Nefs, Risale-i Nurlarda da etraflıca işlenmiş bir konudur. “… Hem kesafetli olan nefs-i insaniye; sırr-ı câmiiyet itibariyle, tezekki etmek şartıyla bütün letâif-i insâniyenin fevkine çıktığı gibi…(Sözler,2004,s:808)” izahı ile de nefs-i insaniyenin kesif ve yoğun bir halde iken, pek çok mânâ ve şeyleri içine almadaki maksat sırrı itibariyle, mânevi temizlenme ve ahlâken yükselme ile insanda bulunan bütün mânevî duyguların üzerine çıkabilmektedir.
Öyleyse bütün letaif-i insaniyenin fevkine çıkabilme kabiliyeti olan nefs-i insâniyenin özelliklerini tanımak ve tezekki etmemiş halini öğrenmek için Risale-i Nur külliyatında izahı yapılmış olan nefsin mahiyetine ve hallerine bakalım. Üstad Bediüzzaman bizim izah yapmamıza ihtiyaç bırakmayacak şekliyle nefs-i insaniyeyi açıkladığından sözü O’na bırakalım istiyoruz. İşte Risale-i Nur’da nefs-i insaniye.
• Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir. Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir. İnsana en karib(yakın) nefistir. (Mesnevî-i Nuriye-s:18)
• Hem insanda madem nefis, hevâ ve vehim ve şeytan hükmediyorlar; çok vakit imanını rencide etmek için, gafletinden istifade ederek, çok hileleri ederler, şüphe ve vesveselerle iman nurunu kaparlar.(Yirmi Altıncı Mektup)
• Nefis, zıtları birbirinden tevlid eder(doğurur, netice verir). Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki zıtları birbirinden meydana çıkarır. İyiliklere sahip çıkar, kusurları üzerine almaz.( Mesnevî-i Nuriye – Katre)
• Nefis, aleyhte olan herbirşeyi lehte zanneder.( Mesnevî-i Nuriye – Katre)
• Nefis, mükâfatı gördüğü zaman “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım” der. Mücâzâtın şiddetini de gördüğü vakit, teâmî (görmezden gelerek) ve inkârla kendisini tesellî eder. (Mesnevî-i Nuriye – Katre)
• Nefis, tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temennî eder. Sonra mülâhaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar.( Mesnevî-i Nuriye-s:70)
• Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicap olur. (Mesnevî-i Nuriye- Katre: s:71)
• Nefis, kendisini kader ve sıfât-ı İlâhiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder.
• Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan Sofestâî, hevâ da Bektâşîdir.( Mesnevî-i Nuriye s:154)
• Nefs-i emmâre, devekuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder. Veya Sofestâî gibi münakaşa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Teâruzan(Birbirine zıt, muâraza), tesâkutan (ardı ardına düşmek) kabilinden, “Hiçbirisi de hak değildir” diye hükmeder.
• Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünyayla bağlı bir menzil zannediyor. Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümitvar olur. Âhiret için lâzım olan a’mâl külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile(anlamamazlıktan gelerek) ondan da kendisini kurtarır. (Mesnevî-i Nuriye -s:154-55)
• Nefs-i nâtıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır. Hattâ vehmî bir devamla kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz. (Mesnevî-i Nuriye -s:115)
• Nefis, Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor.(Mektubat-s:393)
• Nefis, ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. (Yirmi Üçüncü Söz)
• Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir-tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.(On Üçüncü Lem’a)
• Nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır.(Yirmi Dokuzuncu Mektup-s:443)
• Nefis, Vâcibü’l-Vücudun ef’âlini fiillerine benzetemiyor. Hakikatini fehmetmekte akıl mütehayyir kalıyor. Fiili fâilsiz zannediyor.(Mesnevî-i Nuriye – Zerre-s:156-57)
• Nefis, kendisini, yaptığı fiillerinde fiil içinde müstetir (gizlenmiş) Hû gibi görüyor. Tecelliyâtın genişliğini imtinâa, büyüklüğünü ademe hamletmekle, şeytanı bile yaptığı mugalâtadan utandırıyor.
• Nefis, daima ıztıraplar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü kadere razı olmuyor.( Mesnevî-i Nuriye – Habbe-s:103)
• Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevâsı ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâileri var.(On Yedinci Lem’a-7.Nota)
• Mâlik-i Hakikîden gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur.
• Nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi, cismine de mâlik değildir.( Mesnevî-i Nuriye-s:58)
• Hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder.( Yirmi Birinci Lem’a)
• Nefis ve hevâ ve his ve vehim bazan aldatıyorlar.(Yirmi Birinci Lem’a)
• Nefis, mütekebbir, mütemerrid serkeş, müftehir, mağrur, ucüblü, riyakârdır.( Mesnevî-i Nuriye – Hubâb)
• Nefis, şu dünya hayatına müştak ve mevtten kaçar.( Yirmi Altıncı Söz)
• Nefis, kendinde gördüğü nimet-i İlâhiyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura, iftihâra, temeddühe başlar.( Yirmi Sekizinci Lem’a)
• Nefs-i emmâre, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir.( Yirmi Üçüncü Söz)
• Şeytanın talebesi olan Nefs-i emâre cismin küçüklüğünü san’atın küçüklüğüne atfetmekle, esbabdan sudûrunu tecviz ediyor. (Mesnevî- Nuriye – Onuncu Risale)
Abdülbâkî Çimiç