“Eyyub’u da hatırla ki, Rabbine şöyle niyâz etmişti: “Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.[1]”
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın yaralarından neş’et eden kurtlar kalb ve lisânına ilişince ma’lûmunuz kalben ubûdiyetine ve lisânen zikrine hâlel gelir endişesi ile münâcatta(duâda) bulunûr. Burada kalbe ilişen kurtlardan kasıt mecaz değil, bildiğimiz kurt iseler yani maddî kurtlar ise iliştikleri yâda ilişebilecekleri kalb de mânevî kalb değil, ancak bedendeki bildiğimiz cismânî kalb olabilir. Hâlbuki kalben ubûdiyet ta’bîrinde ki kalbden kasıt latîfe-i Rabbâniye olan kalb ise kurtların maddî kalbe olan zararları ubûdiyetine nasıl halel verebiliyor? Acaba maddî kalb ile mânevî kalb birbirleri ile bağlantılı mı? Yoksa burada zikri geçen kurtlar ile bir mecâz mı yapılmış acaba?
Esâsında yıllarca bizim de iç âlemimizde netleştiremediğimiz bir suladir bu sorulanlar. Evet, o kıssada aynen değinildiği gibi bir mesele var. Bizler ise Risâle-i Nûr’dan mânevî kalb bahsini biliyoruz, hatta o mânevî kalbin, maddî kalbin vücût için yaptığı vazîfeyi mânevîyat için aynı maddî kalb gibi yaptığını öğreniyoruz. Şöyle ki; “Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır. Binaenaleyh, o lâtife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki, o lâtife-i Rabbaniyenin insanın mânevîyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet, nasıl ki bütün aktar-ı bedene mâü’l-hayatı neşreden o cism-i sanevberî, bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kaimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar. Kezalik, o lâtife-i Rabbaniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.[2]”
Ancak İkinci Lem’a’da soruda da değinildiği gibi Bedîüzzamân Hazretleri kurdun Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın diline ve kalbine iliştiği için ubûdiyet mahalli olmalarından bahseder. Onun için de hastalığını Allaha şikâyet eder.
İnsanın mâhiyetini Risâle-i Nûrlar deşifre etmiş ve neredeyse bir harîta gibi insanın özellikle mânevî boyutu müteferrik yerlerde külliyatta açıklanmıştır. Bu müteferrik bahisler bir araya toplansa sanırım büyük bit şerh ve îzâh olacaktır.
İnsan maddî ve mânevî olarak iki kısma ayrılır. İnsanın mâhiyeti hem cismânî, hem de rûhîdir. Yani hem maddî, hem de mânevîdir. İnsanın maddî hayatının devamı için maddî kalb ne ise ve nasıl vazîfe yapıyorsa, mânevîyatı noktasında da yaşaması için mânevî kalb o mesabedededir. Maddî kalb nasıl ki hayatın ab-ı kevseri olan kanı deveran ettiriyorsa ve maddîyatın devamı buna bağlı ise; rûhun da hayattar olması maddî kalbin vazîfesi devam ettiği sürece devam edecekse elbette ki mânevî kalbin zikir yapması ve îmân nûru ile rûhu harekete geçirmesi çok ma’nîdârdır.
Buradan şu sonuca ulaşabiliriz. Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın maddî kalbine ilişen kurt onun maddîyatına ve cesedin hayatiyâtına zarar vereceği için ve böylece mânevî kalb ve hayat da öleceğinden, bu mânâda zikir ve ubûdiyet yönüyle bir zarar ihtimalinden dolayı Allah’a hastalığını şikâyet etmiş olma ihtimâlini de düşünmek gerekir.
Konu ile ilgili şu tasnifi yapabiliriz:
1.Asırlardır insanın kalbi maddî kalb olarak bilindiğinden ve öyle addedildiğinden Bedîüzzamân Hazretleri de o kıssa i’tibâriyle kıssayı naklederken bu vechi de naklediyor olmalıdır.
2.Hem insanın mânevî kalbinin ve ubûdiyetinin devam etmesi için bu dünyada maddî kalbin çalışması gerekir. İşte bu nedenle atetullah çerçevesinde düşünürsek maddî kalbin ve dilin maddî kurtlarla zarar görmesi sağlık açısından ölüme vesile olabilir açısından maddî kalb ve lisânı nazara vermiş olmalıdır.
3.Hem İkinci Lem’a’da devam eden izâhlarda kalbin günâhlarla yaralanmasından da bahsedilerek yine de mânevî kalb ciheti nazara verilmiş olabilir.
4.Maddî hayatın mânevî hayat ile ikâme edildiği ve daru’l hizmet olan bu dünyada maddîyat ile mânevîyatın lüzûmunu yine cennet bahsi ve diğer yerlerde Bedîüzzamân Hazretleri îzâh etmiştir.
5.Hem Risâle-i Nûr geleneksel olan İslâmî nakillerle çelişmeden ancak gerekli tashîhâtları da incitmeden yapmaktadır. Ben şahsım adına Risâle-i Nûr’a kadar mânevî kalbi hiç bilmiyordum. Bedîüzzamân Hazretleri ise bu tür mevzûları Risâle-i Nûra dec ederek tashîhâtını zamanla yapmıştır diye düşünüyorum.
6.Bedîüzzamân Hazretleri maddî hava ile mânevî havanın birbirini etkilediğini söyler. Şöyle ki;” Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor; asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor. Öyle de, bazan mânevî hava bozuluyor.[3]”
Abdülbâkî ÇİMİÇ
[1] Enbiyâ Sûresi, 21:83.
[2] İşârâtü’l-İ’câz,2013,s.130
[3] Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 93