Yeni Asya’nın İmtihânı ve İstikâmeti!

Yeni Asya’nın İmtihânı ve İstikâmeti!

Asr-ı saadetten tâ asr-ı âhirzamana ihtâr ve ikâz edilen bir zaman diliminde yaşıyoruz. Asrın sahibinin teşhisiyle “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi.”[1] Evet, bu bataklık için selef-i sâlihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur“ o muhteşem meclis de kararını vermişti. Bu asrın sahibini “Ey felâket helâket asrının adamı! Senin de re’yin var, fikrini beyan et.”[2] diye o meclis-i muhteşeme davet etmiş ve felâket helâket asrı için fikirlerini dinlemişlerdi. Zaman hükmünü icrâ’ etti ve âhirzaman asrının adamı vazîfesini deruhte etti. Elbette yaşanan bu âhirzaman asrı çok şiddetli sahnelere ve mücahedelelere sahne oldu ve halen de oluyordu. İmtihan şiddetli geçiyordu. Elmas ile kömür tefrik edilmeliydi. Safların belli olması için âhirzaman fitneleri bütün desîseleri ile oyununu oynuyordu.

Felâket ve helâket asrının adamı Kur’ân’dan almış olduğu dersle ve Efendimiz(sav)’in irşâdıyla bütün zorluklara rağmen arsın reçetesini yazıyordu. Program yazılmış ve o programın hayata tatbikatına felâket helâket asrının adamının ömrü yetmemiş, âdetullah buna izin vermemişti. Öyleyse O’nun siyâset âleminde, diyânet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerdeki icraatlarını[3]” ihlâs, sadâkat ve tesânüd sıfatlarına sahip şakirtleri deruhte edecekti. Ve zaman kaydını koydu ve aynen hâdiseler teşhis edildiği gibi oldu. Çünkü felâket ve helâket asrının adamı talebeleri için “Artık bu yolda, hizmet-i imâniyede onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır.”[4] dersini vererek istikameti gösteriyordu. Bu yol çilelerle, sıkıntılarla, ihânetlerle, aldanmalar ve aldatılmalarla doluydu. Ancak felâket ve helâket asrının adamı Kur’ân’a istinâden ayetlerden işaretler çıkararak; “Demek ondördüncü asırda Kur’ân’dan iktibas edip, istikametsiz sakîm yollar içinde sırat-ı müstakimi gösterecek âsârı neşreden bir adamı, o hadsiz efrad içinde dâhil ediyor. [5]” diyerek şahsını değil, kuru bir üzüm çubuğu olarak telakki ettiği şahsının vesîlesiyle ortaya çıkacak eserlerin istikametine işaret ediyordu.

İşte bu sakîm yollar içinde ve hayat-ı beşeriye yolculuğunda öyle bir tâife vardı ki hizmetlerini âhirzaman asrının adamının uzun tedkikatla yazmış olduğu eserleri kendilerine program olarak seçmiş ve o programın hayata tatbikatında zerre kadar taviz vermeden şahs-ı mânevînin tasarrufu ile devam ediyorlardı. İşte bu şahs-ı mânevînin sesi ve soluğu olan ve bizzat âlem-i menamda kucaklaştıktan sonra sorduğum “Üstâd’ım Yeni Asya hakkında fikriniz nedir?” sualelime karşı O aziz Üstâd’ımın “Gardaşım, ben Yeni Asya ile iftihar ediyorum!” sözleri yıllarca kulaklarımda çınlıyor, hem beni şevke hem de Yeni Asya’ma karşı sadâkate sevk ediyor.

Öyleyse Yeni Aysa’m hakkında ileri geri konuşanları, O’na karşı muaraza edip yıpratma faaliyeti içinde girenleri de nazara alarak derim ki;

Yeni Asya’nın duruşunun altında çok derin ve mânevî sırlar vardır. Onlar zahiri hâdisatın şaşâalı demdemelerine aldırış etmezler. Hak bildikleri dâvâdan da asla dönmezler. Kınanmaktan ve eleştirilmekten de korkmazlar. Herkes kendi kalb aynasının müşahedatına tâbidir. Yeni Asya da şahs-ı mânevî olarak kendi kalb aynasına yansıyan îmândan tezâhür eden şecâatî duruşa tâbidir.

Yeni Asya, içtimâî ve siyâsî çalkantılarda endişeye düşmez. Hakîkat zayıflar ve incelir, ancak kopmaz bir prensiptir. Şartları ve zamanı tahakkuk ettiğinde o hak ve hakîkat neşv-ü nema bulur ve inkişaf eder. Yeni Asya fıtrî ahvâlin bu düsturuna sadâkatla bağlıdır. Zaman kaydını izhâr ettiğinde i’tiraz edilmez. Nasıl ki yıllarca zaman kaydını hep izhâr etti, yine de edecektir inşâallah. Bu arada sebat ve sadâkat imtihanı da devam edecektir. Dâvâsına inanan ve sırf Allah rızası için karşılıksız hizmet edenlerle edemeyenler tasaffî edecektir. Bu çok şiddetli bir imtihanın gereğidir.

Üstâd’ımız tâ o zamanlarda bazı imtihan sırlarını izhâr etmiştir. “Şimdi en ziyâde bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır.[6]” demiştir. Bu hâl hep yaşanmış ve yaşanmaya da devam ediyor. Öyleyse bu münâfıkâne planlara dikkat edilmeli ve her daim müteyakkız olunmalıdır. Çünkü bu asr-ı âhirzaman hiç bir asırda görülmeyen maddî ve mânevî fırtınaların, fitne ve fesadların yaşandığı bir asırdır.

Ya Rab! Bu dehşetli âhirzaman asrının en şidetli musîbetlerinden Nur talebelerini muhafaza eyle. Onları meşreb ve fikir cihetinden birbirinden ayırmaya çalışan ifsâd şebekelerine fırsat verme! Aldanan olursa da onlara ferâset ver, bu tuzağa onları düşürme! Düşenler olursa onları da uyandır!

Yeni Asya sanki Üstâdlarının yaşadığı hayat safhalarını yaşamaya devam etmektedir. Nasıl ki Üstâd Hazretleri yaşadığı dönemde geniş kitleler tarafından anlaşılamamış ve muarızlar her daim muhalefet yapmış ise, Yeni Asya’da bu muarızlardan nasibini almış ve almaya devam etmektedir. Ne olursa olsun muarızlar nurların fütuhâtına hizmet etmişler ise, aynen öyle de Yeni Asya’ya muarız olanlar da aynı vazîfeyi deruhte etmeye devam etmektedirler. Bu sırr-ı imtihânın bir gereği ve zaruretidir. Bu arada imtihanı kazananlar ile kaybedenler ayrışacaktır. Saflar netleşecek, tasaffî imtihanı şiddetlenecektir.

Yeni Asya dehşetli bir arsın fitneleri içersinde mücâhedesine devam ederken kendisinden ayrılanlar, yalnız bırakanlar ve mukavemeti kırmaya çalışanlar olacaktır. Hatta şiddetli muarız tâifelerin hücumlarına maruz kalacaktır. Ancak onlar aldırmadan hak bildikleri yolda hizmetlerine devam edeceklerdir. Çünkü onlar ne kendilerine katılanlara sevinen, ne de kendilerinden ayrılanlara üzülen olmayan konumdadırlar. Çünkü onlar kendilerine Üstâdlarından tevdi edilen hizmetleri dünyevî ve uhrevî- maddî ve mânevî her şeyden ferâgat mesleği olarak kabul etmişlerdir. Onlar bu hizmetlerini karşılık beklemeden ve kimseden de çekinmeden yerine getiren, âhirzamanın ehemmiyetli bir tâifesi olma şerefine hâiz bir kısım şakirtler unvanına sahip olan âhirzaman garipleridirler. Ne mutlu onlara! Ne mutlu bana ki onlarla beraber hizmet-i Kur’âniye ve imâniyede bulunuyorum. Hâzâ min fazlı Rabbi!

Abdülbâki ÇİMİÇ

[email protected]

Dipnotlar:

—————————-

[1] Mektubat, s: 48

[2] Tarihçe-i Hayat, s:130

[3] Şualar, s:590

[4] Tarihçe-i Hayat, s:687

[5] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s:163

[6] Şualar, s:511

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir