Risale-i Nur’da dahilî ve haricî cereyanlar
Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde Risale-i Nur üzerine seminerlerimiz devam ediyor. 28 Aralık 2013 tarihinde Tokat ilimizdeydik. Konumuz “Risale-i Nur’da Dâhilî ve Hâricî Cereyanlar”dı. Tokat, hakîkaten târihî güzellikleri ve mekânlarıyla harika bir ilimiz. Ziyaret ettiğimiz Selçuklu ve Osmanlı eserleri bizleri eksi zamanlara götürdü ve ecdadımızın san’ata katmış olduğu mâneviyâtın bizleri ne kadar etkilediğini bizzat müşahede ettik. Bütün Anadolu şehirlerimizde bu mânevî tefekkürü yaşıyor ve ecdadımızla iftihar ediyoruz.
Tokat’ta Risale-i Nur hizmetleri çok eski zamanlara dayanıyor. Şimdilerde Tokat Nur Kahramanları iki katlı yeni bir mülk yaptırmışlar. Gayet güzel tefriş edilmiş ve talebelerin bütün ihtiyaçlarına hizmet verecek şekilde düzenlenmiş. Üst katında geniş sayılabilecek bir salonda haftalık Risale-i Nur sohbetleri yapılıyor. Maşaallah diyoruz. Emeği geçen bütün ağabey ve kardeşleri tebrik ediyoruz. Yeni bir arsa arayışı için hazırlık yapan Tokatlı hizmet kahramanları daha geniş bir külliyenin hazırlıkları içerisine girmişler. İnşaallah kuvvede olan bu fikir, fiiliyâta da geçer.
Bizler de Tokat’taki seminerimizi, beklenen suallere cevap olabilecek bir mahiyette hazırlamıştık. Son zamanlarda herkesin ilgisini ve dikkatini çeken geniş dairedeki hadiselere Risale-i Nur penceresinden nasıl bakmalıydık? Konumuzu da bu çerçevede belirlemiştik. Seminere Sivas’tan üniversiteli kardeşlerimiz de katılmıştı. Tokat’ın ilçelerinden de katılım ile beraber kalabalık bir cemaate seminerimizi sunduk. Öncelikle Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı’nın farklı yerlerinde çokça atıfta bulunduğu “Dâhilî ve Hâricî Cereyanları” tesbit etmeye çalıştık. On Beşinci Mektub’daki “Âhirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak”1 tesbiti ile seminerimize başladık.
Hâricî ve dâhilî cereyanlar ahirzaman asrında hurûc edip, dinsizliğin iki cereyanı hükmünde tahribatını icra etmektedir. Hâricî cereyanın, kökü dışarıda kendisi içeride olup; dâhilî cereyanla ittifak hâlinde çalışmakta ve dehşetli bir şekilde tahribatını yapmaktadırlar.
Bediüzzaman Hazretleri hâricî cereyanı şu şekilde tarif eder: “Herbir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyâsetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas, altı hutuvatıyla âlem-i İslâmı ifsâd için insanlarda ve insan cemâatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor. Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamâhını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyâsetine vasıta ediyor.”2 Bu hâricî cereyan “Siyâsetinin hassa-i mümeyyizesi, fitnekârlık, ihtilâftan istifade, menfâat yolunda her alçaklığı irtikâp etmek, yalancılık, tahripkârlık, hariçte menfîliktir.”3 Hâricî cereyan tahribatını bu esaslar üzerine yaparken; içerdeki dâhilî cereyan ise aldatmakla iş görerek, münâfıkâne davranarak, nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr ederek, ehl-i nifakın başına geçip, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışır.4
Üstad Bediüzzaman Hazretleri “perde altında ve üstünde ehemmiyetli cereyanlar rol oynuyorlar”5 diyerek bu cereyanların ehemmiyetli tahribat yaptığına işaret etmektedir. “Hem bu zamanda, ehl-i îmânın vahdetine çok zarar veren bazı siyâsî cereyanlar”6 bulunduğunu da belirtir. Talebelerini “ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyâsetli cemaatlere hiçbir alâka peyda ettirmiyor; Risale-i Nur ve şakirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan menediyor.”7 Çünkü sırr-ı ihlâs bu teması ve alâkadârlığı kabul etmiyor. Öyleyse o cereyanların kuvveti yerine inâyet ve tevfik-i İlâhiyeye dayanmak gerekiyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri “İslâmiyet ve Kur’ân aleyhindeki hariçteki cereyanlar elbette dâhilde bazılarını bulmuşlar ki, Kur’ân lehinde cidden çalışanları uçurmak, kaçırmak, evham vermek gibi propagandalarla hakikî fedakâr olmayan veya dünya ile ve fazla dostlarla alâkadar olanları evhamlandırıyorlar. Ve Nurcuların da kuvve-i mânevîyelerini kırmaya çalışıyorlar”8 tesbitlerini yapmaktadır.
