Risâle-i Nur’u şerh ve izahta temel esalar–3
Geçen haftadan devam…
Risâle-i Nur’u şerh, izah ve tanzim… gibi vazifelerin deruhte edilmesinde temel esaslara devam ediyoruz.
Tevhid-i Efkâr: Fikir birliğidir. Gàyesi Allah rızası olan insanların aynı fikirleri paylaşması ve o fikirler doğrultusunda tanışması ve hizmet etmesi önemli bir prensiptir. Müslümanlar bahusus teârüfle tevhid-i efkârı te’sis etmeleri gerekir. Çünkü tevhid-i efkâr, tenevvür-i efkârı netice verir. Böylece tevhid-i efkâr netaic-i efkâr ile fikirlerin neticelenmesini irâe eder. Çünkü “Hiss-i din ile, en âmî, en münevverü’l-fikir gibi mütehassistir. Fikri münevver olmasa da, kalbi münevverdir. Hissiyat güzel olursa, efkâr da müstakim olur.”[1] Üstad Hazretleri’nin şu ikazını da mihenk yapmak gerekir: “Şimdi ise kalbden fikre karşı menfez açınız, kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına gönderiniz.”[2] “İnşâallah istikbalde bitamamihî hükümfermâ, kuvvete bedel hak; ve safsataya bedel burhan; ve tab’a bedel akıl; ve hevâya bedel hüdâ; ve taassuba bedel metânet; ve garaza bedel hâmiyet; ve müyûlât-ı nefsâniyeye bedel temayülât-ı ukul; ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır.”[3] Böylece imtizac-ı efkâr ile ittihad hâsıl olmuş olur.
Teâvün: Yardım etme ve yardımlaşmadır. Birbirine muâvenet etmektir. Aynı zamanda da yardım almadır. Kâinat heyet-i mecmuasıyla teâvün hakîkatini bizlere ders vermektedir. Teâvün iştirak-i mesâiyi intaç eder. Çünkü “Maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teâvün lâzımdır.”[4] Düstur-i teâvünün şe’ni ittihat ve tesânüttür. Tekâmülde teâvün kànunu istimal edilse, ihtilâf imtizaca sebep olur. Teâvün düsturu, kâinatta câri olan teâvün-ü umûmînin iktizasındandır. Çünkü bütün mahlûkatta teâvün hakîkati görünüyor. Hem hayatın düsturu, “cidal” olmayıp, belki teâvündür. Böylece düstûr-u tevâün medâr-ı hayattır.
Teşrik-i Mesâi: Birlikte çalışmak, işbirliği etmek ve bir işi berâber yapmaktır. İnsan, ebnâ-yı cinsiyle teşrik-i mesâi etmeye mecbur olur ki, herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübâdele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.[5] Müslümanların uhuvvet-i İslâmiyet dairesinde birbirleriyle teşrik-i mesâi etmeleri hamiyet-i İslâmiye ve milliyelerinin gereğidir. Hem de teşrik-i mesâi, taksim-i a’mâl düsturunun bir lâzımıdır. Evet vahdet ve ittifakta, hattâ teşrik-ül mesâî ve taksim-ül a’mal kaidesiyle olan birlik usûlünde, suhulet ve kolaylığın varlığı; ve kesret ve dağınıklıkta ise, suubet ve zorluğun bulunması bir sırr-ı meçhuldendir.[6] Nur talebeleri de sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi yaparak vazifelerinde birlikte çalışmalıdırlar.
