramak ve bu üstünlüğe göre ibadet yapmak “tereccüh bila müreccih” mantığını kullanmak olur ve hikmeti emrin önüne koymak olur. Bu duruş bir kırılmadır. Zaten İblisin de yaptığı ve yanıldığı yer burası değil midir? Kendini Âdem’den üstün görüp Allah’ın emrine itaat etmeyip ateşten yaratılmayı topraktan yaratılmaya üstün görerek Allah’ın iradesini zahiren kendinde görülen ateş olma üstünlüne tercih etmesini istemesidir. Bu şeytani duruştan Allah’a sığınmalıyız.
Şimdi sosyal hayattan örnekler vermek istiyorum. Yine bazı âlimler hacca gidileceğine fakirlere parası yardım olarak yapılsın diyerek burada da emrin yerine maslahatı koyarak aynı hataya düşmekteler. Binlerce hikmet ve maslahat olsa yinede emri iptal edemez. Yine kurban kesileceğine yardım yapılsın mantığı da aynı yere hizmet etmektedir.
Abdülbâkî Çimiç
BU MESELE TAM HALLOLMUŞ İNŞAALLAH.ÖZGÜR
Tercih Bilâ Müreccih
İlm-i kelâmla ilgilenen kimselere faydası olacağı kanaatiyle bu mesele üzerinde kısaca duracağız:
Tercih bilâ müreccih câizdir, ifâdesindeki müreccih kelimesi,
“tercih ettiren sebep, vasıf, özellik, kısaca üstün sıfat mânâsında kullanılmıştır.”79
Meselâ; altından yapılmış bir kâlemin gümüş kâlemden üstün ciheti, râcih sıfatı yani tercih edilme sebebi varsa da, altından yapılmış aynı marka ve özellikteki diğer bir kâlemden hiçbir üstün tarafı yoktur. Eğer tercih bilâ müreccih muhal olsa, bizim bu iki altın kâlemden birini tercih edemememiz gerekir. Hâlbuki aynı değer ve özellikteki bu iki kâlemden birisini cüz’î irademizle seçebiliyor ve alabiliyoruz. O halde, müreccihsiz tercih câizdir ve daima tatbik edilmektedir.
Yapılmış, meydana gelmiş şeylerde ise, tercih bilâ müreccih muhaldir. Buradaki müreccih kelimesi, tercih edici sebep veya zât, mânâsındadır. Mevcut bir eser, kendisinin var olmasını yoklukta kalmasına tercih eden bir müreccihi gösterir. O müreccih olmaksızın eserin meydana gelmesi muhaldir. İşte ilm-i kelâmdaki tercih bilâ müreccih muhaldir, ifâdesi bu kısım içindir.
Tercih bila müreccih caiz olmakla beraber, tereccüh bila müreccih muhaldir.
Evet, bir şeyin veya şıkkın diğerine tercih edilmesi hâlinde, tercih edilen şeyin veya şıkkın tereccüh ettiğinden, meydana geldiğinden söz edilir. İşte bu tereccüh, müreccihsiz, yâni tercih edici bir sebep veya zât olmaksızın olamaz.
Herhangi bir şey yapıp yapmama hususunda bir karara varmamızdan önce, söz konusu şeyin yapılması ile yapılmaması müsavidir. Yapmayı tercih ettiğimizde, işin yapılması tereccüh etmiş olur. Meselâ, bir cümleyi yazdığımız takdirde cümlenin yazılması yazılmamasına tereccüh etmiştir. İşte bu tereccüh, bir müreccihe yâni tercih yapan bir kâtibe delâlet eder ve onsuz olamaz.
Aynen öyle de, bu kâinatın varlığı gösteriyor ki, onun yaratılması, yoklukta kalmasına tereccüh etmiştir. Bu tereccühün müreccihsiz olması muhaldir. Kâinatın yaratılmasını tercih eden müreccih ise ancak ve ancak Kadîr-i Mürîd olan Allah-u Azîmüşşân’dır.
Cenab-ı Hak, kâinatın var olmasını, yoklukta kalmasına tercih etmiştir. Bu hâşâ; Allah’ın ihtiyacından değil, O’nun, lütuf ve kereminden dolayıdır. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı şöyle ifade eder:
“Cenab-ı Hakk’ın ef’alinde, tercih edici bir garaza, bir illete ihtiyaç yoktur. Ancak tercih edici, Cenab-ı Hakk’ın ihtiyarıdır.”80
Dip Notlar:
79:Taftazânî, Şerh-i Makâsıd, 2/129
80:İşârâtü-ül İ’caz
Yazar: Mehmed Kırkıncı, 07-7-2010