Bu cereyanlara karşı şu tesbit ve tavsiyelere müraat etmek elzem görünüyor: ”Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.”9 Bu evsaflar şûrâya dayalı, mütesânid bir heyetin şahs-ı mânevîsinde ancak içtima edebilir. O halde o şahs-ı mânevîye dahil olup itimad etmek zarurî görünüyor.
Bediüzzaman Hazretleri dahi bu dehşetli cereyanlara mesleğini kaptırmamak için “vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var” dediği bir mektubunda “Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi”10 demektedir. Çünkü “Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyâset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum”11 denilmektedir.
Ahirzamanın bu dehşetli cereyanlarını nazar-ı dikkate almak gerekmektedir. “Yoksa kat’iyyen haricî cereyanlar dâhilden birisini kendi hesabına istimal edecek, sonra onu da vuracak. Buna binaen Risale-i Nur tarafgirane cereyanlara giremez. Bütün ehl-i îmâna kardeş nazarıyla bakıyor, müsbet hareket ediyor. Başka mesleklerin tezyifiyle uğraşmıyor, menfî hareketi beğenmiyor.”12 Bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar var. Bu siyasî cereyanlar, siyâsetli cemaatler olarak hükmünü icra ediyor. Ehl-i imân arasında tefrikayı en fazla bu siyasetli cemaatler çıkarıyor. Bediüzzaman Hazretleri de bu cereyanlarla temastan hem Risale-i Nur’u, hem de talebelerini uzak tutuyor. Çünkü: “Şimdi muhtelif garazkâr çok cereyanlar perde altında kendilerine tarafdar bulmak ve muarızlarını çürütmek için her çeşit desiseleri istimal ettiklerinden, Nur dairesindeki kardeşlerimize bir hakikatı beyan etmek lâzım geliyor. Tâ ki kudsî hizmet-i Nuriye ve îmâniyeye bir zarar gelmesin. Birincisi: Risale-i Nur’a girenin birinci vazifesi, tam sadakat ve tam sebat etmektir. Yoksa hem kendine zarar, hem binler hakikî mü’minler olan Nurculara yardım lâzım gelirken fütur verir.
Elhasıl: Nurcu bir şakird, iki vazife-i içtimaîsi var: Birincisi: İhlâs. Hiçbir dünyevî menfaatı hizmetinde niyet etmemek. İstemeden menfaat gelse, Allah’a şükreder. Hem sadakat ve tam sebat etmek gerektir.12 İkincisi: Tam tesanüd ve kardeşlerini tenkid etmemek, kuvve-i maneviyelerini kırmamak ve hiçbir vecihle rekabet etmemek ve kusuru varsa örtmektir.”13
“Sakın, dünya cereyanları, hususan siyâset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin”14 diyen Bediüzzaman Hazretleri’ne kulak vermek ve sadakte demek boynumuzun borcu olmalıdır.
Dipnotlar:
1- Mektubat, 2006, s: 94.
2- Eski Said Eserleri (Hutuvat-ı Sitte), 2009, s: 449.
3- Eski Said Eserleri (Tuluat), 2009, s: 449.
4- Mektubat, 2006, s: 94.
5- Şuâlar, 13. Şuâ, Denizli Hapsi Mektupları, 2006, s: 530.
6- Emirdağ Lâhikası-I, 2006, s: 415.
7- Emirdağ Lâhikası-I, 2006, s: 82.
8- Emirdağ Lâhikası-II, 2006, s: 580.
9- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 278.
10- Şuâlar, 2006, s: 615.
11- Kastamonu Lâhikası, 2006,s: 115.
12- Gayr-ı Münteşir, Emirdağ Lâhikası 1 Mektuplarından.
13- Gayr-ı Münteşir, Emirdağ Lâhikası 2 Mektuplarından.
14- Kastamonu Lâhikası, 2006, s: 164.