Taksimü’l-â’mal: İş ve vazîfe bölümüdür. Bir paylaşımdır ve birbirimizin işini tahfif etmektir. Risâle-i Nur hizmetleri taksimü’l-â’mâl, yani iş bölümü ile deruhte edilir. Çünkü “Sani-i Zülcelâlin hilkat-i âlemde cârî ve taksimü’l-â’mâl kaidesinden akan kânun-u tekemmül ve terakkîde mündemiç olan rıza ve işaretinin imtisali farz[7]”dır. Böylece “Kâide-i taksimü’l-â’mâli muktazi olan hikmet-i İlâhiyenin dest-i inâyetiyle beşerin mâhiyetinde ekmiş olduğu istidadat ve müyûlâtla şerîat-ı hilkatin farzü’l-kifayesi hükmünde olan fünun ve sanayiin edâsına bir emr-i mânevî[8]”dir. Öyleyse en ehemmiyetli vazifemiz “Taksimü’l-â’mâl kànunuyla amel etmektir. Zira, seleflerimiz taksimü’l-â’mâlin ameliyle cinan-ı ulûma dahil olmuşlardır.[9]” Buna istinâden Bediüzzaman Hazretleri talebelerine “sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-â’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır.[10]” diyerek talebelerine taksimü’l-â’mâl kâidesiyle çalışmalarını ders vererek “Tâ, herkes sevk-i insanîsiyle hakkına gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i mânevîsini, meyl-i fıtrîsiyle imtisal edip kàide-i taksimü’l-â’mâle tatbik edilsin.[11]” demiştir.
Hür İrâde: İnsan, imân ile hürdür. İmân ne kadar mükemmel olursa, hürriyet de o kadar parlak olur. Allah insana hem nâkıs, hem kısa, hem âciz, hem icadsız ve kesbden başka birşey elinden gelmez olan bir irade-i cüz’iye vermiştir. İnsan böylece hür bir irâdeye sahip olmuştur. Cüz-ü ihtiyarînin üssü’l-esası da meyelândır. Allah’a abd olan başkasına kulluğa tenezzül etmez. İnsan hürdür, yine de abdullahtır. İmân hürriyetin mukaddemesidir ve hür iradeden sonra Allah’ın kulunun kalbine ilkà ettiği bir nurdur. İnsan, hür irâde ile insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti yaşayabilir ve arş-ı kemâlâta uruc eder.
Fazîletli İmân: Fazîlet; değer, meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derecedir. İnsanı bu yüksek dereceye çıkaran en tesirli muharrik ise îmân ve İslâmiyettir. Fazîlet, güzel ve iyi huy, kişiyi iyilik yapmaya yönelten duygu ve erdem olarak da ta’rîf edilir. Evet, imânlı fazîlet ya’nî îmân ile fazîletlenen mü’min; ne tahakküm eder ne de tahakküme boyun eğer. Ne zulmeder ne de zulme razı olur. Ne ezer ve ne de ezilir.Çünkü o mü’min îmânından aldığı yüksek şecâat ile vakârını gösterir ve haksızlıklara karşı duruşunu net olarak ortaya koyar. Böylece fazîletli mü’min, îmânın ona verdiği şecâat ile “Hukûk-u dînîye ve dünyevîyesi için canını fedâ eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.[12]”
Risâle-i Nur’u şerh, izah ve tanzim… gibi vazifelerin deruhte edilmesinde gerekli olan temel esaslar daha da tekemmül ettirilebilir. Şimdilik bu kadarıyla iktifa ediyoruz. Bu esasların velayet-i kamileye haiz olan bir şahs-ı mânevîde temerküz edebileceğini düşünüyoruz. Böylece Risâle-i Nur üzerine yapılacak çalışmaların daha istikametli bir hâl kesb edeceği ümidimizi ifade etmek istiyoruz.
Abdülbâkî ÇİMİÇ
https://www.feyzinur.com
[1] Eski Said Dönemi Eserleri,2010,s.91
[2] Eski Said Dönemi Eserleri,2010,s.164
[3] Eski Said Dönemi Eserleri,2010,s.60
[4] Eski Said Dönemi Eserleri,2010,s.34
[5] İşarat-ul İ’caz (Trc: Abdülmecid) > Bakara 21-22: İbadet ve Tevhid Bahsi
[6] Mesnevi-i Nuriye (Trc: Abdülkadir), Habbenin Zeylinin Zeyli
[7] Muhakemat,2006, s:50
[8] Muhakemat,2006, s:50
[9] Muhakemat,2006, s:50
[10] Barla Lâhikası, 2010, s.209
[11] Muhakemat,2006, s:79
[12] İşârâtü’l-İ’câz,2006,s.46