Kuvve-i Gadabiye

Kuvve-i gadabiye

“Bir adamın kuvve-i gadabiyesi olan dâfiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa ölmüş olmuş olur ve hayy iken meyyittir.”[1] Demek ki dafia kuvvesi olan kuvve-i gadabiye, insanın ruhunun yaşayabilmesi için elzem bir duygudur. Bu hakîkate binaen ruhun yaşayabilmesi ve insanın hayatını devam ettirmesini sağlayan üç temel kuvvet vardır. Bunlardan birisi de zararlı şeyleri def için, kuvve-i sebuiyye-i gadabiyedir. Kuvve-i gadabiye, insanın kendisine yöneltilecek zararları ve zulümleri def’ etmek için kullanılmalıdır. Yani insan dininin, vatanının ve namusunun muhafazası için hayatını feda edecek bir durumda olmalıdır. Meşru olmayan şeylere karışmamalı ve mücadele etmesi gereken durumda da korkaklık göstermemelidir.

“İnsandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sâni tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarîsiyle terakkîsini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir.”[2] Kuva-i selâse de denilen bu üç duygu, üç kuvvet (şehvet, öfke, akıl melekeleri) ruhun yaşayabilmesi için Sani tarafından insanın fıtratına derc edilmiştir. Çünkü “Cenâb-ı Hak, hayr-ı mahz olarak melâikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve câmi olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki, beşerin şeheviye ve gadabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad(kesintiye uğrar) ve mağlûp olursa, beşer, mücahedesinden dolayı melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde, hayvanattan daha aşağı olur; çünkü özrü yoktur.”[3]

İnsanın kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürdür. İfrat ve tefritten münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı ise şecaat-i kudsiyedir. Bu hakîkate binaen “Kuvve-i gadabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takip etmezse, ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre(cebir ve zorlamaya) ve tefritle çok zilletli ve elemli cebânet ve korkaklığa düşer; istikameti kaybetmesinin, hatasının cezası olarak daimî, vicdânî bir azabı çeker.”[4] Zaten “Fıskın menşei, kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş’et eder.”[5] Bu sırdan dolayıdır ki insanın “Kuvve-i gadabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimaiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder.”[6]

Kuvve-i gadabiyenin tefrit, vasat ve ifratına misaller

*Kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir(korkaklık) ki korkulmayan şeylerden bile korkar.

*İfrat mertebesi tehevvürdür(öfkelenme) ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür.

*Vasat mertebesi ise şecaattir(korkusuzluk, cesurluk) ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.

*İhtar: Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.[7]

*Kuvve-i gadabiyenin nefis cihetiyle tefridi; nefse acımak, ceza vermemek, aç bırakmaktan korkmak, terbiye ve tezkiye etmemektir.  Şeytanla mücadelede tefrit; şeytanın zayıf desisesine kapılıp korkarak din-iman dairesinden uzaklaşmaktir. Kâfirlere karşı mücahedede tefrit; düşmanla savaşmaya cesaret edememektir. Münâfıklara karşı tefrit; münâfıkların aldatmasına kapılıp korkarak din-iman dairesinden uzaklaşmaktır.

*Kuvve-i gadabiyenin nefis cihetiyle vasatı; dinlerse öğütle, dinlemezse aç bırakarak nefisler mücadele etmektir. Şeytanla mücadelede vasat; şeytanın vesvese ve desiselerine aldanmadan sünnet-i seniyeye temessük ile takva dairesinde dine-imana hizmet etmektir. Kâfirlere karşı mücahedede vasat; İslâm’ın izzet ve şerefini muhafaza için düşmana karşı kahramanca-yiğitçe mücahede etmektir. Münâfıklara karşı vasat; münâfıklara karşı uyanık ve vakarlı olmak, aldanmamak ve onların perdesini yırtmamaktır.

*Kuvve-i gadabiyenin nefis cihetiyle ifratı; aşırı öfke ‘saldırganlık’ aklı örttüğünden aklıyla değil de hissiyle hareket ederek nefsine mağlup olmaktır. Şeytanla mücadelede ifrat; aşırı öfke ‘saldırganlık’ aklı örttüğünden aklıyla değil de hissiyle hareket ederek şeytana mağlup olmaktır. Kâfirlere karşı mücahedede ifrat; aşırı öfke ‘saldırganlık’ aklı örttüğünden aklıyla değil de hissiyle hareket ederek düşmana mağlup olmaktır. Münâfıklara karşı ifrat; aşırı öfke ‘saldırganlık’ aklı örttüğünden aklıyla değil de hissiyle hareket ederek münâfıkların tuzağına düşmektir.[8]

Velhasıl: “Kâinatta bir hakîkat varsa, nübüvvet vardır. Hilkatte nizam varsa, nübüvvet zarûrîdir. Zira insanın vehmâlûd nazarına istikamet ve tecavüzkâr kuva-i selâsesine(kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye) itidal ve istidadat-ı mânevîyesine inkişaf verecek, İlâhî bir mürşit olabilir. O ise nebîdir.”[9]  Ve o Nebi’nin her asırdaki verese-i nübüvvet sırrıyla naibleridir(vekilleridir). Bu asırda ise Risâle-i Nur ve şahs-ı mânevîsidir.

Abdülbâkî ÇİMİÇ

[email protected]

https://www.feyzinur.com

[1] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013,s.267

[2] İşârât-ül İ’câz,2013,s.228

[3] İşârât-ül İ’câz,2013,s.417

[4] Şualar,2013,s.971

[5] İşârât-ül İ’câz,2013,s.358

[6] İşârât-ül İ’câz,2013,s.359

[7] İşârât-ül İ’câz,2013,s.45

[8] Nurdersinden istifade edilmiştir.

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Şuaat-ı Marifetü’n-Nebi),2013,s.524

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir