İnsan kusursuz olmaz…

İnsan kusursuz olmaz…

İnsan kusursuz olmaz ve rakipsiz de olmaz.1

İnsanı insan yapan değerler vardır. İnsana değer katan ve onu mânen yükselten ve yücelten en önemli değer îmânlı fazîlet ile sâlih amel ve güzel ahlâktır. Çünkü îmânlı fazîlet ve güzel ahlâk insanı insan eder, belki de kâinatın en önemli mertebesine çıkarır ve insanı sultan eder.
İnsanın mânâ-yı ubûdiyetinin esası kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîye iltica etmektir. Bu zamanda insan benlik ve gurura medar şeylerden çekinmelidir. Tevazu, mahviyet ve terk-i enâniyet, bu zamanda ehl-i hakîkate lâzım ve elzemdir. Öyleyse ehl-i hak ve hakîkate, mahviyetkârâne daima kusurunu görmek ve nefsini ithâm etmek gerektir. Bu asrın şiddetli mânevî bir hastalığı da tarafgir nazarı ile taraftar olduğu cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir, belki alkışlar. Böylece insan her daim kusur işlemeye namzet mahiyettedir.
Bu dünya sırr-ı imtihan gereğince bir teklif ve müsabaka meydanıdır. Onun için nefis kusursuz olmaz. Ancak insanın ruh cevherine öyle kabiliyetler yerleştirilmiştir ki bu kabiliyetlerine sınır konulmamıştır. Bunun içindir ki insanın ruhuna derc edilen bu istidâd ve kabiliyetler çekirdekler hükmündedir. Bu çekirdekler hem elmas, hem de kömür dâneleri ihtiva eder. Bu çekirdeklerin inkişaf ve inbisatı için de insan irâdesi ile serbest bırakılmıştır. İnsan, fıtratında bulunan hem hayır, hem de şer çekirdeklerin seçilmesinde hürdür. Bu çekirdeklerin suya, havaya ve güneşe ihtiyacı vardır. Hayır dâneleri seçenlerin suyu îmân, İslâmiyet ve Kur’ân’dır. Şer dânelerin suyu da nefis, şeytan ve hevâdır. İnsan seçiminin sonucuna ulaşır. İnsan îmân ile hayır çekirdekleri sulayarak meleklerin de üzerindeki bir seviyeye çıkarken, şer çekirdekleri seçerek de hayvanlardan da aşağı mertebeye inebilir. İşte nihayetsiz terakkî ve tedennî mertebeleri insanın seçimi ile meydana gelir. İki cihete de gitme noktasında herkes eşittir. Tercih insandan, ancak daha önce bildirilmiş olan o tercihlerin neticesine götürmek Allah’tandır.

İnsanın kusursuz olmayışı malûmdur. Çünkü insanın mahiyeti hem terakki hem de tedenni etmeye müsait fıtratta halk edilmiştir. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri de “Nefis kusursuz olmaz.”2demiştir. Bu sebeple de insanın kusur işlemesi onun fıtratına muvafık bir hâldir. Hem de kusur işlemek Allah’ın Gafur, Tevvab, Rahman, Rahim, Vedud gibi isimlerinin gereğidir. Ancak insan kusurunu bilmeli, itiraf etmeli ve tövbe ederek Rabbinden af dilemelidir.

Bediüzzaman Hazretleri “İnsan rakipsiz de olmaz” der. İnsanın rakipsiz olmayışı noktasında âcizane şöyle düşünüyorum. İnsanın maddî ve mânevî terakkisi için ona birçok muharrik sâikler sevk olunur. Meselâ şeytan insanın terakkisi için bir rakiptir. O rakip ile insan imtihana tabidir. Yine musîbetler ve hastalıkları da bu noktada düşünebiliriz. O noktalar da insanın mânevî terakkisine hizmet eder ve bir nevi mânevî rakip olarak telâkki edebiliriz.

Diğer taraftan insanlar dünyevî noktada da devamlı rakip nazarlar ve çalışmalar ile terakki ederler. Mücâhede ve imtihan dünyasında olan insanın elbette ki çok rakipleri olacaktır ki o rakipler onun daha yüksek makamlara çıkmasına vesîle olsun. Bir maç, dünyevî bir müsabaka ya da ticârî bir işletmede dahi hep rakipler vardır ve de olacaktır. Önemli olan rakipleri vesîle yaparak daha üst seviyeye terakki etmek ve rakiplerin yaratılış hikmetini derk edebilmektir. Hem bu dünya imtihan ve hikmet yeri olduğu için zıtlar iç içedir. Zıtlar noktasından da değerlendirsek yine insan rakipsiz olmaz. Gecenin rakibi gündüz; soğuğun rakibi sıcak… hakeza. Önemli olan insanın kendisine hizmet eden rakibini düşman görme yerine, onun kendisinin terakkisine hizmet ettiğini bilmesidir. O rakiplerini maddî ve mânevî terakkisine vesîle bilmeli ve ondan istifâde edebilmelidir.
Öyleyse Risale-i Nur’un kahraman şakirtleri her müşkilâta galebe ettikleri gibi; inşaallah bu ehemmiyetli ve dehşetli ahirzaman asrının fitnelerine ve rakiplerine karşı yine galebe ederler. Safvet ve ihlâslarını bozmayacaklar ve hizmetlerine fütur getirmeyecekler inşâallah.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 340.
2- Emirdağ Lâhikası-2, 2006, s. 732.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir