Asır, şahıs ve ferd asrı değildir!

Asır, şahıs ve ferd asrı değildir!

Bu zaman ve zeminde şunu net olarak ifade edebiliriz ki, asrımız şahıs ve ferd asrı değildir. Fertler bu asırda şahs-ı mâneviler karşısında her daim mağlup vaziyette kalır. Bedîüzzamân Said Nursî’nin ifadesiyle “Bu zaman, cemâat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar hârika olsalar, cemâatın şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlub düşebilir.”[1] Asrımız eski asırlara ve zamanlara benzemiyor. “Gavs-ı Âzam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zâtlar”[2] kendi asırlarında şahsiyetleri ile verese-i nübüvvet vazifesini bihakkın ifa ederek “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri mesabesindedirler.”[3] hakikatini kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişlerdir. “O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise, aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risâletü’n-Nur’u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid mânâsında olan şakirtlerini bu cemâat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş.”[4]

Çünkü bu ahirzaman asrı çok şiddetli ve dehşetli fitneleri içinde barındıran bir asırdır. Hatta “ehl-i imâna hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemâat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı mânevî ve bir ruh‑u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umûmî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor.”[5]

Bu hale karşı, bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir. Böylece Risale-i Nur’un kudsî şahs-ı mânevîsiyle ve sarsılmaz dehasıyla ancak bu asır tenvir edilebilir ve istikametli bir hizmet-i Kur’âniye ve imâniye yapılabilir.

Bu hakikate binâen zaman şahsiyet zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Şahıs dahi hatta yüz dahi derecesinde de olsa şahs-ı mânevîye nazaran mağlup vaziyette kalır. Çünkü her zamanın bir hükmü ve hükümranlığı vardır. Bu asrımızda da şahs-ı mânevîler hükmeder ve mukavemet edebilir. Öyleyse geçmiş eski zamanlardaki gibi makbul addedilen şahsılara intisab ederek veya onlara lâyık olmadıkları makamları vererek bu asırda İslâma tam hakîkatiyle hizmet edilemez. Bâkî hakîkatler fani, muvakkat ve çürütülebilir şahısların omzuna konulmaz. Eğer konulur ise o hakîkate zulmedilmiş olur. İşte böyle bir durumda geçmiş asırların metodu olan şahsa bağlanmak Risale-i Nur’a perde ve gölge olunmuştur.

Halbuki Bedîüzzamân Saîd Nursî kendisini mihenge vurduran bir âlimdir. ‘Benim sözümü de ben söyledim diye tamamını hüsn-ü zan edip kabul etmeyin’ demiştir. ‘Şimdi benim de bir reyim var, ben bir hiçim, meziyet ve makam şahsıma ait değil Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine aittir’ demiştir. Zamanın mahiyetine ve zaruretlerine en uygun hizmet metodunun cemâat ve şahs-ı mânevî ile deruhte edileceğini defaatle ifade etmiştir. Şahsın, şahs-ı mânevî karşısında sivrisinek kadar hükmünün olmadığını beyan etmiştir. Şahıslar fani, ölümlü, geçici olup birçok arızalar ve noksanlıklarla alûde olduğundan, bâkî ve sermedi hakîkatler fani şahıslara bağlanmaz ve bina edilmez. Öyleyse zaman, zemin, asır ve şartlar ispat ediyor ki asrımız şahıs ve şahsiyet asrı değil, şahs-ı mânevî asrıdır. Ortak aklın ve şuraların hüküm sürdüğü bir asırda tekrar eski zamanların metodu olan şahısçılığı ikame etmek doğru değildir. Gördüğümüz kadarıyla Risâle-i Nur’un intişarını şahıslarla perdeleme hareketleri denenmiş, ancak bu perdelerin kalkmaya başladığını ve daha da kalkacağına inanıyoruz. İnşaallah Risâle-i Nur hakîkatleri muhtaç olan insanlığın akıl, kalb ve ruhlarına in’ikâs eder. Böylece beşerin muhtaç olduğu imân nuru kalb ve vicdanlarına ilka edilmiş olur inşâallah.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

[1] Tarihçe-i Hayat,2013, s.743

[2] Kastamonu Lahikası,2013, s.20

[3] Keşfü’l-Hafâ, 2:64

[4] Kastamonu Lahikası,2013, s.20

[5] Sike-i Tasdik-i Gaybi,2013, s.62

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir