Risâle-i Nur’da İçtimâî ve Siyâsî Mes’eleler–1
Geçen hafta sonu iki gün boyunca İzmir’deydik. 4 Ocak 2014 akşamı İzmir Yeni Asya Kültür Merkezi’nde “Risâle-i Nur’da Dâhilî ve Hâricî Cereyanlar” başlıklı seminerimizi, tamamını Risâle-i Nur Külliyatı’ndan kalabalık bir cemâatle paylaştık. Aldığımız geri bildirimler çok memnuniyet vericiydi. Özellikle seminerimizin birinci bölümünde Risâle-i Nur’da “Dâhilî ve Hâricî Cereyanları” tespit edip, bu cereyanların mümeyyiz sıfatlarını Risâle-i Nurlardan sunduk. İkinci bölümünde ise bu cereyanlara karşı nasıl bir metod tatbik edilecek o kısımları paylaştık. Seminer sonunda ise epey sual geldi. Bu sualler daha çok güncel konular ve siyâsî gelişmeler ile alakalıydı. Bizler de bu suallere yine Risâle-i Nur’a bağlı kalmak şartıyla cevaplar vermeye çalıştık. Gâyemiz kimseyi ikna etmek ve incitmek de değildi. Sadece hak bildiğimiz hakikatleri ve doğruları istifade ettiğimiz Risâle-i Nur’a göre ifade etmekti. Yine de mukteza-i hâle mutabık sözler ve izahlar yapamamış olabiliriz. Öyleyse hem sorulan o sualleri, hem de zihinlerde olup sorulamayanları dikkate alarak cevaplar vermek istiyoruz. İnşâallah bizzat söyleyemediğimiz ve yetişemediğimiz noktalara bu yazılarla cevaplamaya çalışırız.
Gördüğümüz ve şahit olduğumuz kadarıyla özellikle son gelişen hadiseler cemâatimizde müsbet mânâda bir şevke medar olmuş. Ancak uzun süredir geniş daireye ferdî bakmaya çalışan kardeşlerimizin de cemâatimizin duruşu ve isabetli kararlarını takdir etmeye başlamış olduklarını gördük. Ancak halen mütereddid olanlar da elbette var. Onlarla da seminer sonunda bire bir sohbet etme imkânımız oldu. Seminerden çok istifade ettiklerini bildirmekle berâber, özellikle son hükümet-cemâat hadiseleri ile ilgili gelişmeleri merak edip siyâsî cihetten gelişmeleri de dikkate alarak sualler sordular. Bizler de yine Risâle-i Nurlara bağlı kalmak şartıyla cevaplar vermeye çalıştık. İnşâallah istifadeye medar olmuştur.
Öncelikle önemli bir noktayı nazar-ı dikkatlere sunmak isteriz. Bir mes’ele ister îmânî olsun, ister İslâmî olsun, isterse içtimâî ve siyâsî olsun; eğer Risâle-i Nur’da yer almışsa o nurdur. Topuz değildir. Öyleyse Risâle-i Nur bütün olarak serapa ilimdir ve nurdur. Onun içindir ki nur incitmez ve nura karşı kavga edilmez. Öyleyse bizler Risâle-i Nurların bütününe sahip çıkmakla, bütün kuvvetimizle nura çalışmalıyız ve çalışıyoruz. İki elimiz var, yüz elimiz de olsa nur tutuyor, topuz tutmuyor. Çünkü topuzu ehline havale etmişiz.Şimdilik o vazîfe bizde değildir. Ehil olmanın ölçüleri de Risâle-i Nur’da belirtilmiştir. O ehliyet ise eskiden ahrarlar ve Üstâd’ın ifadesi ile otuz beş sene sonra tekrar dirilen demokratlardır. Çünkü o ahrarların Risâle-i Nurlarda tespit edilen vazifeleri vardır. Hürriyet-i şer’iyeyi tesis edip istibdad-ı mutlakı kırmak onların vazifelerindendir.[1] O ehiller için nokta-i istinâd olmak, onlara vazîfelerini ihtar etmek, onlara kuvve-i mânevîye olarak destek vermek, ehl-i imânı onlara yardıma dâvet etmek, hatta onların muvaffâkiyeti için duâ etmek; onlara azamüş’şerden kurtulmak için ehven-i şer olarak bakmak ve tercih yapmak da ehemmiyetli bir vazîfedir. Bu mânâda Bedîüzzamân Hazretleri içtimâî ve siyâsî meselelere bakmayı da “Kur’ân menfâatine kendimizi mecbûr biliyoruz.”[2] diyerek açıklamıştır. Hatta ”Demokratlar, nurcular ile müttefiktir.”[3] ve “Nurcular, demokratlara bir nokta-i istinaddır.”[4] da demiştir.
İlm-i siyâset ile fiilî siyâsetin birbirinden tefrik etmek gerekiyor. Taallüm-ü siyâset; siyâsetin ilmini yapmaktır. Nur Talebeleri bu ilmi de Risâle-i Nur’dan taâllüm ederler. Çünkü “taallüm-ü siyâset siyâset değildir.” prensibi çok mühim bir noktayı izale etmektedir. Risâle-i Nurlara muhatap olanların en fazla ihtilafa düştüğü nokta ise siyâset cereyanlarıdır. Hâlbuki Üstâd Bediüzzaman Hazretleri bu noktadaki ihtilafa çok dikkat çekmekte ve “Sakın, dünya cereyanları, hususan siyâset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın.[5]” dediği halde bu cereyanlar ne yazık ki zahiren bizlere bu cihetten zarar vermiş görünüyor.
Hâlbuki Nur Talebeleri devlet yönetimine tâlib olma ve devleti yönetme mânâsında siyâsetle ilgilenmezler. Böyle bir tarz “topuz” metodudur. Halbuki bizler bütün meselelerimize Risâle-i Nur ölçüleriyle baktığımız için nur tutmuş oluyoruz. Üstad’ın “Siyâset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lazım geliyor.”[6] Dediği nokta tam da burasıdır. Bizler siyâsete, hizmet-i îmâniye ciheti ile bakarız. Çünkü Üstâd; “Gördük ki, Demokratlar, evvelki iki müthiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler.”[7] Diyerek bu noktanın sırrını izhar etmiştir.
Risâle-i Nur Talebelerinin vazîfeleri hem imânî, hem İslâmî, hem de içtimâî ve siyâsî alandadır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri “Bütün vazifelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım.”[8] demiş “Ve siyâset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatlarını”[9] Risâle-i Nur Talebelerinin şahs-ı mânevîsine bırakmıştır. Bedîüzzamân Hazretleri; Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said olarak üç devre-i hayatı ile bir bütündür. Risâle-i Nur eserleri de bütün kitapları ve parçalarıyla bir bütündür. İçtimâî ve siyâsî meselelerde de, Risâle-i Nur ölçüleriyle hareket edilmelidir. Herkesin bir içtimâî ve siyâsî kanâati, görüşü ve tercihi varsa; elbette ki Yeni Asya Nur Talebelerinin de Risâle-i Nur’a istinâden içtimâî ve siyâsî bir kanâati, görüşü ve tercihi olmalıdır. Risâle-i Nur’un içtimâî ve siyasî hayata getirdiği prensiplerde muharrik, Kur’ân ve sünnet-i Resulullah’ın asrımıza bakan içtimâî dersleri ve prensipleridir. Bu sebeple de, tarafgirâne mefkûreler sahibi olanların taassûbî siyâsetçilik fiilleriyle iltibâs edilmemelidir.
Yeni Asya Nur Talebeleri içtimâî ve siyâsî mevzulara da ubûdiyet kastı ile karşılık beklemeden, sırf sırr-ı ihlâs gereği sadece Allah rızâsı için bakarlar. Çünkü “Ubûdiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubûdiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhrevîyedir.”[10] Bu noktayı nazar-ı dikkatten kaçırmamak gerekir.
Risâle-i Nur eserlerinde din ile siyâset ilişkisi açısından, vakıa olarak üç tarz-ı siyâset tespiti yapılmıştır: Bunlar: “Siyâseti dinsizliğe âlet etmek, dini siyâsete âlet etmek ve siyâseti dine âlet ve dost kılmaktır.” Bediüzzaman Hazretleri gibi, bizler de elbette ki müsbetini (siyâseti dine âlet ve dost kılmayı) tercih ediyoruz. Risâle-i Nur’un ölçülerini ve prensiplerini sırr-ı ihlâs gereği anlatmak bizim vazîfemizdir. Neticesine ise karışmayız, çünkü o vazîfe-i İlâhîyedir. Sırr-ı İhlâs, hiçbir dünyevî ve uhrevî menfâatı hizmetine niyet etmemeyi zarurî kılıyor. Hem hizmette tam sadakat ve tam sebat etmeyi gerektiriyor.
Demokrasi ve demokratlık bir din veya dindarlık değildir. Bir dünya görüşü ve dünyevî bir sistemin adıdır. Demokratlığın en mümeyyiz sıfatı çimento gibi vazife yapmasıdır. Nasıl ki çimento farklı farklı renk ve büyüklükteki çakıl taşlarını ve kum zerrelerini ayrıştırmadan birleştiriyor ise; demokratlık fikri de milletin bütün unsurlarını ve tabakalarını birleştirir ve ortak noktalarda bileşkesini bulmaya çalışır. Bediüzzaman Hazretleri demokratları dört kategoriye ayırmıştır. 1.Dindâr demokratlar, 2.Dine hürmetkâr demokratlar, 3.Dinde hissesi az demokratlar ve 4.Dinde lâubali demokratlar. Öyleyse demokratlık kriterlerini bu dört esasa göre değerlendirmek gerekir.
Nur Talebelerinin hareket noktaları ve prensipleri Risâle-i Nur’dandır. İçtimâî ve siyâsî hâdiselere Risâle-i Nurlarla bakmak da bir nev’î vazîfedir. Çünkü Emirdağ Lahikası’nda “Biz Kur’ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur’ân hakîkatlerini muhâfazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyâsete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbûr ediyormuş. Şimdi mecbûriyetle bakmaya lüzûm oldu.”[11] denilmiştir. Bu mecbûriyet On Dördüncü Şuâ’da şöyle ifâde edilmiştir: ”Makam-ı iddianın asılsız isnâd ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat beni mânen cezalandıracak, vazîfe-i hakîkîyeye karşı büyük kusûrlarım var. Eğer sormak münâsipse, sorunuz, cevap vereyim. Evet, büyük kusûrlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazîfeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakîkat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanâatim geldi.”[12] Denilir. Öyleyse bu vazifeleri de Nur Talebeleri dikkate almak zorundadır. Yoksa yanlış basılmış olur ve ahirzaman fitneleri ve cereyanları bu noktadan Nur Talebelerini ihtilafa atar ve Risâle-i Nur hizmetlerine ve talebelerine büyük zararlar verebilir ve vermiştir.
Öyleyse âlem-i İslâmın problemleri hem imânî, hem İslâmî, hem de siyâsîdir. Müslümanların îmânî ve siyâsî hastalıklarının çözümü ise bütünü ile Risâle-i Nur’da vardır. Yeter ki atlanılmasın ve ciddî mânâda Risâle-i Nurlardaki müteferrik bahisler birleştirilsin ve tarafgirlik hastalığından âzâde olarak şahs-ı mânevî ruhu ile meselelere yaklaşılabilsin. Çünkü şahs-ı mânevî, dâhi hatta yüz dâhi derecesinde olan şahıslardan daha kuvvetli, emin, sağlam ve metindir.
Nur Talebeleri duruşlarını Risâle-i Nur’a göre ayarlamalıdır; dahilî ve haricî cereyanlar ile siyâsetli cemaatlerin tarafgirâne mefkurelerine göre değil. Çünkü Bedîüzzamân Hazretleri son müceddid-i âhirzamân olarak talebelerini başka içtihâd ve fikirlere muhtaç etmemiştir. Zaman ve gelişen hâdiseler Bedîüzzamân Hazretleri’ni tasdîk etmektedir. Böylece zaman defâatle kaydını izhâr ediyor ki itirâz edilmez. Bedîüzzamân Hazretleri Kur’ân’ın içtimâî ve siyâsî hayata bakan yorumunu ve tefsîrini de yapmıştır ki, bütün yollar oraya çıkacaktır. Öncelikle âlem-i İslâm ve insanlık buna muhtaçtır.
Devamı haftaya…
Abdülbâkî ÇİMİÇ
https://www.feyzinur.com
[1]Emirdağ Lahikası, s:521
[2]Emirdağ Lâhikası, s: 815.
[3]Beyanat ve Tenvirler, s:201, 202
[4]Kastamonu Lâhikası, s: 164.271,72
[5]Kastamonu Lâhikası, s: 164.
[6]Lem’alar, s:268
[7]Emirdağ Lâhikası, s: 814
[8]Şuâlar, s: 498.
[9]Şuâlar, s: 922
[10]Lem’alar, s: 321.
[11]Emirdağ Lâhikası, s: 815.
[12]Şuâlar, s: 615.