Risâle-i Nurlar hem ferdî hem de birlikte okunan eserlerdir. Ferdî okumalar elbetteki istifâdeden beri değildir. Hem herkes kendi şahsî okumasını ihmâl etmemelidir. Bunun çok ehemmiyeti vardır. Ancak Bediüzzaman Hazretleri’nin “Sizler, ara sıra, İhlâs ve İktisat Lem’alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte risalesini mâbeyninizde beraber okumalısınız.”[1] Dediği de bir hakîkattir. Bu okumalarda “her biriniz her birisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer numune-i imtisal ve tesanüt ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatap ve mucip ve güzel seciyelerin in’ikâsından birer âyine olmanız.”[2] tavsiyesiyle, on müttehid adam ruhuna layık şahs-ı mânevî olarak bir yetişkinler okuma programı daha deruhte edildi hamdolsun.
Pekâlâ, bu bir hafta içersinde neler yapıldı? Öncelikle her gün saat saat planladı. Ferdî okumalar, müzâkereli dersler, şahsî kemâlât, soru-cevaplar, kavram ve konu çalışmaları, merak edilen mevzular, kır okumaları, şehir gezileri, kabir ziyaretleri … Görüldüğü üzere dolu dolu dört-beş gün geçirildi.
Özellikle Risâle-i Nur’da şahsî olarak üstesinden gelemediğimiz ve cesaret edemediğimiz mevzuları şahs-ı mânevînin kuvveti ve bereketi ile gündeme alınmaya çalışıldı. Bu cesaretle Risâle-i Nur’un derûnî okyanusuna doğru açılmaya ve o Kevser-i Kur’ânî deryasından doya doya içilmeye gayret edildi. Bir nevi çekaba girildi. Afaktan enfüse, kesretten vahdete dönmeye çalışıldı. Yaralı olan akıl, kalb ve ruhumuzun tedâvisine mücerrep tiryakları istimal etmeye çalışıldı. Böylece Divan-ı Harb-i Örfî mütalâaları yapıldı. Azamî istifade edildi. Hayata ve hadisât-ı âleme bu pencereden bakıldı elhamdülillah.
Yaşadığımız ahirzaman asrının zaruretlerini ve içtimâî-siyâsî mülahazaları da dikkate alarak âlem-i İslâm’ın ve genelde beşeriyetin kurtuluşunun Kur’ân’ın mânevî bir tefsiri olan Risâle-i Nur’da mevcut olduğunu düşünerek, imân hakikatlerinin yanında asrımızın en mergup metası olan içtimâî ve siyâsî prensipleri de gündemimize almaya çalıştık. Bu noktada Eski Sadi Dönemi Eserleri’nden Divan-ı Harb-i Örfî’yi mütalâa ettik. Çok istifade ettik.
Şahsen çok arzu ettiğim bir mevzuu, Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebi üzerine uzun tedkikatlarla müzâkereli ve çalışmalı dersler yapılması idi. Bir cihetle bu konu da gündeme alındı. Bu mesele ehemmiyetliydi. Risâle-i Nur’un meslek ve meşreb umdelerini Külliyat’tan çıkarıp üzerinde uzun uzun durmamız gerekiyordu. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Risâle-i Nur mesleği, tarikat değil, hakikattir, sahabe mesleğinin bir cilvesidir.”[3] ve “Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’den aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü l-Kebir’le daima onlara mânevî irtibatımda, geçmiş hakîkati ve şimdiki Risâle-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım.”[4] Dediği noktalardan anladığımız odur ki; Risâle-i Nur’un mesleği maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleği olan sahabe mesleğidir. Risâle-i Nur’un meşrebi ise “Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’den alınan dersle, hususan Cevşenü l-Kebir’le” bu asra Risâle-i Nur’a intikal eden bir meşreptir. Bu kısa izahattan sonra inşâallah konunun ehli tarafından çalışılması dileğiyle kısa kesiyoruz.
İnşaallah gelecek sene yedincisini daha farklı bir mekânda deruhte etmek dileğiyle…
[1] Kastamonu Lahikası,2013,s.319
[2] Şualar,2013,494
[3] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.130
[4] Emirdağ Lahikası-I,2013,s.361