Mihenk Taşına Vurulmak

Mihenk taşına vurulmak

Bediüzzaman Hazretleri der ki: “Beni mihenk taşına vurdunuz. Acaba fırka-i hâlisa dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsalar, kaç tanesi sağlam çıkacaktır?”1

Mihenk taşı keyfiyeti ortaya çıkaran, neyin altın neyin bakır olduğunu sağlayan bir ölçü aracıdır. Kaliteyi test etmeye ve ortaya çıkarmaya yarayan kıyas-ı vahiddir. Mihenk taşı, altın veya gümüş üzerine sürüldüğü takdirde, bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri anlaşılır. O halde mihenk taşı herhangi bir şeyin saflığının ve keyfiyet derecesinin ölçüldüğü bir imtihân, bir testtir. İnsanın da her daim Kur’ân, Sünnet ve onların bu asr-ı âhirzamanda mânevî bir tefsiri ve mu’cizesi olan Risâle-i Nur mihengine vurularak keyfiyeti ortaya çıkmalıdır.

Ancak insan nefs-i emmare taşıyor. Nefs-i emmare mihenge vurulmak istemiyor. Çünkü mihenk, onun mâhiyetini ortaya çıkarıyor. Nefs-i emmarenin öyle bir noktası vardır ki, Üstad Hazretleri ona kör hissiyat demiştir. Kör hissiyat akıl, kalb ve ruhun rağmına hareket eder. Ayrıca akıbeti de görmez. Hep kendi menfaatine yontar ve kendini haklı görür ve gösterir. Mahiyeti acz, fakr ve noksanlık iken; daima suret-i haktan görünüp kendini güçlü zanneder. Kendini altın, muhalifini bakır addeder. Kendini hâlis ve muhlis, muhalifini yanlış ve müflis görür. Kendini fırka-i hâlisa zanneden adamlar her daim kazanırken kaybedenlerden olur. Ancak o zahiri kazancını gafletle hep hakikî kâr zanneder. Acaba böyle adamları Kur’ân, Sünnet ve de Risale-i Nur mihengine vursalar kaç tanesi sağlam çıkar? Kaç tanesi altın çıkar? Bari bizi nefs-i emmaresinin mihengine vurmaya çalışanlar kendileri sağlam çıksalar gam edilmez!

Bu dünya sırr-ı imtihân gereğince müsâbaka ve tecrübe meydanıdır. İmtihân olmanın en mühim noktası hikmet-i ibhâmdır. Çünkü din bir imtihândır. Sırr-ı imtihân ve hikmet-i ibhâm perdeli olmayı zarûri kılar. Bu sebeple olsa gerek hikmet dünyasında her mes’ele net ve şeffaf değildir. Bazen sırr-ı imtihân sualleri net gibi görülse de çeldirici ve yanıltıcıdır. İmtihanlarda en zor ve çetin işlem, suallerin cevaplarını bulmakta net doğruya en yakın çeldirici yanlıştır. Çünkü o yanlış şık, doğru gibi hatta tam doğru olarak görülebilir. Yeterli çalışmamış talebe hemen o çeldirici cevaba atlar ve kendince işlem tamamdır. Ancak sonuçlar ilân edildiğinde telâfisi mümkün olmayan inkisâr-ı hayâle uğranır. Çünkü o imtihân, sıradan bir imtihân değildir. Belki de hayatının en mühim imtihânı mesâbesindedir.

Hadîs-i şerifler ve Risale-i Nur’daki işaretlerden anlıyoruz ki âhirzaman asrında çok zor ve çetin imtihânlardan geçilecektir. Defalarca şiddetli eleklerden elenilecektir. Bazen yakıcı ateş faydalı ve soğuk bir su, tatlı ve soğuk su da yakıcı ateş zannedilecektir. Bu ateş ve tatlı su âhirzamanın en şiddetli imtihân vesilesi olacaktır. Efendimiz de (asm) bu ahvâle şöyle işaret etmiştir: “Deccâl çıktığı zaman yanında bir su, bir de ateş bulunacaktır. Fakat halkın ateş sandığı, soğuk bir sudur. Soğuk su sandığı da, yakıcı bir ateştir. Deccâl’in zuhûru zamanında sizden her kim bunları duyarsa, ateş sûretinde gördüğü tarafta bulunsun; çünkü o, tatlı ve soğuk bir sudur.”2 Sanırım bu hadîs-i şerifi Risâle-i Nur’a ciddî mânâda muhatap olanlar ve şûrâlarla bir şahs-ı mânevî ile hareket edenler kolayca tevil edip içtimâî ve siyâsî hayata tatbik edebilirler.

Risale-i Nur’da da isbat edilmiştir ki “Evet, herşey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir, veya neticeleri itibarıyla güzeldir.”3 veya “Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”4 Bu sırra binâendir ki içtimâî ve siyâsî hayata da bu pencereden bakabiliriz. Âyetin de işaretiyle; “Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır. Bazen da sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur. Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz.”5 denildiği gibi birilerinin bizzat güzel gördüğü netice itibarıyla çirkin, çirkin görünenler de netice itibarıyla güzel olabilir. Yâ Sâbûr deyip vazîfemizi yapmalıyız, vazîfe-i İlâhiyeye karışmamalıyız.

Bakınız Üstâd Bediüzzaman Hazretleri bu asr-ı ahirzamanda nasıl imtihan olacağız, nasıl şiddetli eleklerden eleneceğiz bizlere bildiriyor. “Birden, bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz bu şiddetli imtihâna girmek ve inceden inceye sizi kaç defa altın mı, bakır mı diye mehenge vurmak ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek ve ‘Nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı, yok mu?’ üç dört eleklerle elenmek; hâlisâne, sırf hak ve hakikat namına olan hizmetinize pek çok lüzumu vardı ki, kader-i İlâhî ve inâyet-i Rabbâniye müsaade ediyor. Çünkü, böyle meydan-ı imtihânda inatçı ve bahaneci insafsız muarızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki, hiçbir hile, hiçbir enâniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevî, uhrevî ve şahsî menfaat karışmayarak, tam hâlis, hak ve hakikatten geliyor.”6 Öyleyse zerre kadar inhiraf etmeden, inkisâr-ı hayâle düşmeden, dâhilî ve hâricî hücûmları bir sırr-ı imtihân vesîlesi bilerek sabretmek, sebat etmek ve sadakatle hizmetlerimize devam etmek gerekiyor. Hatta iç âlemimizde acaba (!) tereddüdü dahi yaşamadan şahs-ı mânevînin tutmuş olduğu doğru yolda devam ederek, hakta sebat ile imtihân olduğumuzu bilmeliyiz.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]

Dipnotlar:
1- Eski Said Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfî), 2009, s: 138.
2- Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Terc. ve Şerhi, 9, 184.
3- Mektubat, 2006, s: 623.
4- Sözler, 2006, s: 365.
5- Bakara Sûresi, 2:216.
6- Şuâlar, 2006, s: 814.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir