Din vahyîdir, ulvîdir, semâvîdir. Arzî ve dünyevî olan siyâsete ve dünya işlerine âlet edilemez. Çünkü din hakîkatleri elmas mesâbesinde, dünyaya ait işler kırılacak cam parçası hükmündedir.
Bu cihetle elmas değerindeki hakikatlerin cam parçasına indirilmesi büyük bir cinayettir. Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaalarında Av. Hulûsi Bitlisî Aktürk savunmasında “Bir yüzlü Müslümanlar, hakikî âlimler,—hâşâ—dini siyâsete âlet edemezler. Bilâkis ikiyüzlü siyâset adamları, cem’iyetlerin bazı harîsleri,—dünya menfâatı için—dini istihfâfen siyâsete âlet etmek isteyebilirler.”1 diyerek önemli bir noktayı izhar etmiştir.
Öyleyse “Biz Risâle-i Nur şakirtleri, Risâle-i Nur’u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyâsetten şiddetle men etmiş. Evet, Risâle-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı imânî olan hakikatlerle gayet kat’î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imâna getiren kuvvetli burhanlarla Kur’ân’a hizmet etmektir. Onun için Risâle-i Nur’u hiçbir şeye âlet edemeyiz. Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini, ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyâset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymetdar hakikatlere ihanet etmemektir.”2
Ancak “Bu gaflet zamanında, hususan tarafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevi âlet hükmüne getiriyor.”3 diyen Bediüzzaman Hazretleri’nin ikazı çok önemlidir. “Risâle-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerine siper edilmez. Çünkü, ehemmiyetli bir ibâdet-i tefekkürîye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar onunla kasten istenilmez. İstenilse, ihlâs kırılır, o ehemmiyetli ibâdet şekli değişir. Yani, çocuklar gibi, döğüştükleri vakit Kur’ân’ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur’ân’a geldiği gibi, Risâle-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli. Evet, Risâle-i Nur’a ilişenler tokatlar yerler; yüzer vukuat şahittir. Fakat Risâle-i Nur, tokatlarda istimal edilmez ve niyet ve kasıtla tokatlar gelmez. Çünkü sırr-ı ihlâs ve sırr-ı ubudiyete münafidir.”4 Bu nedenledir ki; “Hakaik-i îmâniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmânı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risâle-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyâsetten kaçıyorlar.”5
Bediüzzaman Hazretleri “Kur’ân bizi siyâsetten men etmiş, tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.”6 demektedir. Kamer, güneşten ayrılan bir parçadır. Nasıl güneş kamere peyk olmazsa, din de mukaddestir siyâsete âlet olmaz ve olamaz. Çünkü bizim hizmet-i îmâniyeye nazaran cam parçaları hükmündeki siyâsetle alâkamız yoktur. Bizler, Kur’ân’ın kâinat vüs’atindeki elmas gibi hakikatlerine çalışıyoruz. Biz, Risâle-i Nur’un has ve sadık talebeleri “hakaik-i îmâniye-i Kur’âniyeyi başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmânı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, gayet şiddet-i nefretle siyâsetten kaçıyorlar.”7
Bediüzzaman Hazretleri, “Bana bu zâlîmâne işkenceleri yapanların bana atfettikleri suç nedir? Dini siyâsete âlet yapmak mı? Fakat bunu niçin tahakkuk ettiremiyorlar? Çünkü hakikat-i halde böyle birşey yoktur.”8 diyerek bu iddiaların hakikatte olmadığını beyan ediyor. Hatta “Dini siyâsete âlet edecek bir adam olmadığımı bütün insaf dünyası da biliyor. Hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyorlar.”9 diyerek böyle bir fiilin ve ithamın hakikatsiz bir isnad olduğunu defaatle ikrar ediyor. Bu noktayı şu veciz ifadelerle netleştiriyor: “Allah’a binlerce şükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir dini siyâsete âlet ittihamı altında, kader-i İlâhî, ihtiyarım haricinde, dini hiçbir şahsî şeye âlet etmemek için beşerin zâlimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor; “Sakın” diyor, “îmân hakikatini kendi şahsına âlet yapma—tâ ki, îmâna muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor. Nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.”10
Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye’nin Haşiyesinde ehemmiyetli bir noktaya temas etmiştir: “Ey kardeşlerim! Kırk beş sene evvel Eski Said’in bu dersinden anlaşılıyor ki, o Said siyâsetle, içtimaiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır. Fakat sakın zannetmeyiniz ki, o, dini siyâsete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ, belki o bütün kuvvetiyle siyâseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: “Dinin bir hakikatini bin siyâsete tercih ederim.” Evet, o zamanda, kırk-elli sene evvel hissetmiş ki, bazı münafık zındıkların siyâseti dinsizliğe âlet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyâseti İslâmiyetin hakaikine bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çalışmış. Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların garplılaşmak bahanesiyle siyâseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyâset, dini siyâset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”11 Buraya göre “bir kısım dindar ehl-i siyâsetin, dini siyâset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmaları” çok mühim ve medar-ı hayret bir noktadır. Aman dikkat diyoruz! Böyle bir cinayete girişenleri ciddî mânâda uyarıyoruz. Umumun malı olan dini, inhisar altına alarak dünyaya ve siyâsete âlet edenlere karşı bütün ehl-i dini müteyakkız olmaya dâvet ediyoruz.
Dipnotlar:
1- Müdafaalar, Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaaları, Av. Hulûsi Bitlisî Aktürk savunması.
2- Müdafaalar, Afyon Mahkemesi [1948 – 1949],
3- Emirdağ Lâhikası-I, s: 82
4- Kastamonu Lâhikası, s: 382
5- Kastamonu Lâhikası, s: 201
6- Kastamonu Lâhikası, s: 346
7- Kastamonu Lâhikası, s: 201
8- Emirdağ Lâhikası-II, s: 616
9- Emirdağ Lâhikası-II, s: 617
10- Emirdağ Lâhikası-II, s: 661
11- Eski Said Eserleri (Hutbe-i Şamiye), s: 344, 45